VE AŞK;KIRIK BİR AYNADAN YANSIYAN İKİ AYRI KADIN YÜZÜ DEĞİLDİ ARTIK!... Ekrem, aynanın karşısına geçmiş, o gün yaptığı alış verişin tadını çıkarıyordu, uzun
zamandır ilk defa kendine birkaç parça giysi almıştı. Sezon sonu indirimlerinden faydalanmış olmasına rağmen, marka merakı yüzünden epey tuzluya patlamıştı bu alış veriş.
İşler zaten durgundu ve tam oto galerisini kapatmayı düşünürken iyi bir satış yakalamıştı. Dükkanın birikmiş kiraları, kızın üniversite masrafları karısının çoktandır istediği çatal bıçak seti,
sevgilisinin yeni çamaşır makinesi derken, kalan parayla zar zor kendi istediklerini almayı başarmıştı.
Spor, koyu renk takımın içinde krem rengi yün kazakla oldukça yakışıklı görünüyordu. Ellili yaşların ilk basamaklarında olmasına rağmen en fazla kırk beş gösteriyordu. Yaşıtı arkadaşlarının çoğunun göbekleri kendilerinden önde giderken, Ekrem bir delikanlı edasıyla dimdik yürüyordu. Tek bir gram fazlası yoktu. Uzun boyu, kaslı göğüs yapısıyla ne kadar övünse azdı. Yanakları gergin, cildi pürüzsüzdü. Bem
beyaz saçları, bu görüntüyü biraz bozsa da, kara gözleri durumu kurtarmaya yetiyordu. Üstelik henüz başında açılma da yoktu. Hala yerli yerindeydi saçları.
Aynaya biraz daha yaklaşarak bir hafta önce kestiği bıyıklarının yerini inceledi, açık tenli bir adamdı ve bıyıklarının yeri hala cildinden daha açık görünüyordu.Bu onu biraz rahatsız etse de, bıyıksız halinden hoşnuttu.
Selma istemezse, aklına bile gelmezdi bıyıklarını kesmek. “Daha genç ve daha modern görüneceksin” dediğinde önce itiraz etmişti. “Kendimi çıplak gibi hissederim olmaz” dese de Selma’nın ısrarına yenik düşmüştü. Ama iyi de olmuştu. Hayranlıkla son bir kez daha süzdü kendini aynada. Islık çalarak birkaç adım geriledi sağa sola döndü. Tamamdı, gitmeye hazırdı. Cep telefonu çalınca uzaklaştı aynadan.
“Alooooo!.. Canım doğum günü mesajın için teşekkür ederim. Çiçekler için de...”
“Ben
çiçek göndermedim
aşkım. Gelirken getireceğim çiçeğini.”
“Hadi canım sen”de!.. Şaka yapma. Adını yazmamışsın ama, canım demişsin... Bana senden b
aşka kim canım der ki?..”
“Yok vallahi ben yollamadım. Kim bilir hangi hayranından gelmiştir. Sahi ne alayım ben sana? Ne istersin doğum günün için?..”
“Bana mı soruyorsun?..Hiç bir şey alma!..”
“Tamam o
zaman...Ben geliyorum ya,yetmez mi?..”
Telefonu kapatınca hediye telaşından kurtulduğuna sevinmişti.”Sahi kimden gelmişti
çiçekler Selma’ya?. Kocası göndermiş olabilir miydi acaba? Bu fikir pek akılcı gelmedi Ekrem’e. O kadar ilgili bir koca olsaydı ayrı yaşamazlardı herhalde...
Kim bilir kimden di?.. Kaç defa söylemişti değiştir şu giyim tarzını diye. Daracık, açık saçık giyinip davetiye çıkartırsan heriflere olacağı budur! Ama hoşuna gidiyor eşek oğlu eşeğin! Sanırsın yirmi beşlik taze... Olsa olsa benden üç dört yaş küçüktür. Yaşının
kadını olsa olmaz sanki. Şuh kahkahalar argo konuşmalar...
Sinirlenmişti Ekrem!.. Kıskanmıştı da biraz... O
çiçekleri kendisinin göndermiş olmasını isterdi. Keşke düşünebilmiş olsaydı … Şimdi bir de hediyesiz giderse kim bilir nasıl tepki verecekti Selma...
Offff!.. Ne zor şeydi bir
kadına hediye almak. Aslında kendine alış veriş yaparken, Selma’ya da bir parfüm ya da bluz ,ya da çanta almayı geçirmişti aklından... Ama ya beğenmezse?... Kesin takı bekliyordur diye düşünmüş, bir pırlanta yüzük beğenmişti beğenmesine de, fiyatını duyunca vaz geçmişti. Cebinde onu alacak para yoktu, olsa da Selma için bu kadar pahalı bir hediye almazdı herhalde... Hem
sevgili bile sayılmazlardı.
Tanıştıkları günü anımsadı birden. Bir hastanenin koridorlarında göz göze gelmişlerdi birkaç kez... Sonra da aynı hastanenin kafesinde oturup birkaç bardak çay içip sohbet etmişlerdi.
Selma, kalp hastası olan
annesine refakat ediyordu. Balık etinde kumral, orta boylu
güler yüzlü bir
kadındı. Uzun saçlarını başının arkasına bir tokayla rastgele toplamıştı. Daracık bir blucin ve tişört...Ayağında
beyaz tişörtüyle bütünleşen
beyaz spor bir ayakkabı vardı. Dağınık topladığı saçlarıyla orta yaş
kadınından çok haylaz bir çocuğa benziyordu. Etrafına ışık saçan sevimli zeki ve konuşkan biriydi. Ufacık ağzı,etli dudakları
mavimsi gözleri ve pırıl pırıl cildiyle her erkeğin dikkatini çekecek güzellikte bir
kadındı. Üstelik oldukça rahat tavırlar sergiliyordu.
Hastanenin sıkıcı ve soğuk ortamında sıcacık bir
kadının sohbeti ilaç gibi gelmişti Ekrem’e.Torunu Zelal’in bir türlü düşmeyen ateşi yüzünden perişan olmuştu hastane koridorlarında. Evlattan çok sevilirmiş ya torunlar...Ekrem herkesten ve her şeyden çok seviyordu kıvırcık saçlı zeytin gözlü Zeliş’ini. Onun için seve seve verirdi kalan ömrünü.
“Hele bir torununuz olsun da görün... Evlat neymiş ki onun yanında” demişti Selma’ya. Selma’nın üniversite de okuyan iki kızı olduğunu ve
İstanbul’un gözde semtlerinden biri olan Etiler’de reklam ajansı bulunduğunu, o üç beş günlük hastane arkadaşlığı sırasında öğrenmişti. Kendi mütevazı ve tutucu çevresinin tamamen dışında ki bu
kadınla daha sonra görüşmeyi aklından bile geçirmemişti o günlerde.
Üç ay sonra Maltepe’deki ofisinde çekmecesini karıştırırken Selma’nın kartı eline geçtiğinde, öylesine aramıştı. O gün Selma onu iş yerine çağırmasa,ya da Ekrem kalkıp gitmese, Selma hayatına hiç girmemiş olacaktı. Gittikçe sıklaşan karşılıklı ziyaretler, uzun telefon sohbetleri akşam yemekleri derken birbirlerinin içine batmışlardı.
Selma çevresine güven veren bir yapıya sahipti ve her şeyden önemlisi harika bir dinleyiciydi. Ekrem o güne kadar en yakın erkek arkadaşlarıyla bile paylaşmadığı en mahrem sırlarına kadar anlatmıştı Selma’ya. Onunla dertleşmek büyük bir keyifti. Zekâsıyla öyle ince espriler yapıyordu ki Ekrem’i kahkahalara boğuyordu.
