- 1765 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZELİŞ
ZELİŞ
Henüz yeni doğmuş bir bebekken, annesi tarafından çocuk esirgeme kurumunun kapısına bırakılıp terk edilmişti. Sabahın erken saatlerinde işinin başına gitmek üzere olan Osman bey, bir bebeğin ağlama sesini duydu. Sesin geldiği yöne doğru gidip baktı ve demir kapının önüne, kaldırım taşlarının üzerindeki basamağa bırakılan bebeği yerden aldı. Osman bey; bu soğuk havada hiç acımadan, hangi vicdansız annenin yavrusunu bırakabileceğine anlam verememişti. Kucağındaki bebekle birlikte, esirgeme kurumundaki odasına gitti. Bebeğin üşümüş olabileceğini düşünerek elektrikli ısıtıcıyı da çalıştırdı. Bebeğin battaniyesini açtı ve içinde not yazılı bir kağıt çıktı. Osman bey kağıdı okumaya başladı, kağıtta aynen şunlar yazıyordu;
“Kızımın adı Zeliha’dır. Henüz üç aylıktır. Yavrumu bırakmamak için çok direndim fakat olmadı. Mecbur kaldım, başka çarem yoktu. Onun da benim gibi sefalet içinde bir hayat sürmesini istemedim. Onu bulan kişinin Zeliha’ma benden çok daha iyi bakacağına inanıyorum ve ne olur kızımı cahil bırakmayın, onu okutun. Bu son anlarını yaşamakta olan bahtsız bir annenin isteğidir.”
Osman bey okudukları karşısında o kadar etkilenmiş olmalı ki, yanaklarından süzülen gözyaşları elindeki kağıda akmıştı. Sonra da bebeğin yüzüne derin derin bakıp, parmaklarıyla yanağını okşadı.
“Yuvana hoş geldin Zeliş bebek. Yuvana hoş geldin tatlı kız. Annen bahtsız olduğunu yazmış, ama sen bahtsız olmayacaksın güzel bebek.”
Aradan uzun uzun seneler geçti. Zeliş bebek büyümüş, altı yaşına gelmişti. Afacan, tatlı, cıvıl cıvıl bir kızdı Zeliş. Uzun dalgalı sarı saçları, yeşil gözleri, tombiş yanakları ile her görenin dikkatini çekiyordu. Çok sevimli, bir o kadar da güzel bir kız çocuğu olmuştu Zeliş bebek. Çocuk esirgeme kurumundaki tüm çocuklar onu çok seviyor, kurumun oyun bahçesinde çeşitli oyunlar oynuyorlardı. Kurumun müdürü olan Osman bey, çocukların müdür babasıydı. Çocuklar tarafından çok seviliyordu. Osman bey ne zaman oyun bahçesine gitse, çocuklar oyunlarını bırakıp, Osman bey’in etrafını sarıyorlardı. Öğretmenlerine bile aldırış etmeden, hep bir ağızdan başlıyorlardı bağırmaya;
“Müdür baba bize masal anlat. Müdür baba bize masal anlat…”
Çünkü müdür babaları masalı, herkesten çok daha güzel anlatıyor ve masalın iç dünyasına götürüyordu çocukları. Sonunda Osman bey dayanamayıp başlıyordu anlatmaya masalı. Masalı anlatırken de Zeliş’i kucağına alıp, sanki öz kızıymış gibi bağrına basa basa masalın tek kahramanı yapıyordu onu.
Kurumdaki bütün çocukları ayrım yapmadan seviyor, tek tek ilgileniyordu onlarla. Fakat Zeliş’in yeri bir başkaydı Osman bey’in yanında. Ne de olsa yıllar önce küçük bir bebekken, soğuk bir havada bulmuştu Zeliş’i. Osman bey evli ve bir erkek çocuk sahibiydi. Oğlu henüz on yaşındaydı. Ara sıra oğlu Ercan’ı da Çocuk Esirgeme Kurumu’na getiriyor, orada ki çocuklarla kaynaşmasını, oyunlar oynamasını istiyordu. Evde yalnızlıktan sıkılan ve iç dünyasına dönük olan Ercan için, güzel bir ortam değişikliği oluyordu.
Özellikle Zeliş; afacanlıklarıyla Ercan’ı kızdırıyor, onunla oyunlar oynaya bilmek için, türlü yaramazlıklar yaparak Ercan’ı oyunun içine katmaya çalışıyordu. Aslında bu hem Zeliş’in hem de Ercan’ın hoşuna gitmiyor değildi. Zeliş oyun bahçesindeki salıncağa oturuyor, Ercan’da onu iterek sallıyordu. Osman bey odasının penceresinden bakıp ta onları öyle görünce, mutluluğu ikiye katlanıyordu. Çünkü; bir oğlu varken, bir tane de dünyalar güzeli kızı olmuştu. Bu kızın, kendisine Allah’ın bir hediyesi olduğunu düşünüyordu. Osman bey Zeliş’in her şeyiyle yakından ilgileniyor, onun iyi bir şekilde yetişebilmesi için özenle çaba gösteriyordu.
