- 734 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SONUMUZ YİNE TOPRAK
Avuçların sıcaklığıyla ısınmıştı içi, uyku mahmurluğuyla savrulurken toprağın üzerine. Bir damlaydı üzerine düşen nasibi, çiftçinin alın teri. Toprak da, toprak serpildi üzerine. Zifir karanlık, mahpus damlarının rutubet kokan havasında ruhu daraldı önce. Ve çok günler bekledi, güneş gelir ümidiyle. Güneşin resmini çizdi hayaline ve bekledi. Bekledi belki bir gün gelir diye.... Güneş gelmezdi, ancak güneşe gidilirdi; ama bunu nereden bilirdi ki!
O gün ince bir sızıyla uyandı, derin uykusundan. Kendisinden kopan bir parçanın acısıydı bu. Kopan ama ayrılmayan, ya da ayrılan ama kopmayan!.. Toprağı hissetti, ayrılan parçasının teninde. Bir parçası aşağıda, bir parçası yukarıda, ikisi de kendisiydi! Şaşırdı kaldı; şaşırdı ilk aydınlığa filiz verdiğinde, şaşırdı ilk güneşi gördüğünde. Kendisiydi güneşe boy atan, parçasıydı artık toprakta kalan. Mahpusları dünya bilenin, dünyaya yeniden gelişiydi sıradan olmayan...
Güneşe baktı, etrafına baktı... Daha binlerce filiz, yalnız değildi, sevindi...
Geceyi bildi, boyun eğdi uyudu. Güneşe uyandı, güneşle ısındı, boy attı güneşe doğru. Rüzgâra bel büktü, dans etti yoruldu.
Yüzlerce güzel çiçek içinde, en güzel olduğunu düşündü. Ve gece oldu, yoruldu uyudu... İçinde, içinden bir dal verdi; el misali, dal oldu, yaprak oldu, yapraklar oldu... Ömrü günlere bölünmüştü, yaşlandı, ömrü tükenmekte. En büyük zevki güneşi seyretmekti, o da dağların ardına girmekte. Üşüdü, büzüldü ve uyudu.
Sesler duyuyordu rüyasında; gök gürlemekte toprak sarsılmakta, rüya kâbus olmakta. Sıkıldı terledi. En derinlerden bir acı; içi koptu içinden, acıyla uyandı. Bu rüya değildi, birisinin avuçlarındaydı şimdi. Korku ağır bir taş misali yüreğinde. Görünce bir parçasını, aşağıda yere serili. Hatırladı avuçlarda ki kokuyu alınca. Bu daha çok küçükken, avuçlardan toprağa serpildiği eldi...
“Bir avuç, hayat oldu toprağa serpilirken; bir avuç, ölüm oldu ekin diye biçilirken...”
Ölümünde de hayat vardı, iğnelerden geçirilip iplere asılırken! Zincirlere vurulmuştu, sıkıldı, üzüldü, kurudu ve sararıp soldu. Toprağı özledi. Topraktaki rutubet kokan karanlığına razıydı, çuval içinde kamyona yüklenirken. Uzunca yol gitti, bitmişti yolculuk, birisinin sırtında indirilirken. Serildi bir tezgâha, tezgâh, en keskin giyotin… İnce ince kıyıldı, kıyılırken canı yandı, rengi değişti. Kimseler duymasa da, “yeter! Yeter artık,” diye bağırdı. Sonra; sonra beyaz urbalara girdi, kefen gibi. Başına da sarıdan bir şapka geçirildi. Daha binlercesi, yan yana, dizi dizi… Bir araya geldi yirmisi, bir pakette, hepsi kendisi gibi.
Sandı, ömrü raflarda geçecek; olmadı. Birisi para verip aldı. Şimdi birisinin cebindeydi, şimdi de o birisinin parmaklarının ve dudaklarının arasında.
Bu koku? Hatırladı kokuyu alınca. Bu, daha çok küçükken, avuçlardan toprağa serpildiği eldi...
“Bir avuç, hayat oldu toprağa serpilirken; bir avuç, ölüm oldu ekin diye biçilirken...”
Sevindi; sevinci kısa sürdü, çakmağın kor alevine yanarken… Kül oldu, bir parçasından ayrılırken. Bir parçasıyla rüzgârlara savruldu, uçtu, toprağa düştü ve aslına kavuştu…
Tüm Kerem’ler de Aslı’larına kavuşsun efendim. Saygılarımla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.