Her şey ne kadar da iyi gidiyordu. Böylesine candan bir
dost herkese nasip olmazdı. Kendi çevresinde ki
kadınlarla da erkeklerle de bu kadar samimi olması mümkün değildi. Selma’nın Ekrem’le ilgili bilmediği hiçbir şey kalmamıştı. Düz ayak sevmeleri de ortadaydı artık,ezik yalnızlıkları da...
Birçok işe batıp çıkmıştı Ekrem. Bunlardan birinde icralar kapıya dayanınca malları kurtarmak için formaliteden boşanmıştı karısından. Aynı evi paylaşmışlar ama maddi problemler, yüzünden aynı evde iki yabancı gibi yaşamaya başlamışlardı. Evin tüm maddi ihtiyaçlarını karşılamasına rağmen bir türlü memnun edemediği eşinin muhafazakar tutumları katı kuralları onu bir b
aşka
kadına, sekreterine itmişti. Yedi yıldır aşıklardı ve bir gün evlenmeyi hayal ediyorlardı. Üçüncü bir
kadınla bunları paylaşmaksa Ekrem’in hayal bile edemeyeceği kadar güzeldi.
Selma’nın durumu da pek iç açıcı sayılmazdı. Ekrem’in tersine kağıt üzerinde sürüyordu evliliği. Ama ayrı evlerde yaşıyorlardı. Hayırsız kocası da Selma’nın omuzlarında yüktü ve üçüncü bir
çocuk gibi Selma’nın eline bakıyordu. Ekrem’in böyle bir fedakarlığı anlaması mümkün değildi. “Ne olursa olsun,
çocuklarımın
babası o” demişti Selma bir gün. Hasbam toz kondurmuyor uyuz kocasına diye hayıflanmıştı Ekrem o anda.Kendi karısı olsa kıyametleri kopartırdı. “Armudun iyisini ayılar yer” diye boşuna dememişlerdi...
Yoksa hala seviyor muydu o herifi.?.. Öğrencilik yıllarında tanışıp evlendiklerini öğrendiğinde,
aşk evliliği olup olmadığını merak etmişti Ekrem. Selma “Bilmem...Canım gelinlik giyinmek istemişti herhalde” diyerek geçiştirmişti bu soruyu.
İçine de kızgınlıkla acıma arası bir duygu akışı oluyordu bu adamı her hatırlayışında.... Kıskanıyor muydu ne?.. Yok artık!...Daha neler!...Ne hakkı vardı ki kocasını kıskanmaya?... B
aşka biri olsa neyse.... Hem Selma merhametli bir
kadındı. “Olsa olsa acıyordur" sonucuna varıp rahatlamıştı.
“Bazılarını hayat sürükler bir yerlere,bazıları hayatı sürükler istediği yere” derdi Selma hep.. Demek ki kocası,hayatın kendisini önüne katıp sürüklemesine izin verecek kadar zayıf karaktere sahip bir erkekti. Silivri’de
babadan kalma bahçeli bir evde yaşadığını, psikolojik sorunları olduğunu ve tedavi gördüğünü anlatmıştı bir ara… “İyi bir adam ama kötü bir koca” diyordu özetle.
Bir bayan sürücü trafiği ihlal ederek, hızla solladı Ekrem’i. Ekrem direksiyonu sağa kırıp, camdan bağırdı , “hop hoooop!... Kullanmayı bilmiyorsan evinde otur, kim aldıysa altındaki arabayı, bırak ta o kullansın!... “Rezil karııı!...” Güzel bile değildi. Annesi, “
Allah çirkin şansı versin” derken tam da bunu kastediyordu demek... Bir kat daha şefkatle doldu Selma’ya karşı yüreği. Güzeldi ama bahtsız
kadındı... Dişiyle tırnağıyla kazıyarak kazanıyordu
ekmek parasını. Böyle sürtükler de, ya
baba, ya koca ya da
sevgili parasıyla zevk u safa içindelerdi...
Zavallı
kadının ne kocadan ne de
sevgiliden yüzü
gülmüştü. Varla yok arasıydı her ikisi de.... Hayatının hiç bir döneminde, sırtını dayayacağı bir erkeğin varlığını hissedememişti. Belki de üvey
babanın zulmünden bıktığı için vasat bir koca seçerek kendini koruma altına almak istemişti. Böyle olunca da hayatın tüm yükü onun omuzlarına binmişti ister istemez.
Ama iyi ki vardı Selma... İyi ki tanımıştı. Konuşup dertleşmek güzeldi onunla… Bu arkadaşlık böyle sürüp gidebilirdi. Arada bir büroda yalnız kalınca içip içip duygusal mesajlar çekmeseydi Selma’ya... Kıskançlık yapıp hesap sormalara kalkmasaydı. Şişede durduğu gibi durmuyordu ki bu meret. Üçüncü kadehten sonra Selma’nın
kadın olduğu geliveriyordu aklına. Hem de hoş bir
kadın. Nihayetinde sağlıklı bir erkekti o da.Ama dürüst davranmış bir b
aşkasına aşık olduğunu açıkça söylemişti.
Eyvah!..Geç kalacaktı.Bu saatte köprü trafiği de çekilmezdi...İkinci köprüden mi gitseydi acaba?.
Alel acele çıktı evden.Arabayı garajdan çıkarıp bastı gaza.Hava çoktan kararmış,evlerin ışıkları yanmıştı.
Evler... Binlerce evde binlerce bilinmedik yaşamın varlığı geldi aklına. İçi ürperdi birden. Kim bilir hangi
aşk acıları, hangi yürek sancıları asılıydı bu evlerin duvarlarında?. Hele şu
gecekondular... Kocaman apartmanların arasında, çarpık çurpuk görüntülerine rağmen, bacalarından çıkan duman mutluluk ve şefkat kokuyor gibi geliyordu Ekrem’e. Kendisi de böyle bir evde, sekiz
kardeşiyle büyümüş,her sabah
annesinin sobada kızarttığı sıcak
ekmek kokusuyla uyanmıştı güne.
Annesi gibi değildi şimdiki
kadınlar. Ne tesettürlü karısında ne de
sevgilisin de vardı
annesinin hoşgörüsü. Selma bazen tıpkı
annesi gibi saatlerce okşuyordu başını.
Selma’nın sevecenliği gelince aklına içi burkuldu. Şimdi hediyesiz giderse ne kadar üzülecekti kim bilir?.. Eskiden yollarda oyuncak ayı ya da balonlardan yapılmış kocaman kalpler satan adamlar olurdu. Hangi
cehennemdeydi bunlar?.. Zaten lazım oldukları
zaman bulunmazlardı!... Keşke gene görseydi de alsaydı Selma için.. Ama yoktu işte. “Bu da Selma’nın şansı işte, kısmet olmayınca olmuyor..” diye geçirdi aklından.
Köprüden önce ki son çıkıştaydı. Bari karşıya geçince bir
çiçekçi bulup
kırmızı güllerle gönlünü alayım diye düşündü. Biraz daha açtı radyonun sesini... “Güz
gülleri gibiyim, hiç bahar yaşamadım. Ya sevmeyi bilmedim, ya sevince geç kaldım”. Şarkının sözleri yüreğini titretti. Gerçekten de çok şey için geç kaldığını hissediyordu. Mesela Selma’yla delikanlılık yıllarında tanışsalar ve evlenselerdi, kim bilir ne kadar mutlu bir yaşamları olurdu. Onun gibi karısı olan bir erkek b
aşka hiçbir
kadına ihtiyaç duymazdı.