Müdür bey’in bu küçük kıza karşı olan ilgisi, kurumdakilerin de dikkatini çekmişti. Herkes biraz da Müdür bey’den çekindiklerinden olsa gerek ki; Zeliş’e karşı daha özenli, daha dikkatli davranıyorlar, onun üzülmemesi için sanki özel bir çaba sarf ediyorlardı. Arkadaşlarıyla, müdür babasıyla çok mutlu bir çocukluk geçiriyordu bu güzel kız. İlkokula gitmek, okumak istiyordu. Kendi çabalarıyla, bir çok sayı ve alfabeyi öğrenmişti bile. Zeliş çok meraklıydı. Öğrenme isteği ile doluydu. Her gördüğü, aklına takılan her şeyi soruyor, öğrenmek istiyordu. Zaten okula gitme yaşı da çoktan gelmişti. Osman bey onun eğitimi ile yakından ilgileniyor, elinden geldiği kadar ve okuyabildiği yere kadar Zeliş’i okutmak istiyordu. Çünkü bu her şeyden önce Zeliş’in annesinin isteğiydi. Bu isteği yerine getirmek Osman bey için çok önemliydi.
Zeliş’in ilkokula kaydı yaptırılmış ve okula başlamıştı bile. Zeliş ilkokula gitmenin sevinciyle derslerini zamanında yapıyor, derslerde öğretmenini dinliyordu. Okulda çok başarılı bir öğrenciydi. Öğretmeni de, arkadaşları da onu çok seviyordu. Acısıyla tatlısıyla, kâh ağlayarak, kâh gülerek, aradan tam beş yıl geçmişti. Zeliş onbir yaşına gelmiş ve Osman bey’in büyük destek ve yardımıyla, İlkokulu başarıyla bitirmişti. Diplomasını eline alıp müdür babasının yanına geldi, elini öpüp başına koydu. Başını kaldırıp müdür babasının gözlerinin içine baktı.
“Her şey ama her şey için, yaptıkların ve yapacakların için çok çok teşekkür ederim. Her şeyimi sana borçluyum müdür baba. Benim hayatımdaki en anlamlı ve en önemli insansın. Bu diploma benim değil, senin başarının belgesidir aslında.”
Osman Bey Zeliş’in o minik ellerini avuçlarının içine alarak önce onları öptü, sonra da yeşil gözlerine bakarak;
“Olur mu benim güzel Zeliş’im. Olur mu benim can kızım, canım kızım, canımın özü kızım. Hiç önemli değil. Sen yeter ki oku. Sen okumak istedikçe, ben seni okuturum. Senin okuyabildiğin yere kadar, ömrümün vefa ettiği yere kadar senin yanındayım. Bir gün emeklerimin boşa gitmediğini göreceğim güzel kızım. Ve dahası bu diploma senin başarının, daha da başarılı olacağının belgesi. Bunu hiç bir zaman unutma kızım.”
Ve Zeliş’i kucağına oturtup, yanaklarından öptü, sarı saçlarını okşadı.
Zeliş çok mutluydu, şimdi önünde orta okul ve lise vardı. Okulunu başarıyla okuyup bitirmeli, müdür babasının emeklerini, ona olan güvenini boşa çıkartmamalıydı. Tek isteği okuyup Öğretmen olabilmekti. Okuma yazma bilmeyen çocuklara, okumayı ve yazmayı öğretmek istiyordu. Dahası o küçük çocuklara güzel bir yaşam verebilmeyi istiyordu. Zeliş; müdür babasının ve eşi Fadile hanımın isteği üzerine hafta sonları Evci çıkıyor, hafta sonlarını burada Ercan’la birlikte oyunlar oynayarak, kitap okuyarak, eğlenerek geçiriyordu.
Fadile hanım Zeliş’i çok seviyor, onu kendi öz kızı gibi görüp, bağrına basıyor, onunla ilgileniyordu. Bu durumdan son derece memnundu Zeliş kız. Çünkü aile özlemini burada onlarla gideriyor, onları gerçekte kendi ailesi, gibi görüyordu. Osman bey ve ailesiyle birlikte, çok güzel bir yaz tatili geçirmişti Zeliş. Okulların açılmasına daha bir hafta vardı. Bu bir haftayı sabırsızlık içinde bekliyordu güzel kız. Çünkü bu yıl orta okul birinci sınıfa gidecekti. Bunun verdiği heyecanla birlikte, sevinçten yerinde duramıyordu.
Ercan’da bu yıl lise birinci sınıfa başlayacaktı, oda çok mutluydu. Derslerinde başarılı bir çocuktu ve babasının emeklerini boşa çıkartmak istemiyordu. Ercan okuyunca doktor olmak, hastaları iyileştirmek ve insanlara hayat sunmak istiyordu. Zeliş ara sıra Ercan’a orta okulla ilgili meraklı sorular soruyor, aldığı cevaplar karşısında kendi kendine hayaller kuruyordu. Zeliş’in hayal dünyası çok zengindi. Kendini mutlu etmeyi, insanlara mutluluk vermeyi seviyordu. Bu onun vazgeçilmez yaşam kurallarından biriydi.
Zeliş orta okula başlamış, kendine sistemli bir ders çalışma planı hazırlamıştı. Boş zamanlarında kütüphaneye giderek araştırmalar yapıyor, hoşuna giden kitapları alıp okuyordu. Zeliş’in dersleri çok iyiydi. Osman bey ara sıra okula gidip, Zeliş’in öğretmenlerinden durumunu öğreniyor, başarılı bir öğrenci olabilmesi için, elinden geleni esirgemeden yapıyordu.
Üç yıl aradan sonra Zeliş ortaokul’u da başarı ile bitirmiş, lise birinci sınıfa geçmişti. Yine diplomasını eline alarak Osman bey’in yanına gitti. Bu mutluluğunu ilk olarak onunla paylaşmak istiyordu. Ne de olsa Osman bey, onun müdür babasıydı. Zeliş öyle mutluydu ki; müdür babasına binlerce kez teşekkür edip, ellerini öpüyor, yanağını öpüyor ve boynuna sarılıyordu. Osman bey’de Zeliş’i öpüp, sarı saçlarını okşayarak; “Eğer ben senin babansam, hiç teşekküre gerek yok kızım. Ben babalık görevimi yapıyorum. Sınıfını geçerek, böyle takdirnameler getirerek, bana olan teşekkürünü fazlasıyla yapmış oluyorsun zaten.”
