- 1236 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
UNUTAMIYORUM
Evimizden çıktığımda çıkmaz sokağın içindeydim.
Güneşin ilk ışınları ne kadar da parlak ve keskindi.
Çakır Ali’ nin köşede durdum...
Bacalardan yayılan duman kokusu bile ne hoştu.
Kömüşler, inekler ve de danalar tek sıra olmuşlar, Behiye halam arkalarından yavaş ve sallanarak geliyordu.
Duman kokusuna karışan inek dana ve kömüş mayısları da olmasa ne işe yarardı bu çıkmaz sokak.
Çocuksuz çıkmaz sokak olur mu? Çocuklar olmadan bizim sokağı anlamak, yaşamak imkansız.
Totik çeviren çocukların sesini ,kamçı şaklamaları ile duymak ne güzel.
Urguç halamın fırınından yayılan delikli köy ekmeğinin kokusu ve güneşi saklayan, bacasının bir tarafı yıkılmış ahşap evler nelere şahit olmuşlardır kim bilir…
Öğlen yaklaşıyordu ve aşağıya götürmeye başladı beni ayaklarım. Belediye meydanı neden bu kadar kalabalıktı ki sanki... Bu meydanı hiç böyle kalabalık görmemiştim, biraz yaklaştım. Devasa bir demir yığını idi bu kalabalığın sebebi. Köye ilk gelen dozer miş meğer… Benimle beraber burunlarını çekerek gelen diğer çocuklar da, hayret dolu bakışlarla izliyorduk bu kocaman demir yığınını…
Adının palet olduğunu sonradan öğrendiğimiz demir kıvrımları nasıl da iz yapmıştı yerlerde. Taşları kırmış un ufak etmişti adeta… Eksozundan çıkan gaz kokusu bizim kömüşlerin ve de bacalardan çıkan duman kokusunu bastırıyordu… Fırında pişen delikli köy ekmeğinin kokusunu ise çoktan unutmuştuk... Dozerden bir adam indi…Pala bıyıklı, meşin gocuklu… Dağılın çocuklar, dediğin de hepimiz uzaklaştık oradan…Ağır adımlarla belediye personelinin yanına yürüdü… Selamlaştılar. Hep birlik te Muzaffer abinin lokantasına yöneldiler.
O lokanta ki, sabahları kelle-paça çorbasını öğlenleri kurufasulye ve pilavını başka hiçbir yerde bulamayacağınız bir yerdi…Kurufasulyenin içerisinde küçücük kaburga parçaları öyle güzel pişerdi ki, yerken o kaburga parçacığını hep en sona sakladığım hala aklımda. Çocukluk arkadaşlarımla lokantanın penceresine tırmanıp içeriyi gözetlemeye koyulduk. Biraz önceki pala bıyıklı, meşin gocuklu adam öyle bir iştahla yiyordu ki, bizim belediye personelinden bir ikisi o adamı seyretmekten yemekleri hala tabaklarında kaşık bekliyordu. Birden, Muzaffer abinin babası Donzuma dayının bastonunun acısını bacaklarımda hissettim…İnin leeenn… Diye bağırması ve bastonun acısı ile yıkılıvermiştik pencerenin dibine..
Ebehanımın Kemal , Çakır Erdoğan, Hayribağın İlhan ve ben…
Bizleri uzaktan seyreden Ruhi nin Tamer, Niyaz Dayının Ragıp ve Menteş’ in Senayi kıs kıs gülmekteydiler…
Ne o dozeri, ne delikli ekmek kokusunu ne de Donzuma dayının bastonunun acısını unutabiliyorum
Vedat ESER
OCAK 2008