En güzel yılları
çocukluk yıllarıydı. Sevgi dolu bir evde büyümüştü Ekrem. Delikanlılık yılları pek kısa sürmüş, ailesinin uygun gördüğü bir kızla evlendirilmişti genç yaşta. Aşkı
sevdayı tanımadan,
baba oluvermişti peş peşe. Kocalıksa rutin bir görevdi, ne eksik ne fazla... Çevresinde ki herkes gibi abdestinde namazında bir adamdı işte.
Eve
ekmek getiren, yuvasına bağlı, dürüst çalışkan bir adam… Selma’nın gözlerinde ki sis
bulutu ve mırmırın karanlık, uzun çığlıkları çökmeden önce yüreğine...
MIRMIR... Sevdiği
kadına bu adı Selma takmıştı. Ona söylemediği tek şey
sevgilisinin adıydı. Zaten Selma da bu konuda ısrarcı olmamıştı. “Benim için ölür o, hiç sözümden çıkmaz, ama gururludur seni duysa kesin terk eder beni” demişti de bir keresinde, Selma da “Kedi gibi yani, sevilince mır mır, b
aşka tarafa dönersen tırmık “demiş böylece Mırmır kalmıştı adı. Kendisi bile bazen sevdiği
kadının gerçek adını unutur olmuştu.
İki gün önce beraberdi Mırmırla. “Çok değiştin sen, eskisi gibi sarılmıyorsun bana” demişti de ödü kopmuştu Ekrem’in. Selma’yı mı hissetti acaba diye paniğe kapılmış hemen karşı taarruza geçmişti. “Kızgınım sana da ondan. Ne
zaman arasam ya misafirin geliyor ya işin çıkıyor. Ayda bir ancak buluşabiliyoruz, bıktım mazeretlerinden!” diyerek durumu kurtarmıştı. Bazen kendisi de duygularından şüpheye düşmüyor değildi hani.
Selma’ya mı aşıktı yoksa?.. Neden her dakika onunla olmak istiyordu ki?
Neden onun sesini duymadan başlayamıyordu güne?.. Ya Selma onu hayatından çıkartırsa... Buna dayanabilir miydi?.. Kafası karmakarışıktı... Aynı anda iki kişiye aşık olamaz mıydı insan?.. Bunu Selma’ya da sormuştu birkaç kez, onunla her şeyi konuşabildiği
zamanlarda. Ama bu günlerde o da değişmişti. Mırmır dan söz etmesine tepki göstermeye başlamıştı.
Neler oluyordu bu
kadınlara?.. Aşık olunca en anlayışlısı bile kıskanç olabiliyordu. Bile bile lades dememiş miydi?.. Bilmiyor muydu hayatında b
aşka bir
kadının varlığını?
Sorumlulukları vardı ona karşı. Kimse bilmese de
gönül nikâhları vardı, ilk defa onun bakışlarında. filizlenmişti solan umutları,. İlk onun dokunuşlarıyla uyanmıştı duyguları... Kendini ilk, onun kalp atışlarında duymuştu… En yalnız en çaresiz hissettiği anda onun
sevdasıyla güç bulmuştu.
Birbirlerine aşık olduklarında evliydi ve ona olan
aşkı yüzünden boşanmıştı kocasından. Şimdi onu nasıl terk ederdi?.. Zaten Selma’nın da böyle bir talebi yoktu ama, onunla eskisi gibi her şeyi konuşamıyor olmak canını sıkıyordu biraz.
Nihayet girmişti köprüye. Adım adım ilerlese de geç kalmayacağını umuyordu. Bir de şu
çiçek işini hallederse... Telefon çalınca telaşlandı biraz. Selma arıyordu ve kesin geç kaldın diyecekti.
”Aşkımmm! Merak etme köprüdeyim. Yaklaşınca ararım seni çıkarsın. Sen hazır ol. Seni alırım gideriz hemen.”
“Tamam canım biliyorsun arkadaşlarım da gelecek. Hani sana bahsettiğim bir arkadaşım vardı ya on yıldır görüşmediğimiz... Face book’tan bulmuş beni o da gelecek, geç kalırsak ayıp olur.”
“Hangi arkadaşınmış o ?”
“Canım hani bahsetmiştim ya, aynı anda üç
sevgiliyi idare eden... Çok kafa kızdır... Bakma öyle olduğuna çok seveceksin.”
Hatırlamıştı. Zaten etrafında düzgün kim vardı ki?.. Manken geçinen orospular, entel geçinen lezbiyenler, kırılıp dökülen ibneler!..
Allah’tan bu
gece hepsini bir araya toplamamıştı. Bir tek ajansın koordinatörü Berrin ve Berrin’in kendinden sekiz yaş küçük nişanlısı Gökhan katılacaktı partiye.... Yani kendini adam sanan bir
çocukla içecekti bu akşam. Bu nasıl bir şeydi?.. Bir
kadın nasıl olurdu da kendinden çok küçük bir erkeğe aşık olur ona saygı duyardı?...
Bir de piyangodan çıkan şu eski arkadaş. Zaman
zaman anlatırdı Selma, evli ve üç
çocuklu bu arkadaşını. Biraz safçaymış kocası. Er geç boşayacağım bu herifi dermiş ama boşamadan da yapacağını yapıyormuş zaten.Üç
sevgilisini de gayet güzel idare eder,”Bu devirde bir
sevgili yetmez, biri mutfak masrafları için,biri
çocukların masrafı, diğeri de kılık kıyafete ancak yetişiyor” dermiş. Yıllarca eşiyle birlikte bu muhteşem üçlüyü taşımış hayatında da, kimsenin kimseyi ruhu bile duymamış.
Bunları duyduğunda
kadına karşı garip bir hayranlık duymaktan kendini alamamıştı Ekrem. Öyle ya, kendisi erkek olmasına rağmen hayatına tek bir
kadın girmişti ve
çocuklarından karısından arkadaşlarından gizleyerek sürdürdüğü bu ilişki yüzünden az stres yaşamamıştı. Şimdi bir de Selma vardı ve her şey daha da karmaşık bir hal almıştı. Kendini günaha batmış hissediyor, suçluluk duygusu beynini kurt gibi kemiriyordu. Yedi yılda ancak sindirebilmişti ilk ihanetini yüreğine.
İkincisi çok daha hızlı gelişmişti. Hem de ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olduğunu sandığı bir anda, ezdikçe şahlanan kopardıkça kök salan,örseledikçe burcu burcu şefkat kokan bir sarmaşık gibi sarıvermişti yüreğini...Bir türlü tanımlayamadığı bu yabani duyguya,
dostluk aşılayarak kontrol altına almaya çalışmış ama becerememişti. Biraz da Selma yardımcı olsaydı da yeniden sadece arkadaş olabilselerdi, nasıl da rahatlayacaktı.Ya da
aşkın azına kanaat etse,yüreğinde ki
sevdayı ölçüp tartmaya kalkmasa, kendini biraz daha iyi hissedebilirdi. Ama nerdeeee?..
Sıradan bir
kadın değil ki kolayca ikna etsin. Etrafı kalabalık, elli tane akıl vereni bir dolu hayranı var. Feleğin çemberinden geçmiş insanlara patroniçelik yapıyor Selma sultan. Daha gözüne bakar bakmaz okuyor karşısındakinin aklından geçenleri. Zaten Ekrem de iki kadehten sonra Selma’dan saklanmayı bırakıp, tüm çıplaklığıyla yüreğini görmesine izin veriyor ve böylece rehabilite oluyordu.