Zeliş; mutluluktan akan gözyaşlarını silerek, müdür babasına bakıp;
“Bana hayatımı armağan ettin, her şeyimi sana borçluyum. Seni utandırmayacağım, çok çalışıp daha da başarılı olacağım.”
Bu arada Ercan da, babasının yanına onu görmek için ziyaretine gelmişti. Ercan lise’yi başarı ile tamamlamış, girmiş olduğu üniversite sınavını bile kazanmıştı. Doktor olabilmesi için önünde az bir yolu kalmıştı. Osman bey bir kolu ile oğlu Ercan’a sarılmış, diğer kolu ile de Zeliş’e sarılmıştı. Onları başarılarından dolayı kutluyordu.
“Emeklerimi boşa çıkartmadınız, beni utandırmadınız evlatlarım. Çok mutluyum. Daha da mutlu olacağımıza inanıyorum.”
Zeliş’le Ercan, Osman bey’in Çocuk Esirgeme Kurumundaki odasından müsaade isteyip çıktılar. Oyun bahçesindeki, oyun oynayan çocukların yanına gittiler. Bir müddet buradaki çocuklarla vakit geçirdikten sonra, Zeliş eski günlerdeki gibi salıncağa bindi. Sonra da Ercan’a seslenip.
“Ercan, beni sallar mısın?”
Zeliş salıncakta oturuyor, Ercan da onun sallanması için salıncağı itiyordu. Her şey tıpkı eski günlerdeki gibiydi.
Zeliş’te Ercan’da çok mutluydular. Zaman zaman bir araya gelerek, eski günlerden konuşup, çocukken yaşadıkları anılarını hatırlayarak gülüyorlardı. Birbirlerine şakalar yapıp, eğleniyorlardı. Genellikle Zeliş merakını giderebilmek için, Ercan’a okulla ilgili sorular sorup, cevaplar almaya çalışıyordu. Zeliş’in öğrenme isteği bir türlü son bulmuyordu. Öğrenmeliydi, çünkü hayatta öğrenecek o kadar çok şey vardı ki.
Zeliş lise’ye, Ercan’da üniversite’ye başlamıştı. İkisinin de hemen hemen bütün vakitleri ders çalışarak geçiyordu. Ancak hafta sonlarında, Zeliş evci çıkıp ta müdür babasının evine gittiği zaman, bir araya gelebiliyorlardı. O zamanı da sohbet edip, yemek yiyerek, bahçede ailece okey oynayarak, gülüp eğlenerek geçiriyorlardı. Hafta sonlarının, Zeliş’in yanında ayrı bir yeri ve anlamı vardı. Hayatının en mutlu anlarını burada, ailem dediği bu insanlarla geçiriyordu. Fadile hanım Zeliş’i çok sevdiğinden dolayı, kendi öz kızı gibi görüyordu. Zeliş’in yeşil gözlerine bakıp, ellerini ellerine alarak;
“Bak güzel kızım; şu an da onbeş yaşındasın. Eğer kurumda kalmak istemeyip, burada bizimle yaşamak istersen, Osman’la konuşayım resmi işlemleri bir an önce yaptırsın. Ne dersin güzel kızım? Hem biz de çok mutlu oluruz. Biz seni öz evladımız olarak görüyor ve öyle bağrımıza basıyoruz. Ama burada, senin fikrin bizim için çok daha önemli yavrum.”
Zeliş duyduklarına inanamamış, çok şaşırmıştı. Büyük mutluluk içinde Fadile hanımın boynuna sarılıp, onu öpüyor, ne kadar mutlu olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Daha sonra;
“Çok sevinirim Fadile anne. Benim için öyle çok şey yaptınız ki, size yaptıklarınızdan dolayı minnet borçluyum. Hele burada, sizlerle birlikte yaşamak demek, benim için aileme kavuşmuş olacağım demektir.”
Fadile hanım Zeliş’in bu kadar mutlu olacağını tahmin bile edemiyordu. Zeliş’i hiç bir zaman Ercan’dan ayrı tutmamışlardı. Ercan için ne yaptılarsa, Zeliş için de aynısını yapmaya özen göstermişlerdi. Fadile hanım, Zeliş’in ellerini hala bırakmamış, avuçlarında tutuyordu.
“Bak Zeliş kızım; sana daha önce de söyledim. Sen bu evin kızı, bizim de evladımızsın. Bu konu da anlaşalım, tamam mı? Şimdi salona gidelim ve bu müjdeyi Osman la Ercan’a da verelim olur mu?”
Ve ikisi birden sevinç içinde, mutfakta yaptıkları konuşmayı burada bitirip, salona Osman bey’le Ercan’ın yanına gittiler.
Fadile hanım konuyu onlara da açtı. Zeliş’in artık kurumda kalmasının bir anlamı olmadığını, resmi işlemleri tamamlayıp, kendileri ile yaşamasının daha iyi olacağını ve Zeliş’in de bunu çok istediğini söyledi. Tüm aile mutluluk içindeydi. Osman bey; “Hemen pazartesi günü işlemleri başlatıyorum öyleyse. Umarım her şey yolunda gider de bir aksilik olmaz.”
O günü mutluluk içinde geçirdiler.
