- 1395 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
CEBİR DERSLERİ
Annem o son sonbaharın telaşlı yağmurlara ev sahipliği yaptığı sabahının çok erken saatinde ablamı giydirip - kuşattı, tuttu elinden bindi şirket-i hayriye’nin baca numarasını şimdi hatırlayamadığım yandan çarklısına kayboldu Sirkeci yönünde.
Annemin; babamın nöbette oluşundan yararlanan daha kararlı, özgür ve cesur kıldığı ses tonunun yüksek volümünden anladım ki bir gece önce ablamı, babamın nöbette olmasından istifade ile Tomas Fasulyeciyan’ın tiyatro kumpanyasına götürecek yarın sabah. Nasıl olsa en azından iki gün daha gözükmez babam ortalarda. Hesaba göre nöbetin bir günü, buna ilaveten nöbet uzadı adı altında Pangaltı’da madam Despina’nın evindeki kaçamağın da bir günü var ki. Rahatlıkla tüm kayıt işlemlerini tamamlar, Fasulyeciyan’ın programına uygun düşerse ablamın ilk provasını bile izler. Sonra da vakit rahatlığı içinde Şehzadebaşı’ndan Süleymaniye’ye, oradan Mercan’a düşüp Namlı pastırmacıdan yüzelli-ikiyüz gram pastırma alır, mısır çarşısında dolaşırlar; evimizde eksikliği bilinen ne kadar ot, çiçek vesair nebatat varsa ondan şu kadar bundan bu kadar toplar ve Sirkeci’ye vapurun ezberlenmiş hareket saatinin on – on beş dakika öncesinde vasıl olunur. Eğer birde cesaretini toplayabilirse çantasının o gizli cebinde özenle sakladığı hanımeli cıgarasının narin ve incecik bedeninden masmavi bir akşam dumanı savurur, ablam sade gazozunun içindeki sakız leblebilerini sayarken.
Ama evdeki hesap, çarşıya uymama geleneğini sürdürmeye devam edecekti. Ve bunun hesabı da hep atlanıyordu.
Gerçi Sirkeci-Üsküdar vapuru annemin hanımeli’ si son nefesini vermeden yanaşmıştı rıhtıma ama babamın da evimizin kapısında çizmelerini gıcırdatan at arabası; annemle ablamı Sirkeciye götüren baca numarasını bilmediğim sabah yandan çarklısı belki tam yanaştı-yanaşacak iken Sirkeci rıhtımına şaklatıvermişti kırbacını.Babamın nöbeti uzamamıştı.
Babam; annenle ablamı evde bulamayınca çok kızdı. Bana sordu nereye gittiklerini. Duyduklarımı söyledim. Daha çok kızdı. hem anneme hem de Despina’ya ağıza alınmayacak küfürleri gözlerinden, şakak kemiklerinden, masaya vurduğu yelkovan yumruklarından mitralyöz gibi sıralayıp durdu. Sonra, benimle hiç konuşmadı hatta yüzüme bile bakmadı. Arada kalkıp pencereye yöneliyor, gözlerini Sirkeci yönüne doğru kısarak dikiyor sonra tekrar gelip masaya oturuyor ve yelkovan yumruklarını masaya sıralamaya devam ediyordu.
Derken; akşam daha da çok erken kararıverdi. Yandan çarklı iskeleye yanaşırken salıverdi kapkara dumanlarını Üsküdar’ın belki de bizim gökyüzümüze. Babam yandan çarklının geldiğini anlayınca koltuğunun yönünü evimizin giriş kapısına doğru çevirdi, oturdu ve gözlerini kısarak bu kez kapıya dikti ve beklemeye başladı.
Başımı ellerimin arasına aldım. Çalışmakta olduğum cebir dersleri kitabım masamın üzerinde idi. Başım ellerimin arasında, gözlerim açık, yüzümü kitabıma bastırdım. Kitabın kapağında ne yazdığını bilmesem bu kadar yakından bakınca okumak mümkün olamıyordu ve bir şeyleri daha iyi okumak, daha iyi görmek ve daha iyi de öğrenmek için daha uzaklarda yer almanın (ama en arka sıralarda değil) daha doğru olacağı gibi bir hayat dersini bu akşam alıp yaşam felsefesi sepetime yerleştirdim. Başım ellerimin arasında,
Yüzüm kitabıma neredeyse yapışmış, gözlerim açık, cebirde dolaşıyorum sisler arasında bir sabah gölünde kürek çeker gibi.