Selma b
aşkaydı... Ondan gencini, ondan güzelini görmüştü belki ama, o bamb
aşkaydı. Komple
kadındı!.. Ful aksesuarlı özel yapım bir porche gibiydi. İki dakikada yaptığı yemeğin tadına doyum olmuyordu. Anlayışlı sevimli, zekiydi… Girdiği her ortamı aydınlatıyor, insana güven
sevgi ve neşe veriyordu. Varlığı ne kadar mutluluk veriyorsa,yokluğu o kadar acıtıyordu. Sanki Ekrem’in hayatının bir yerlerinde her
zaman var olmuştu da,o bunun yeni farkına varmıştı.Sanki o çekip giderse yüreğinde kocaman bir boşluk oluşacak ve o güne kadar, önemsediği herkes bu boşluğun içinde yok olup gidecekti...
Zaman
zaman Selma’nın çektiği duygusal mesajları, olur olmaz saatlerde aramaları, Ekrem’i zora soksa da, onsuz bir hayat tatsız tuzsuz bir yemek gibiydi artık. Saatlerce göz göze sohbetleri, günde üç beş kez telefonlaşmaları dışında kalan
zamanda da, mutlaka birilerine ondan söz ediyor oluyordu Ekrem hayranlıkla. “Şöyle iyi böyle iyi
kadın, diye bir başlıyordu ve susmak bilmiyordu. Hep ondan söz etme ihtiyacı duyuyor, mutlaka bir konuyla alakalandırıp, ondan örnekler veriyordu. Karısı kızları akrabaları ve hatta mırmırı bile görmeseler de tanıyorlardı artık Selma’yı..
Arabanın camını açtı biraz. Şubat’ın başıydı ve dışarıda dondurucu bir soğuk vardı. Serin hava yüzüne çarpınca hemen geri kapadı camı. O arada fark etti köprünün ortalarında olduğunu. Köprü ışıl ışıldı. Selma her köprü geçişlerinde “
gül pavyon” derdi kahkahalar atarak... Ekrem’e ise birlikte içip sarhoş oldukları ilk
geceyi hatırlatıyordu köprünün ışıkları.
Ağustosun ortalarıydı ... Kapısı şıkır şıkır aydınlatılmış sıradan bir restorana atmışlardı kendilerini alel acele. Akşam üstü olmasına rağmen hava da boğucu bir sıcaklık ve nem vardı. Restoranın içi, dışına inat loş ışıklarla süslenmiş klimalarla serinletilmişti.
Birkaç kadeh bir şeyler içip bir iki lokma atıştırıp kalkacaklardı güya. Ama öyle olmadı. Kadehler peş peşe doldurulup boşaltıldı. Dostça başlayan sohbetlerinin yerini duygusal bakışmalar almış ve ilk defa o
gece Ekrem Selma’ya
“Ben senden hoşlanıyorum” demişti. Selma tatlı tatlı
gülümseyerek
“Ben de senden... Ne olacak şimdi?..” diye sorunca
“Bilmem” demişti Ekrem.” Senden çok etkileniyorum. Hiç aklımdan çıkmıyorsun, insan aynı anda iki kişiye birden aşık olamaz mı?..”
Selma’yı ayartmak değildi niyeti. Her
zaman olduğu gibi yüreğinden geçenleri söylüyordu ona. Akıllı
kadındı, dert ortağıydı ve kendisini ondan daha iyi anlayacak b
aşka biri olamazdı. Hoşlandığı
kadınla değil de sanki bir psikologla konuşur gibiydi.
“O’na olan duygularım eskisi kadar güçlü değil. Ama ondan vazgeçmem de mümkün değil. Bensiz yaşayamaz... Öldürür kendini. Ama sensiz de yapamam. Sen benim hayatımda ki en güzel şeysin. Sahi bir de torunum Zeliş var.”
”Boş ver, düşünme bunları, bir bu kadar daha yaşamayacağız, tadını çıkaralım bu anın “demiş ve elini tutmuştu Selma Ekrem’in. Gecenin sonunda kör kütük arabaya binmiş uzun uzun öpüşmüş, hiç konuşmadan koyulmuşlardı yola. Selma’yı Maltepe’deki
çocukluk arkadaşının evine bırakmış, kendi evine nasıl gittiğinin farkına bile varmamıştı...
Sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanmış,
gece olanları hatırlayınca, deliye dönmüştü. Nasıl olmuştu bütün bunlar. Ya şimdi Selma da pişman olduysa, ya bir daha görüşmek istemezse?.. Selma durumdan hoşnut olsa bile Ekrem bunu kendine nasıl yakıştıracaktı. Nihayetinde, kağıt üzerinde de olsa evli bir
kadındı o. Üstelik bamb
aşka bir ortamın
kadınıydı. Maddi açıdan kendisinden daha zayıf olsa da, her ortama girip çıkan popüler şımarık bir
kadın. Ekrem muhafazakar çevresinden içki içtiğini bile saklarken,bu durum duyulursa nasıl izah ederdi.Ya beraber olmak için her şeyi göze aldığı yedi yıllık
aşkı... Nasıl bakacaktı onun yüzüne?.. Düpe düz ihanet değil miydi bu?..
Diyelim ki bütün bunlar olmadı ve her şey iyi gidiyor. Selma’ya duyduğu
aşk Selma’nın susuzluğunu gidermeye yetecek miydi?.. Selma razı olacak mıydı Ekrem’in verdiği kadarına. Hayır hayır!.. Ne yapıp ne edip unutturmalıydı Selma’ya olanları. Ne vardı sanki öpüşecek?.. Bütün suç Selma’da idi... Direnmesi gerekirken kendi sokulmuştu arabada Ekrem’e... Çaresiz hiç bir şeyi hatırlamıyor numarası yapacaktı.
Gidip Selma’yı almış ve
gece olanları hatırlamıyormuş gibi davranmıştı. Zavallı
kadıncağız nasıl da ş
aşkındı. Ekrem yüzüne bile bakmıyor,nerdeyse hiç konuşmuyordu.
“Neler oluyor Ekrem? Nedir bu halin?.”
“Bak Selma ... Sen benim arkadaşımsın. Seni çok seviyorum ama hepsi bu kadar. Yani
kadın olarak hiçbir şey ifade etmiyorsun bana!.. Seni
kadın olarak görmüyorum bile?..”
“Dün
gece böyle demiyordun ama...”
“Dün
gece neler oldu bilmiyorum... Çok sarhoştum... Hatırlamıyorum... “Selma
gülümsemeye çalışarak “hatırlatayım istersen” diyecek olmuş Ekrem sert bir ifadeyle, “Lütfen Selma!.. Kapatalım bu konuyu demişti.”
O günden sonra bir hafta boyunca ne Selma Ekrem’i aradı ne de Ekrem Selma’yı... Çok özlüyordu can
dostunu Ekrem. Dayanamadı, iki kadeh içip aradı
Selma’sını.
“Canımmm! Küs müyüz?.. Ne
zaman görüşeceğiz?..”
“Hiç bir
zaman!.. Kimdeysen onda kal!..”
“Ben kimde olduğumu biliyor muyum ki... Kayboldum... Sana ihtiyacım var.”
“Söylediklerini unutmadım Ekrem!.. Sen beni
kadın olarak görmesen de ben bir
kadınım ve sen benim duygularımı incittin.”
“Hem de harika bir
kadınsın... Salak!.. Sen sevilmeyecek
kadın mısın?. Dört çarpı dörtsün be!... Anlamıyor musun?.. Seviyorum seni...”
Kim bilir kaç kez küsüp
barışmışlardı? Bir kaç kadeh içince
sevgili moduna geçiyorlardı, ayılınca arkadaşlık. Selma alışmıştı Ekrem’in med cezirlerine. Hatta artık hakaretlerine bile
gülüp geçiyordu çoğu
zaman..