Zeliş ise; uyumak için girdiği yatağında, bir aksilik çıkmaması ve işlemlerin yolunda gitmesi için, uzun uzun Allah’a dualar etti. Ailesi yerine koyduğu bu insanlarla, birlikte yaşayacağının sevinciyle, sabaha kadar hayaller kurup, güzel güzel rüyalar gördü. Ertesi gün olduğunda; ilk iş olarak Osman bey resmi işlemleri başlatmış, her şeyin sorunsuz olması için çaba gösteriyordu. Bu arada Zeliş lise’ye, Ercan’da üniversite’ye başlamıştı bile. Her şey yolundaydı. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Zeliş’in ailesine kavuşabilmesi için resmi yanıt gelmişti.
Osman bey müjdeyi vermek için sabırsızlanıyordu. O gün Zeliş’i yanına çağırdı. Fadile hanım’a telefon açıp onu da çağırdı. Ercan üniversite de olduğu için ona da, okul çıkışı eve geldiğinde söyleyeceklerdi. Fadile hanım’da, Zeliş’de heyecan içinde Osman bey’in yanına gelmiş, sabırsızlık içinde sonucun ne olduğunu bekliyorlardı. Osman bey masasına oturup Zeliş’e bakarak;
“Gel güzel kızım, yanıma gel de sana bir sarılayım.”
Zeliş Osman bey’in yanına gidip, boynuna sarıldı. Fadile hanım ise; merakla bekliyor, bir yandan da anlamaya çalışıyordu.
“E hadi Osman; söyle hadi?Sonuç ne? Zeliş artık bizimle beraber mi? Yoksa değil mi?”
diyerek cevap almaya çalışıyordu.
Osman bey sesindeki büyük sevinç coşkusuyla, Zeliş’e sıkı sıkıya sarılarak;
“Evet hanım, Zeliş artık bizimle kalacak, bundan böyle resmen de evimizin kızı.”
Zeliş, Osman bey’in boynuna sarılıp öpüyor;
“Çok teşekkür ederim müdür baba. Çok teşekkür ederim. Eğer olmasaydı siz yine benim ailemdiniz. Ama sizlerle birlikte yaşamak demek, benim için aileme kavuşmuş oldum demek olacak. Bunu bilmenizi isterim.”
Zeliş daha sonra Fadile hanımın yanına gelerek, boynuna sarılıp onu da öptü. Başını kaldırdı ve Fadile hanımın yüzüne bakarak;
“Size de çok teşekkür ederim Fadile anne. Siz olmasaydınız belki de böyle bir mutluluğu yaşayamayacaktım. Belki de hep yetimhanelerde kalacaktım. Sizin gibi bir aileye asla sahip olamayacaktım. Size çok şey borçluyum. Sizin sayenizde oldu. Eğer siz bana o gün söylemeseydiniz, ben asla düşünüp te bunu size söyleyemezdim belki de. Hepiniz çok iyisiniz…”
Yuvadan ayrılma vakti gelmişti. Zeliş eşyalarını toplayıp, yıllarını geçirdiği arkadaşlarıyla tek tek vedalaştı. Fadile hanım da, Zeliş’in eşyalarının arabaya taşınmasına yardım ediyor, bir yandan da mutluluk dolu ifadeyle;
“Hadi Zeliş kızım acele et. Osman baban arabada bizi bekliyor. Daha sonra gelirsin arkadaşlarınla vedalaşmaya.”
Arkadaşlarının “hoşça kal Zeliş, sakın bizleri unutma” sözleri arasında arabaya bindi. Arabada giderken başını geriye çevirip, arkadaşlarına ve geride bıraktığı anılarına bir kez daha baktı, sonra da onlara el salladı.
Eve geldiklerinde akşam olmuş, hava çoktan kararmıştı. Ercan da okuldan gelmiş, onları bekliyordu. Pencereden dışarı bakan Ercan, onların geldiğini görünce kapıya doğru koşup onları karşıladı. Sonra da merak içinde;
“Anne bu eşyalar kimin? Zeliş yoksa bir yere mi gidiyor?”
Annesi sevinç içinde, sesindeki mutluluğu yansıtırcasına, yüksek sesle;
“Hayır oğlum, Zeliş hiç bir yere gitmiyor. Bundan böyle bizimle birlikte yaşayacak. Sana söyleme fırsatı bulamadık, resmi işlemler tamamlandı ve Zeliş ailesine, biz de kızımıza kavuştuk.”
Zeliş için önceden hazırlanan odaya, hep birlikte eşyaları taşıyıp yerleştirdiler. Akşam yemeğinde ise, tek konuşulan konu Zeliş oldu. Herkes çok mutluydu. O gece ailesine kavuşmanın mutluluğu ile yatağına yatarak güzel rüyalar gördü Zeliş kız.
Güzel günler birbirini kovalamış. ilkbahar yaşanmış, ardından yaz gelmiş. Yaz bitmiş ardından kış gelmiş, geçmiş. Mevsimler birbirini kovalarken, güle oynaya aradan tam üç yıl geçmişti. Zeliş kız büyümüş on sekiz yaşına gelmişti. Güzel ve alımlı bir genç kız olmuştu. Liseyi başarı ile bitirip, girmiş olduğu üniversite sınavını da kazanmıştı. Hem de o çok istediği öğretmenlik bölümünü okuyacaktı artık. Ercan ise, derslerinde başarılı ve azimli bir öğrenciydi. Doktor olmayı çok istiyordu, ve bunun için okulunun 3 yılını geride bırakmıştı bile. Zeliş ile Ercan hep birlikte vakit geçiriyorlar, gezmeye çıkıp, alış veriş yapıyorlardı. Neredeyse yaz tatilinin, hemen hemen her gününü beraber geçiriyorlardı. Ara sıra Zeliş yurda gidiyor, orada kalan arkadaşlarını ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlere zaman zaman Ercan da eşlik eder olmuştu. Zeliş nereye gitmek istese, Ercan da onunla gidiyor ve yalnız bırakmıyordu.