Birden annemle ablamın telaşlı ayak seslerini duydum. anlamış gibiydiler babamın geldiğini. Ayak seslerinin telaşlı ve bir o kadar korkulu adımlarla evimizin kapısına doğru yaklaştıklarını, kapıyı yavaşça açtıklarını, babamın koltuğundan doğrulduğunu, annemle ablamın ayakkabılarını çikarip ellerindeki küçük paketleri sessizce portmantonun üzerine bırakırken yan gözle babamı izlediklerini görmedim ama duydum, hissettim ya da. Ve babamın elini beline attığını, uzun namlulu ve toplu tabancasını annemin üzerine doğrulttuğunu, sonra dört el silah sesini, kan ve barut kokusunu, ablamın çığlıklarını.....
Koşuyorum, ablamın çığlıkları peşimden geliyor. Ve iki el silah sesi daha. çığlıkları duymuyorum artık. Koşuyorum, Tunusbağı’ndan Bağlarbaşi’na doğru. Dört bir yanım yemyeşil . mevsim şartlarının aksine. adını bilmediğim binlerce kır çiçegi.
CEVAT ÇEŞTEPE
YORUMLAR
aslında hiç yabancı olmadığımız bir hayat öyküsü.nedense o tabanca bele takılınca erkekler,daha bir erkekleşir,daha bir babalaşır.
sadece bir gezinti sevdasına düşen ana kızın,döndüğünde vahşice ve acımasızca katledilişi.gerçekten büyük suç.ne işleri var değil mi,dışarda ,orda burda.tabi baba haklı.en iyisini yapmış.vursun takır,takır.
bilemiyorum,anlayamıyorum.silah taşıyan biriyle evli olmak,yaşamak cesaret isteyen bişeydir.bende galiba bu yüzden çok cesurum.artık silah evin bir ferdi oluyor.bazen erkeğin gözünde ailesinden bile ileri geldiğini,arkadaş ve iş çevremizde görüyorum.
yazık,yazık.ibret verici bir hikaye.keşke sonu daha farklı bitseydi.
şunu herkes bilmeliki;basit bir olay yüzünden,erkeğin o çok güvendiği delikli demiri,kendinden zayıf birine,hele bir kadına yöneltmesi,acizliktir.
bazen köşe bucak saklanır silah,acaba kavga edince kafama yine dayayacakmı diye sürekli diken üstünde yaşamak kadar bıktırıcı birşey yoktur.
bu yüzden benim hakim olduğum bir aletin,bana zarar vermesi ihtimalini unutmak en iyisi.böylece kullanmayı düşünen acizde karşısındakinin cesarretinden korkar.
bu en büyük erkekliktir.
tebrikler şair dost,şiirde olduğu kadar,öyküde de çok basarılısınız....
hüzünlü olsada keyifli okumlardayım..
film sahnesi gibi canlandırmak istedim aklımda anlatınlanları ..
zaten okurken gizli kahramanları olmuyormuyuz bizlerde..
devamını okumak isterim dalda asılı kalmasın efendim
tebriklerim büyükçe iliştirdim sayfanın köşesine...
***sevgilerimle***
güzeldi..
teşekkürler paylaştığınız için.
Elimde hikayeniz, satır aralarında gezerken İstanbulun
geçmişinde yaşadım, aniden çalan bostancı vapurunun sesiyle irkildim, günümüze döndüm. Kesif bir hüzün vardı yazılanlarda muhteşemdi.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu ve daha nicelerini, hatırlattı bana
Roman tarzını niye düşünmüyorsunuz, bu hikayeyi kaleme alabilen bir kalem o tarzdada başarılı olur kutluyorum sizi ve kaleminizi.
Saygılarımla...
Öyküyü keyifle okudum ve kurgu diye sesli düşündüm, sonundaki melodramdan dolayı...
Öğrencilik yıllarımın geçtiği İstanbuldada mini bir gezinti yaptırdı öykü..özellikle Şehzadebaşı, Mercan...şirket-i hayriyede tebessim ettirdi o yıllardaki isminden dolayı..
Zevkle ve tebessümle okudum...
Sevgiler..