Bir keresinde bir saatten fazla bekletmişti sahilde Ekrem’i. Ekrem çok sinirlenmiş ve Selma’yı görür görmez kükremişti
“Ne sanıyorsun sen kendini?.. Ancak sevdiğim
kadın bekletebilir beni böyle! Sen kim oluyorsun da beni bekletiyorsun?..” Selma
gülüp geçmişti aldırmaz bir tavırla
Ekrem öfkesini yenememiş,
“Ne kadar kötü kokuyorsun sen!.. Hangi parfümü kullanıyorsan değiştir!
Öffff!.. İğrenç!... “Selma gene
gülümseyerek,
“Tamam” demişti. “hangi parfümü kullanmamı istiyorsan al da kullanayım.” Ekrem sigara içmiyordu. Selma tam bir tiryakiydi. Sigara koktuğu için rahatsız olsa da kötü koktuğu doğru değildi. Ne
zaman duygularına yenik düşüp, Selma’nın yanında alsa soluğu, yüreği ona karşı öfkeyle dolup taşıyordu.
B
aşka bir gün de Selma’nın elini tutmuş okşarken “ellerin ne kadar çirkin! Parmakların köfte gibi! Bir de benimkine bak uzun ve ince.” demişti. Kendi bile kulaklarına inanamamış “bu kadarı da olmaz fazla ileri gittim galiba" diye düşünmüştü.
Selma’nın kalbini kırmaktan onu ezmekten büyük bir zevk alır olmuştu Ekrem. Ama her defasında çılgın bir sevişmeyle son buluyordu bu
savaş!.. Selma’nın koynunda kendini delikanlı gibi hissediyor, bitmez tükenmez bir enerjiyle dolup taşıyordu. Böyle
gecelerin sabahında tam bir doygunluk hissetse de Selma’nın yanından ayrılmak çok zor geliyordu. Kendi kendine kızıyor "daha ne istiyorsun ki?.. Vücudunun her santimetre karesini terinle ıslatmadın mı?.. Ne işin var hala bu çatlak
kadının yanında" diye söyleniyordu. Sadece sevişmekten değil, onunla
vakit geçirmekten aldığı keyfi hiç kimseden alamadığı için kızıyordu Selma’ya. Adeta bağımlısı olmuştu. Bunu düşündükçe,
güneşli bir gökyüzünün, yerini birden bire karanlık
bulutlara bırakması gibi allak bullak oluyordu yüzü!..
Acı acı çalan korna sesini duyunca
yeşil ışığın yandığını farketti. Arkadan korna çalan sürücüye bir küfür sallayıp yüklendi gaza. Köprüden çıkmıştı. Yirmi dakika sonra Akmerkezin önünden alacaktı Selma’yı.
Sağ tarafta bir
çiçekçi çarptı gözüne. Arabayı önüne çekip camı açtı ve seslendi.
“Delikanlııı!” Çocuk koşarak çıktı kapıya. Adres soracak sanarak
“Buyur ağabey” dedi.
“Oğlum bir demet
çiçek yap bana.”
“Hasta için mi nasıl olsun?”
“Yok, yok... Doğum günü...”
“Sevgilin mi ağabey orkide yapayım mı?..”
“Yok canım ne
sevgilisi, değer verdiğim bir hanım arkadaş işte. Şöyle uygun bir şey ayarla.
“Anladım ağabey” demiş ve iki dakikada
kırmızı beyaz güllerden oluşan demeti Ekrem’in eline tutuşturmuştu.
Ekrem ilk defa birine
çiçek alıyordu. Selma ile kutladıkları ikinci doğum günü olacaktı bu. İlki Ekrem’in doğum günüydü. Selma sürpriz yapmış
çiçeklerle ve orijinal bir parfüm setiyle çıkıp Ekrem’in bürosuna gelmişti.
Çok duygulanmıştı Ekrem. O güne kadar kimseden hediye almamıştı. Muhteşem bir duyguydu. Gözleri dolu dolu olmuştu... Kendisi ne yapmıştı peki?... Bayram yılbaşı geçmiş Selma’ya tek bir hediye bile almamıştı. Kim bilir ne kadar önemsiyordu Selma bu günü. Nasıl bir heyecanla bekliyordu Ekrem’in hediye paketini...
"Canım yaaa!.. Çok üzülecek... Odunsun sen oğlum odun!.. Sevilecek herif değilsin aslında! Boktan adamın tekisin!.." diye azarladı kendi kendini. Ama cebinde bol parası olsa neler almazdı ki şu an ona. Girer Akmerkez’e beğendiği o pırlanta yüzüğü hemen alırdı mesela. Aslında ucuz bir şey alıp geçiştirmektense hiç almamayı tercih etmişti. Yoksa esirgemezdi Selma’dan parayı pulu. Ne
zaman ihtiyacı olsa az çok borç para vermiyor muydu?.. Üstelik ödemesi içinde hiç sıkıştırmıyordu onu.
Hatta geçen hafta Selma ilk defa düpe düz “harçlığım yok bana biraz para ver” dediğinde Ekrem cebindeki paranın yarısını çıkartıp vermemiş miydi?.. Üstelik bu sefer borç olarak almadığı gün gibi açıktı. Kendisi için para harcayacak bir erkeğin
özlemini çekiyor olmalıydı. Bu güne kadar evinin hem erkeği hem
kadını olmuştu Selma. Kimseden karşılıksız beş kuruş kabul etmemişti. Ama huyu değişmişti son günlerde. Etrafında ki sürtüklere benzemeye başlamıştı.
O gün ona cebinden çıkartıp verdiği para içine oturmuştu Ekrem’in. Gerçi Selma ilk defa yapmıştı böyle bir şeyi. Deniyor muydu Ekrem’i acaba?.. Ne kadar güçlü görünse de nihayetinde
kadındı işte... Bir erkek tarafından şımartılmak hoşuna gidiyor olmalıydı. Sonra birden hatırladı... On gün kadar önce Selma, Ekrem’i ziyarete iş yerine gelmişti. Tam çaylarını yudumlarken bir telefon gelmiş ve mırmır’a aldığı çamaşır makinesinin götürülmesi için adres istemişlerdi. Selma’nın o an da kıskançlıkla baktığını hissetmiş ve “Makinesi bozulmuş ta” diye gevelemişti. Belki de kendisi için neler yapabileceğini görmek istemişti.
Bir keresinde Ekrem “Aşk nedir sence ?..” diye sormuştu da, Selma “Neyin eksikliğini duyuyorsan onu bulduğunu sandığında hissettiğin şeydir
aşk” demişti. Peki sen en çok neyin eksikliğini duyuyorsun?” dediğinde ise “Her bakımdan güçlü bir erkeğin beni düşünüyor olması” diye cevap vermişti.
Ama Ekrem böyle biri değildi ki... Nesine vurulmuştu Selma o’nun?... Karanlık bir ormanı hatırlatan kara gözlerine mi?.. Boyuna posuna mı?.. Çok daha yakışıklı herifler dolanıyordu etrafında... Çok daha zengin olanlar da vardı... Hatta hem yakışıklı hem zengin hem de kendisine aşık erkeklere dönüp bakmıyordu bile... Ekrem’den ne diye beklenti içine giriyordu ki?.. "Düpe düz aşık bu
kadın bana. Hem de kör kütük aşık!...