Ağustos ayının bu güzel sıcak günlerinden bir gün, Zeliş evlerinin bahçesindeki havuzun kenarına oturmuş, elini havuza sokup suyla oynuyordu. Bu sırada yanına Ercan geldi, Zeliş’in yanına oturarak;
“Ne yapıyorsun burada kaçak? Bakmadığım yer kalmadı, seni arıyordum?”
Zeliş Ercan’ın yüzüne bakarak;
“Neden arıyordun ki, hayrola?”
Ercan biraz mahcup tavırla, biraz utanarak Zeliş’in yüzüne baktı. Sonra gözlerini ondan kaçırarak sordu.
“Zeliş sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. İnan bana, şu an bu durumda bir daha olmak istemezdim her halde. Yalnız söyleyeceklerimi iyi dinle, eğer cevabın ‘hayır’ olursa, sana söylediklerimi unut lütfen. Eğer cevabın ‘evet’ olursa, işte o zaman unutmana gerek kalmayacak. Hayatının en güzel anısı olarak hep hatırlarsın umarım.” Zeliş Ercan’ın söylediklerinden hiçbir şey çıkaramamıştı. Acaba Ercan ne söyleyecekti? Merakla Ercan’ın yüzüne bakıp, yumuşak bir ses tonuyla;
“Evet Ercan seni dinliyorum, ne söyleyeceksin bana?”
Ercan söyleyeceklerinden ve duygularından son derece emindi aslında. Ancak bunları nasıl söyleyecekti, nasıl açıklayacaktı hislerini ona, bunu bilmiyordu. Çünkü yapacağı konuşmadan sonra, Zeliş’i tamamen kaybede de bilirdi. En azından şimdi, onu görebiliyor ve onunla güzel vakit geçirebiliyordu. Bu büyünün bozulmasından da korkuyordu. Ve bir an da tüm cesaretini toplayıp, Zeliş’in ellerini sudan çıkarıp ellerine aldı ve o yeşil gözlerine bakarak;
“Ne olacaksa olsun artık. Çünkü daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Seninle ama sensiz geçen her an, bana acı veriyor Zeliş. Ben seni çocukluğumdan beri seviyorum. Önceleri; bu sevgi geçici bir şeydir diye düşündüm. Kendi kendime, gelir geçer dedim. Ama olmadı. Gün geçtikçe kanıma, damarlarıma, iliklerime kadar işledin. Kalbime söz geçiremez oldum artık. Okuldayken bile, her anım seni düşünmekle geçiyordu. Şu yaz tatilini, iple çektim inan bana. Senden vazgeçemem Zeliş. Benim için son derece önemlisin, özelsin ve ekmek kadar, su kadar değerlisin. Biliyorum; bu yaptığım hiç hoş bir şey değil. Biz aynı evde kardeş gibi büyüdük, ancak ben seni hiç bir zaman kardeş olarak görmedim, göremedim. Çünkü seni çok sevdim Zeliş. Ama eğer bana karşı sende bir şeyler hissediyorsan, lütfen cevabını hemen ver ki, biraz rahatlayayım. Eğer hiç bir şey hissetmiyorsan onu da söyle. Fakat daha sonra bütün bu konuştuklarımı unutup, hiç bir şey olmamış gibi yaşantımıza kaldığımız yerden devam edelim. Şimdi söyle bakalım, sen ne düşünüyorsun Zeliş?”
Ercan duygularını açıkladığı için biraz rahatlamış, fakat alacağı cevaptan dolayı tedirgin olmuştu. Ancak çok utanmış ve yüzü kıp kırmızı olmuştu. Zeliş ise duydukları karşısında şaşırmış, ne diyeceğini bilememişti. Ercan’a bakamıyordu. Bir an da; ellerinin hala Ercan’ın avuçları arasında olduğunu fark etti. Kalbi küt küt hızla atıyordu. Çok heyecanlanmıştı. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı. Ve aniden ellerini çekti. Gözlerini Ercan’dan kaçırıp, başını önüne eğdi. Daha sonra;
“Ercan beni çok şaşırttın. Senden böyle bir şey beklemezdim, fakat ne diyeceğimi bilemiyorum. İstersen her şeyi zamana bırakalım, böylesi daha iyi olur. Ben de biraz düşünmüş olurum bu arada. Bilemiyorum Ercan, doğrusu sana ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama lütfen bana düşünmem için biraz zaman ver.”
Ve hızla oturduğu havuzun kenarından kalkıp, eve gitti. Odasına girip, saatlerce düşündü…düşündü…düşündü…
Sabaha kadar neredeyse gözünü hiç kırpmadı, bir türlü uyuyamıyordu. Zeliş Ercan’a karşı olan duygularından emin değildi. Belki de onunla aynı evde büyüdükleri için, hiç böyle şeyler düşünmemişti. Peki neden bu kadar heyecanlanmıştı, onu da bilmiyordu. Bu anlamsız duygular karşısında zaman zaman kendine yenik düşüyordu. Bu çaresizlik ve içinden çıkılmaz durum iyice psikolojisini bozmuştu. İç dünyasına kapanıp, sürekli düşünüyordu. Nedense bu durum karşısında, sağlıklı karar veremiyordu. Zeliş Ercan’ın yapmış olduğu bu konuşmadan dolayı ondan olabildiğince kaçıyor, ve onunla aynı ortamlarda bulunmamaya özen gösteriyordu.