Zavallı kendini koruyup kollayacak bir erkeğe ihtiyaç duyarken, tutup benim gibi bir kıymet bilmeze çarpıldı. Bende yakışıklı adamım be!.. Ben de olsam bana aşık olurdum hani” diye söylendi
gülümseyerek. Aslında eskilerde olduğu gibi dört
kadın almak mümkün olsaydı ve bir de onlara hakkıyla bakabileceği parayı bulsaydı, hiç üzer miydi Selma’yı?..
Üniversitede okuyan küçük kızı, Zeliş’inin
annesi büyük kızı, karısı,
sevgilisi, hepsine yetişmeye çalışırken bir de Selma’ya yetmesi mümkün değildi ki Ekrem’in. Tamam, iyi hoştu Selma ama,esas amacı Selma ile
aşk yaşamak değildi ki zaten. Sadece
dostluğu yeterdi ona. Bir de Selma’nın zengin ve züppe arkadaşlarından birkaç müşteri edinmekti tek derdi. İşte o
zaman seve seve maddi yardımda bulunabilirdi Selma’ya. Hiçte zoruna gitmezdi doğrusu. Hem canım manken mi artist mi bu Selma?.. Ne diye para yedirecekti ki ona?.. Karşılıklı değil miydi duyguları?... Şöyle çıtır çıtır bir hatun olur da,kafaya almak için para harcarsın… Selma nasıl olsa cepte...
Kendini çok daha iyi hissetmeye başlamıştı. Selma’ya hediye almak zorunda hissetmiyordu artık kendini. Nasıl olsa kızsa da fazla dayanamaz affederdi Ekrem’i. Etmezse Ekrem bir yolunu bulur gönlünü alırdı yedi yıllık
aşkına bile
çiçek almamışken Selma’ya elinde
çiçeklerle gidiyordu işte.Daha ne istiyordu?..
Her şeyin ilkini Selma yaşatmıştı ona. “Tatlı Selma... Akıllı,hoş, güzel Selma. Kocaman yürekli, duygusal Selma. Ne yazık ki hayat geç karşılaştırdı bizi... Yoksa sen tam benim istediğim
kadındın” diye mırıldandı Selma yanında oturuyormuş gibi... Kaç kez torunuyla bile konuşturmuştu telefonda Selma’yı. Zeliş görmeden sevmişti Selma teyzesini. Evdekilere bahsedecek diye ödü kopuyordu her seferinde ama gene de hoşuna gidiyordu sevdiği iki kişiyi telefonda da olsa konuşturmak...
Gülümseyerek dikiz aynasından kendine baktı. “Aşık mısın yoksa lan bu karıya?” diye sordu aynadaki yüzüne... “Üstelik daha bir yudum bile içmedin! Selma’ya “Seni seviyorum ama Mırmıra aşığım” dediği bir gün Selma, “Yanılıyorsun” demişti.
“Aşk hoyrattır, kırıp döker!.. Sevgi korur kollar... Sevdiğin o, senin. Aşık olduğun benim!.. Çünkü kavgan benimle... Ona toz kondurmazken, beni sürekli incitiyorsun. Kendini de beni de kanatmaktan zevk alıyorsun. Ama bu seni korkutmasın. Aşk gelip geçicidir. Gün olur biter. Kalıcı olan
sevgidir. Yani ona haksızlık ediyormuşsun gibi düşünme. Hiç bir
aşk sonsuza kadar sürmez. Aşkı fazla abartıyorsun... Asıl ona aşık olduğunu söyleyerek sevdiğin
kadına haksızlık ediyorsun. Aşk, grip gibi bir şey işte. Ateşlenirsin; sen,sen olmaktan çıkarsın bir süre,ama sonunda iyileşirsin. Bir b
aşka
zaman b
aşka yerde yeniden yakalanırsın. Yani
aşkının yerini b
aşkaları alabilir. Ama sevdiğinin yerini kimseler alamaz... “Hiç böyle düşünmemişti Ekrem... İlginç ama mantıklı tespitleri vardı bu
kadının. O’nun yanında kendini çırıl çıplak hissediyordu bazen... Çok zekice bir açıklamaydı.
O andan itibaren Selma’ya “
aşkım” diye hitap etmekte bir mahsur görmemişti. Gene de iradesini elinde tutmak için insanüstü bir çaba sarfediyordu. Selma’ya tamamen teslim olmaktan korkuyor, yüreğinin direksiyonu elinde olsun istiyordu.
Şimdi kalkıp “sana aşığım” dese,yetecek miydi bu Selma’ya?.. Hiç sanmıyordu. Hep daha fazlasını isteyecek, canından bezdirecekti onu. Kadındı sonuçta!.. Her
kadın şımartılmak ister, şımartıldıkça artardı istekleri.... O’na bu fırsatı vermeyecekti.
Heyecan’ının dorukta olduğu
zamanlarda bile ilk hamlenin Selma’dan gelmesini bekliyordu. Selma’nın ellerinde garip bir elektrik vardı. Teninde dolaştıkça zevkten dört köşe olup salı veriyordu kendini. Sihirli miydi neydi o eller?... Aynı coşkuyla cevap vermek yerine, kendini o ellerin ritmine bırakıyor sevmeden sevilmenin tadını çıkartıyordu aklı sıra. Böylece sorumluluğunu almamış oluyordu Selma’nın. Sırf Selma maddi ve manevi beklenti içine girmesin diye. Yoksa o da bilirdi bir
kadına nasıl davranılacağını... Aklı o kadarına yeterdi yetmesine de, bütçesi yetmezdi. Bir de mırmırı vardı. Biricik
aşkı...” B
aşka bir
kadınla öpüştüğünü anlarsam asla öpemem seni” demişti. Bu yüzden öpmek istemiyordu Selma’yı. Ama Selma’nın kendisini öpmesine de bir itirazı yoktu. Yeterince acı çekmişti. Yeniden aşık olup aynı acıları çekmeye tahammülü yoktu. Üç
kadının istekleriyle baş edemezdi.
Al işte, doğum günü krizi yaşanmak üzereydi. Ucuz bir şey alsa, o beğenmeyecekti, pahalı bir şey almaya da gücü yetmemişti... En iyisi alıştırmamaktı böyle şeylere... .Neyine yetmiyordu
kırmızı güller?...
“Aloo, canım beş dakikaya kalmaz ak merkezin önündeyim”
“Tamam
aşkım. Daha erken, ben üst kattayım, arabayı park et gel bir
kahve içelim.”
Ne yapmaya çalışıyordu bu
kadın?.. Kendisine bir şeyler aldırmak için onu alış veriş merkezine mi çağırıyordu?..
Bu
kadın böyle değildi eskiden. Hep şu orospu arkadaşları veriyordu ona bu akılları. Ama yemezdi Ekrem bu ucuz numaraları. Hediye almamıştı ve almayacaktı, işte o kadar!..
“Yok yok, in sen ön kapıya, trafik var geç kalırız canım.”
“Tamam öyleyse iniyorum.”
Bunu da atlatmıştı. Kendisiyle gurur duyuyordu. Akıllı adamdı vesselam. Çiçekleri yanındaki koltuktan alıp camın önüne koydu. Selma görsün de surat asmasın diye. Yağmur atıştırıyordu hafiften. Selma titreyerek bekliyordu sağda. Tam önünde durdu. Elinde paketler vardı. Alış veriş etmişti herhalde. Kapıyı açıp oturdu Selma, Ekrem’in yanına.
“Selam canım! Hoş geldin. Ayy!..Bu
çiçekler bana mı?..”
“Evet
aşkım, kusura bakma sana hediye alamadım.” Selma inanmamış olacak ki, soru dolu bakışlarla baktı Ekrem’in gözlerine...
“Olsun canım önemli değil, sen geldin ya...” Sonra elindeki paketleri uzattı Ekrem’e
“Bunları sana aldım
aşkım ...”
“Ne yani?... Kendi doğum gününde bana hediye mi aldın?..” Sinirlenmiş ve utanmıştı.
“Mahsus mu yapıyorsun?.. Sırf beni ezmek için yapıyorsun bunu değil mi?.. Vallahi şimdi dönüp giderim!..” Arabayı sağa çekip sert bir frenle durdurmuştu.
”Saçmalama!” dedi Selma,” ne alakası var, içimden geldi aldım. Geçen hafta da sen bana para vermiştin gidip kendim için bir şeyler almıştım ya... Ben de sana bir şeyler almak istedim. Hem bunları bugün almadım ki,üç gün oldu. Sana söylemiştim telefonda, deri ceket ve bir kazak aldığımı, unuttun mu?.. Bedenini sormuştum ya?” Doğru, sormuştu ve bunu unutmuştu Ekrem. “Geçen hafta verdiğim paranın beni rahatsız ettiğini hissetmiş olmalı” diye geçirdi aklından. “Özür dilerim
aşkım” diyerek açtı paketleri. Koyu
kahve deri bir ceketle, sütlü
kahve yün bir kazak çıktı paketlerden. İçine ılık ılık bir şeylerin aktığını hissetti Ekrem. Aşağı yukarı ona verdiği para kadar ödemiş olmalıydı. Kesin anlamıştı o paranın içine oturduğunu... Bu
kadından da bir şey saklanmıyordu. Kitap gibi okuyordu insanı.
Aslında paragöz bir adam değildi Ekrem, ama bir
kadın tarafından kullanılmış olmaktan nefret ediyordu.Yoksa yanına gelip giden kaç arkadaşına çıkarıp çok daha fazlasını vermişti geri gelmeyeceğini bile bile. Ama hoşlandığı bir
kadının kendisini aptal yerine koymasını hazmedemezdi. Selma o gün öyle bir emrivakiyle para isteyince bozulmuş ama gene de çıkartıp vermişti.Neydi Selma’nın niyeti?.. Bu şekilde onu ne kadar sahiplendiğini mi ölçmeye çalışıyordu acaba?.. Kendisiyle cebindekini paylaşıp paylaşamayacağını mı anlamaya çalışmıştı?.. Sonra da o’na verdiği tutar kadar hediye alıp “amacım seni kullanmak değildi, al paranı” mı demek istemişti?...
“Soldan, soldan gireceksin, dikkat et!.. Ne kadar dalgınsın!” Nasıl dalgın olmasın ki?.. Geceye bir sıfır önde başlamıştı Selma. Şimdi kafeye gidince kopacaktı kıyamet.
“Kimler var ”
“Berrin’le Gökhan bizi bekliyor. Bir de o eski arkadaşım gelecek erkek arkadaşıyla. Hepsi bu, rahat ol... Geldik zaten dur şurada.”
Kapıda mekanın çığırtkanları koşarak karşıladı arabanın anahtarını onlara teslim edip indiler. İçeriye girdiklerinde Berrin ayağa fırlayıp sarıldı Selma ya. Birazdan mekan sahibi gelip sarıldı Selma’ya” Nice yıllara Selmacığım... Masanı beğenmediysen hemen değiştirelim. Burası senin yerin sayılır, keyfine bak canım tamam mı?.. Bir isteğin olursa da sakın çekinme.”
Burası da tanıdık yerdi demek. Selma’nın cebinde beş kuruş olmasa gene de aylarca kraliçeler gibi yaşayabilirdi. Bu durum Ekrem’in hem hoşuna gidiyor, hem de bir erkek olarak gittikleri mekanlarda para ödememek kanına dokunuyordu. Sırf bu yüzden yüklü bahşişler bırakarak onurunu kurtarmaya çalışırdı bazen. Ama bu denli sevilen bir
kadının, kendisini seviyor olması da fena halde gururunu okşuyordu.
Nihayet yerleştiler masaya. Garsonlar masayı donatırken Berrin bir paket uzattı Selma’ya
”Şekerim, program başlamadan şu hediye faslını da bitirelim”
“Teşekkür ederek alıp açtı paketi. Siyah balıkçı yaka yün bir badi çıktı içinden.
”Tam da istediğim gibi canım benim” dedi Selma. Bu sefer de Gökhan minik bir paket uzatarak,
””Nice yıllara ablacığım.” Heyecanla açtı paketi. Üzerinde serpme pırlantalar olan
mavi taşlı bir kolye çıkınca içinden bir çığlık atıp sarıldı Selma Gökhan’a...
“Tanrım!.. Sen ne düşünceli, ne zevkli
çocuksun... Boşuna sevmiyor bizim kız seni!..”
Bir kez daha utanmıştı Ekrem.... Tam anlamıyla gıcık olmuştu Gökhan’a. “Benim gibi zor kazanmıyor ki piç kurusu!.. Babadan zengin velet!.. İşleri de tıkırında tabi, atar havasını” diye söylendi ağzının içinde. İyi ki almamıştı hiçbir şey. Ne alsa bu zibidinin aldığından daha iyi olmayacaktı nasılsa. En azından daha önceden hediyesini verdiğini z
annetmişlerdi.
Selma Ekrem’in bozulduğunu anlayıp ona doğru dönerek “Bak
aşkım,bugün senin istediğin gibi giyindim beğendin mi?” Farketmişti farketmesine de, şımarmasın diye ses çıkarmamıştı. Hanım hanımcık olmuştu. Açık saçık değildi bu sefer, ne göğüs dekoltesi vardı ne de bacakları açıktaydı. Siyah bir pantolonla
yeşil bir gömlek giyinmiş, renkli bir kolyeyle süslemişti kıyafetini. Çok güzel görünüyordu. Diğer masalara göz gezdirdi ve Selma’nın kulağına eğilerek “Aşkım, buradaki
kadınların en güzeli sensin, hiç biri eline su dökemez” dedi. Selma’nın yeni yaşı şerefine kalktı ilk kadehler. Yan masada ki üç genç
kadın dönüp baktı... Onlar da kadehlerini havaya kaldırarak
gülümsediler. Belli ki merhabaları vardı. Yanlarında bir tek erkek olmadan böyle bir yerde eğlenmeye gelen bu üç
kadın tuhafına gitmişti Ekrem’in, Bu saatte hangi cesaretle?...
Tekrar doldu kadehler, tekrar boşaldı. Tam çakır keyf olmuştu, elini yavaşça Selma’nın sandalyesinin arkasına attı, Selma’ya dokunmamaya dikkat ederek...T am bu sırada çaldı Selma’nın telefonu, yolu tarif ediyordu. Alkışlar eşliğinde fasıl da başlamıştı.
"Bu
gece benim
gecem, bu
gece bizim
gecemiz, cama vuran her damlada seni hatırlıyorum ve sana olan susuzluğumu” Ekrem bir taraftan kısık bir sesle şarkıya eşlik ederken, diğer taraftan Berrin’in omzunu, öpücüklere boğan Gökhan’ı izliyordu. Alkolün verdiği rahatlıkla, Gökhan’ı sevimli bulmaya bile başlamıştı. Berrin sıcak kanlı bir
kadındı ama Ekrem için sadece bir
gecelik hayalini kurabileceği bir
kadın olabilirdi ancak. Arada bir küçük kaçamaklar yapmak istemiş ama asla becerememişti. Utangaç olması mı, engellemişti onu yoksa inançları mı?.. Bilmiyordu.... Ama kaç
kadını gömerse gömsün yüreğine, Mırmırın da Selma’nın da yerini dolduramazlardı.