Ercan Zeliş’in kendisinden kaçmaya çalıştığını anlamış ve duygularını açıkladığı için, onu kaybedebilme düşüncesi ile sürekli olarak kendine kızıyordu. Bu nedenle konuyu hiç açmıyor, onu rahatsız etmemek için o da elinden geleni yapıyordu. Nihayet yaz tatili bitmiş, okullar açılmıştı. Zeliş’in de Ercan’ın da üniversiteye gitme vakti gelmişti. Zeliş, her fırsatta türlü bahanelerle kaçmak istediği Ercan’dan, ayrılmak üzereydi artık. Belki de Zeliş’in daha iyi düşünüp karar verebilmesi için iyi bir fırsattı bu ayrılık.
Zeliş yurtta kalmak istediğinden dolayı eşyalarını bagaja yükleyip, hep birlikte arabaya bindiler. Osman baba önce Zeliş’i, sonra da oğlunu okula bırakacaktı. Yol boyunca ne Ercan, ne de Zeliş konuştu. Ara sıra Osman baba ile hanımı bir kaç laf etti o kadar. Nihayet Zeliş’in kalacağı yurda gelinmişti. Zeliş eşyalarını arabadan indirirken, Ercan da ona yardım etti. Ara sıra Ercan’ın Zeliş’e yaptığı kaçamak bakışlar Zeliş’in dikkatinden kaçmıyordu.
Vedalaşma vakti gelmişti artık. Zeliş önce Fadile annesinin elini öptü, Fadile annesi de onu yanaklarından öpüp, ellerini avuçları arasına alarak şöyle dedi;
“Kendine çok iyi bak güzel kızım, bize ara sıra da olsa telefon aç, habersiz bırakma. Aynı şehirdeyiz, ama sen yurtta kalmak istedin, buna bir türlü anlam veremiyorum canım kızım. Seni bilmeden üzdük mü yoksa bir tanem? Ama gelmek istediğin zaman Osman babana söyle, o seni alır getirir. Sana sevdiğin yemeklerden yaparım. O çok sevdiğin çilekli pasta dan da yaparım. Tamam mı benim güzel kızım.”
Ve göz yaşlarını tutamayarak, Zeliş’in boynuna sarılıp ağladı… Ağladı...
Zeliş ise ne yapacağını bilmez bir halde, bir yandan Fadile annesine ne cevap vereceğini düşünüyor, bir yandan da bu güzel insanın üzülmesini istemiyordu. Fadile hanımın gözlerine bir müddet baktıktan sonra;
“Fadile anneciğim sana daha önce de söylemiştim, yurtta kalmak istememin nedeni inanın sizinle ilgili değil. Burada derslerime daha çok vakit ayırabilirim, daha çok çalışırım diye düşündüm hepsi bu. Hem siz benim ailemsiniz, nasıl böyle düşünürsün güzel annem. Hem benden kurtulduğunu sanma sakın, hafta sonları o güzel yemeklerinden tatmaya, bir de çilekli pasta mı yemeye mutlaka geleceğim. Tamam mı canım annem. Ne olur ağlama şimdi. Lütfen anneciğim sil şu göz yaşlarını.”
Dedikten sonra, Osman beye doğru yönelip, vedalaşmak için ellerini öptü.
“Babam, canım babam… her şey için çok teşekkür ederim.”
Osman bey’de Zeliş’in boynuna sarılıp, onu alnından öptü. Bir kez daha Zeliş’in uzun sarı saçlarını okşayarak;
“Güzel kızım, teşekküre ne gerek var. Sen bizim canımızsın. Biliyorum ki seni almaya geldiğimiz zaman, bu kapıdan öğretmen olarak çıkacaksın…”
Sonra da tatlı bir tebessümle, Zeliş’in gözlerine baktı. Zeliş başı öne eğik bir şekilde, Ercan’a doğru yönelerek, yüzüne hiç bakmadan;
“Hoşça kal Ercan. Kendine iyi bak olur mu?”
Ercan ise; yüzünü unutmaktan korktuğu Zeliş’i, belki bir daha göremem düşüncesi ile uzun uzun yüzüne ve yeşil gözlerine baktı.
“Sen de kendine iyi bak, sen de hoşça kal…
diyebildi ancak.
Zeliş valizini alıp, kararsız adımlarla, ara sıra arkasına bakarak, yavaş yavaş yurtta kalacağı odaya doğru ilerledi. Aradan uzun uzun tam üç yıl geçti. Zeliş okulunu başarı ile tamamlamış ve o çok istediği öğretmenlik mesleğine adım atmıştı. Ercan’da okulunu başarı ile bitirmiş ve doktor çıkmıştı. Artık ikisi de çok istedikleri mesleklerine ulaşmışlardı. Ancak Zeliş; Ercan’la bir araya gelmekten çekindiği için, üç yıl boyunca bayramların, yeni yılın ve tatillerin dışında, Fadile annesini ve Osman babasını görmeye gitmemişti. Sadece sık sık telefon açıp, hal hatır sormuş ve bir nebze de olsa hasretini böyle gidermişti. Sırf bu yüzden türlü bahanelerle, Ercan’ın Hipokrat yemin törenine bile gitmemişti. İçinde inanılmaz duygular, tarifi zor heyecanlar vardı. Nedense Ercan’ın adının geçtiği yerde bir tuhaf oluyordu. Daha önce hiç yaşamadığı ve adını koyamadığı duygulardı bunlar. Üç yıl boyunca ne zaman Ercan’ı düşünse, bu duyguların hepsini bir arada yaşıyordu. Kendi kendine “Bütün bu düşüncelerimi bir kenara bırakmalıyım artık, Osman babamı ve Fadile annemi üzmemeliyim” diye geçirdi içinden.