Sandalyesini biraz daha yaklaştırdı ve elini tuttu Selma’nın. Selma sevildiğini hissetmenin keyfiyle,
gülümseyerek minnetle baktı Ekrem’e.
“En güzel günlerini demek bensiz yaşadın, demek bensiz yaşadın....”
Tam bu sırada yeniden çaldı Selma’nın telefonu. Müzik sesinden karşı tarafı duyamamış olacak ki, masadan kalkıp kapıya yöneldi.
On yıldır görmediği fettan arkadaşı gelmişti demek. Erkekleri parmağında oynatan profesyonel bir orospu olmakla övünen şu utanmaz
kadını merak etmeye başlamıştı doğrusu. Çok mu güzeldi?.. Selma’nın arkadaşı olduğuna göre en az kırk beşlik olmalıydı. Artık durulmuştur diye düşündü...
Acaba ne demişti Selma kendisi için?...Sevgilim mi arkadaşım mı ?..Kesin
sevgilisi olduğunu söylemiştir çatlak. İlla önünü kesecek ya!..Ne var sanki tutsa çenesini....Yakışıklı adamdı,onunla ilgilenecek
kadınların varlığını hissetmek istiyordu.Sevgilisi olduğunu söylemezse,zengin görüntüsüne de bakarak belki de ilgilenirdi Ekrem’le.
Sahi erkek arkadaşıyla gelecek demişti Selma. Hem kimse Selma gibi olamazdı canım!... Zor
kadındı ama değerdi doğrusu. Müthiş keyif aldığı tek
kadındı o. Üstelik herkes tarafından sevilen popüler bir
kadın.... Dominant görüntüsünün ardına gizlenen sevimli geyşasıydı Ekrem’in. Kendini şanslı hissedip
gülümseyerek döndü, Selma’nın sesine. Kapıda birileriyle konuşuyordu, kerli ferli, şişman bir adam vardı yanında, birde
kadın... Durmadan renk değiştiren ışıklar ve masaların etrafında oynayan çılgınlar yüzünden tam olarak seçemiyordu ama,
kadın tanıdık gibiydi... Kalabalığı yararak kendilerine doğru ilerlemeye çalışıyor ve aynı anda kıkırdayarak konuşuyorlardı.
Kadının yüzü sisler içinde belirginleşerek yaklaşmaya başladı. Aman
Allahım!.. Ne çok benziyordu Mırmıra!..O muydu yoksa?.. Yok canım!.. Ne işi vardı onun burada?.. Hem o yanında ki adam da kimdi?.. Sevmezdi ki o böyle yerleri!.
Birden kan beynine sıçradı!.. Selma!.. Sakın Selma bir oyun oynamış olmasın!... Telefonundan numarasını alıp, her şeyi anlatmış olabilirdi?..Her şey beklenirdi bu
kadından!.. Kıskançlıktan kuduruyordu zaten... Kendisi de az kırmamıştı gururunu... İntikam peşinde olabilir miydi?... Düşünceler kılıç kalkan ekibi gibi saldırdıkça, sandalyeden masanın altına doğru kayıyordu. Bir avuç kalmıştı sanki...Yer yarılsa da yerin dibine girse,kimse görmeseydi onu. Şimdi bir rezalet çıkacak ve kepaze olacaktı elaleme!.. Kesin burada kameralarda vardır diye geçirdi aklından.Çoluk çocuğun maskarası olacaktı bu yaştan sonra...
Bu oydu!.. Daha net görebiliyordu, emindi. Bir eliyle yüzünü saklamaya çalıştı. Her yanını ter bastı… Biraz daha kaydı sandalyesinden... Sol göğsü kızgın bir demirle dağlanmışçasına yandı birden...
“Aşkım sana bahsettiğim arkadaşım Hacer...” İliklerine kadar titrediğini hissetti.
Başından aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Kâbus olmalıydı bu. Uyanmalıydı hemen. Son bir gayretle açıp gözlerini,
kadının gözlerine baktı. Ş
aşkın bir ifadeyle tıslayarak, “Ekreeemm!” dedi
kadın...
Birden başı dönmeye midesi bulanmaya başladı. Her yer kararmıştı.
Hiçbir şey görmüyordu. Kulaklarında çınlayan son ses kendi adıydı ve bu ses kocaman bir uğultu olup yutmuştu Ekrem’i...
Gözlerini açtığında bir hastane odasında buldu kendini. Karşısında genç
bir doktor
”Geçmiş olsun Ekrem bey, kefeni yırttınız çok şükür... Kalp krizi geçirdiniz. Şansınız varmış ki bende sizinle aynı mekanda eğleniyordum. Eşiniz de sabaha kadar uyumadan başınızda bekledi.
Selma Ekrem’in serum takılı elini okşayarak
gülümsüyordu… Gözleri kıp
kırmızıydı. Doktor odadan çıkınca “Beni çok korkuttun hayatım” dedi. “Bilmiyordum,”çok üzgünüm...”Birazdan karın kızların ve torunun Zeliş gelecek.”Ben gitmeliyim.”
Önce, okşadığı elini yavaşça kaldırıp avucunu ,sonra alnını uzun uzun öperek, kalkıp ardına bile bakmadan çıkıp gitti odadan.
Selma’nın
gözyaşı ıslatmıştı Ekrem’in alnını. Yaşadıkları onca şey bir anda gelip geçti aklından.Yüreğinin en derin dehlizlerinde saklayıp, paslandırmaya çalıştığı
sevdasını haykırmak istedi peşinden. Ama sesi çıkmadı. İki damla yaş olup aktı pişmanlıkları yanaklarından... Mırmır nerdeydi?.. Selma ile aralarında neler geçmişti? Bunları hiç bir
zaman öğrenemeyecekti... Yıllarca aptal yerine konmuş olmak ta umurunda değildi artık!..
İlk defa yaşlandığını hissediyordu, gidenler geri gelmeyecekti biliyordu… Şimdiye kadar her yenilgiden sonra, yeniden ayağa kalkacak gücü bulmuştu kendinde. Muhtemelen gene bulacaktı ama ne eski tadı olacaktı hayatının,ne de uçarı heyecanı... Ne kırık hazzı, ne mağrur saltanatı.... Yoksul
aşkları da olmayacaktı artık, yorucu
sevdaları da...
Bir hastanenin kafesinde başlayan,
gönül oyunu,b
aşka bir hastane odasında son bulmuştu. Yeniden başa dönebilse, ondan esirgediği her şeyi serebilse önüne,konuşabilse yüreğinden geçenleri, öpüp okşayabilse, sıkılınca oturup içebilseler birkaç kadeh eskisi gibi... Sevdikçe çoğalsalar, çoğaldıkça mutlu olsalar…
Kalkıp koşsa mıydı ardından?... Tutup kolundan “yokluğunu bana bırakıp gitme!..Beni benimle bırakma, çünkü en çok kendim acıttım kendimi... Beni benimle yakma... Bak,
ölümün o ıslak nefesini hissederken bile, ben yalnız seni düşünüyorum... Çünkü sana ihtiyacım var, çünkü ancak seninle bütünüm!..Beni yarım bırakma...” dese mi idi?..Yoksa kapasa mı idi gözlerini, o huzurlu o karanlık sonsuzluğa?..
O’nu tekrar görebilme ihtimalini düşüncelerinden koparıp, inancına yerleştirmek istedi, yapamadı… Girdiği ortamı aydınlatan
kadın, giderken ışığını da beraberinde götürmüştü...
Ve
aşk, kırık bir aynadan yansıyan, iki ayrı
kadın yüzü değildi artık!...