Nihayet Osman babasına ve Fadile annesine kavuşmuştu Zeliş. Onlarla çok keyifli vakitler geçiriyordu. Bir yandan Fadile annesinin kendisi için yaptığı çilekli pastadan yiyor, bir yandan da onlara okul ile ilgili anılarını anlatıyordu. Tam bu sırada kapı çaldı, ve gelen Ercan dı. Ercan Zeliş’e karşı, sanki hiç bir şey konuşulmamış gibi davranıyordu. Zeliş ise, Ercan’ın bu tutumu karşısında çok şaşırmıştı. Fakat hiç bozuntuya vermeden, o da bir şey olmamış gibi davranmaya özen gösterdi. Bu durum bir müddet böyle devam etti.
Zeliş öğretmenliğe ilk olarak, çocukluğunun geçtiği yerde başlamıştı. Bebekken kendisini bulup büyüten, okutan ve kendisine babalık eden, Müdür babasıyla, Osman babasıyla aynı yerde görev yapmanın heyecanı içindeydi Zeliş kız. Burası onun için çok önemliydi ve kalbinde yeri bir başkaydı buranın. Kendisinin de bir zamanlar oradan geldiğini unutmuyor ve buradaki kimsesiz çocukların eğitimi ile tek tek ilgileniyordu. Ercan da Zeliş de birbirlerine karşı sanki hiç bir şey olmamış, hiç bir şey yaşanmamış gibi davranıyorlardı.
Ercan ise, doktorluk görevine çoktan başlamıştı bile. Böylelikle aradan bir buçuk yıl geçti. Ercan bir gün şömine önünde oturan annesinin yanına gelerek;
“Seninle bir şey konuşmak istiyorum anne, müsait misin?”
Annesi Ercan’a doğru bakıp;
“Evet oğlum, müsaidim. Buyur, gel otur da konuşalım ana oğul.”
Ercan biraz sıkılgan bir tavır içinde, konuyu nasıl açacağının endişesi ile;
“Beni iyi dinle anneciğim. Söyleyeceklerime eğer sıcak bakmazsan, lütfen yine hiç bir şey olmamış gibi davran bana. Sanki seninle hiç bunları konuşmamışım gibi olsun yine… tamam mı canım annem…”
Ercan söze nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyordu. Annesi ise iyice meraklanmıştı. Oğluna dikkatli gözlerle bakarak;
“Söyle oğlum… Sorunun neyse birlikte çözmeye çalışalım.”
Ercan, annesinin bu yumuşak sözleri karşısında biraz olsun rahatlamıştı.
“Bak canım annem… Zeliş benim öz kardeşim değil, bunu hepimiz biliyoruz. Ne olacaksa olsun artık. Çünkü daha fazla dayanma gücüm kalmadı. Ben Zeliş’i çocukluğumdan beri seviyorum anne. Onunla ama onsuz geçen her an, bana acıdan başka hiç bir şey vermiyor. Daha önceleri geçici bir duygudur diye düşündüm, ama olmadı. Okul hayatım boyunca unuturum dedim, yine unutamadım. Her gün bir bıçak gibi işledi kalbime ve dahası artık kalbime söz geçiremez oldum. Eğer iznin olursa ben Zeliş’le evlenmek istiyorum anne. Benim için babamla da bu konuyu konuşursan,
çok sevinirim. Ama benim seninle konuştuğumu söyleme, olur mu annem?..”
Ercan bir an da içindeki her şeyi, annesine anlatmış ve rahatlamıştı. Fadile hanım, oğlunun söyledikleri karşısında şok olmuştu adeta. Hiç beklemediği bu durum, aslında onun da hoşuna gitmişti. Çünkü kızları gibi gördükleri Zeliş, oğlunun hanımı, evinin de gelini olacaktı. Bir an da düşündüklerini bir kenara bırakıp, oğlunun yüzüne baktı. Şaşkınlık ifadesini üzerinden atamamıştı Fadile hanım. Oğlunun ellerini tutarak;
“Bak oğlum; söylediklerin karşısında şaşırmadım desem yalan olur. Beni her zaman ki gibi, yine çok şaşırttın. Çocukken de böyleydin sen. Hep en olmazları isterdin, en olmazları yapardın… Ben babanla konuşurum, sen merak etme… Peki Zeliş’in haberi var mı bu durumdan? O ne diyor?...”
Ercan başını öne eğerek, biraz utangaç, biraz mahzun bir ifade ile;
“Evet… Dört yıl önce, ona üniversiteyi kazandığı yıl söylemiştim. Fakat o hiç bir şey söylemedi. Aslında benim için önce Zeliş’le, daha sonra babamla konuşsan çok daha iyi olur. En azından Zeliş’in kararına göre hareket ederiz. Eğer o olur derse babamla konuşursun, yok eğer olmaz derse de, babama konuyu açmazsın anne.”
Fadile hanım o gece oğlu ile konuştuklarını iyice bir düşündü. Yatakta sağa sola dönüp durdu. Bir türlü gözüne uyku girmedi. Sabah erkenden kalkıp, güzel bir kahvaltı masası hazırladı. Hep birlikte sohbet ederek kahvaltı yaptılar. Ardından Zeliş’i bahçeye çağırarak onunla önemli bir konuda konuşmak istediğini söyledi. Zeliş çok meraklanmıştı, ancak konunun Ercan ile ilgili olabileceğini hiç düşünmemişti bile. Fadile hanım oğlu Ercan’ın anlattıklarından yola çıkarak, Zeliş’i kırmadan, onu üzmeden fikrini almak istiyordu.
“Bak güzel kızım, sen bizim canımızsın, Ercan da bizim canımız. Kalbimizin yarısı sen, diğer yarısı da Ercan. Seni hiç bir zaman oğlumuzdan ayrı tutmadık biliyorsun. Fakat eğer sen de kabul edersen güzel kızım, seni bundan böyle Ercan’ımın hanımı, bu evin de gelini olarak görmek istiyoruz. İki canımızı birleştirmek, tek yürek halinde olmamızı istiyorum güzel kızım. Eğer kabul etmezsen, elbette ki fikrine saygı duyarım. Ayrıca bu konuştuklarımızın da, bir anne kız gibi aramızda kalacağından da emin olabilirsin yavrum.”
Kısa bir sessizlikten sonra, Fadile hanım Zeliş’in yüzüne bakarak;
“Eeee ne diyorsun bakalım? Ercan la evlenmeyi, evimizin gelin kızı olmayı kabul ediyor musun güzel kızım?”
Zeliş Fadile hanım’ın sözleri karşısında hiç konuşmamış, yaşadığı büyük şaşkınlık içinde ne cevap vereceğini bilememişti. Fadile hanımın kırılmasını, onun üzülmesini istemiyordu. Bu nedenle susmak en doğru cevaptı Zeliş için. Yüzü kıpkırmızı olmuş, çok utanmıştı. Bütün bunları yaşadığına, duyduklarına inanamıyordu. Bir an için “acaba Ercan benim için doğru insan mı?” diye düşündü. Daha sonra “olabilir aslında” dedi içinden. Çünkü onu ne zaman düşünse tarifi imkânsız hislere, adını bile koyamadığı duygulara kapılıyordu. “Evet, Ercan benim için doğru insan olmalı” diye geçirdi içinden.
Fadile hanım kısık bir ses tonu ile;
“Anladığım kadarı ile şimdi cevap veremeyeceksin galiba Zeliş kızım. Peki biraz düşün, daha sonra bana cevabını bildirirsin, olur mu canım kızım?”
Zeliş bir an da; heyecanlı ve biraz da mahcup bir ses tonu ile;
“Daha sonraya hiç gerek yok Fadile annem. Hepinizi tanıyorum ve hepinizi çok seviyorum. Benim için son derece önemli ve bir o kadar da değerlisiniz. İnanıyorum ki; Ercan benim için doğru insandır. Soyadınızı gururla taşıyacağımdan emin olabilirsiniz Fadile anneciğim.”
Fadile hanım Zeliş kızı alnından öptü.
“Bundan hiç şüphem yok kızım. İnan bana çok mutlu olacaksınız ve bu kararından dolayı pişman olmayacaksın yavrum.”
Fadile hanım büyük bir sevinç içinde, oğlu Ercan’ın yanına giderek Zeliş’in cevabını ona da söyledi. Ercan da beklemediği bu yanıt karşısında çok sevinmiş, adeta çocuklar gibi mutluluktan uçuyordu. Şimdi bu kararı Osman beye açıklayıp, onun görüşünü ve onayını almak gerekiyordu. Bunun için, Fadile hanım Osman beyle akşam baş başa iken konuşmayı uygun görüyordu.
Akşam olup ta herkes odasına yatmaya gittiğinde; Fadile hanım kocası Osman beye konuyu açtı. Osman beyin nasıl bir tepki vereceğini tam olarak kestiremiyordu. Biraz tedirgin, biraz da sıkılgan bir tavır içindeydi Fadile hanım. Bu nedenle kısa ve öz bir şekilde anlatmak istiyordu;
“Şey… Ben seninle bir konu da konuşmak istiyorum, fakat konuya nasıl ve nereden başlayacağımı tam olarak bilemiyorum. Osman bizim çocuklar, yani Zeliş ile Ercan kendi aralarında konuşup anlaşmışlar ve evlenmeye karar vermişler. Senden çekindikleri için de, bu gün benimle konuşup onayımızı istediler. Ben çok şaşırmakla birlikte, çok da sevindim ve olur dedim. Bu konuda sen ne diyorsun canım? Çocuklar senin de onayını bekliyorlar.”
Osman bey duydukları karşısında şaşkınlıktan adeta küçük dilini yutmuş gibiydi. Bir an da yutkunarak;
“Ne diyorsun sen ya Fadile? Bu da nereden çıktı böyle. Ne zaman konuşmuşlar da, ne zaman anlaşmışlar?”
Bir an da gevrek gevrek gülerek;
“Bak sen şu kerataların yaptıklarına. Yahu bu çocuklar evlenecek kadar büyüdüler mi böyle? Çok şaşırdım be hatun, ne diyeceğimi bilemiyorum vallahi. Aslında Zeliş elimizde büyüdü, kendini bilen bir kız. Huyunu suyunu bilmediğimiz bir yerden gelin alacağımıza, Zeliş’im bu eve gelin olursa, elbette ki onlar kadar bende çok mutlu olurum. Onu ne kadar sevdiğimi biliyorsun hatun. Zeliş benim yanımda çok kıymetlidir.”
Osman bey oturduğu yerden hiç kımıldamadan hareketsiz bir şekilde, maziye daldı. Zeliş’i bulduğu günü, onu kucağına alıp masallar anlattığı, salıncakta sallayıp, çeşitli oyunlar oynadığı günleri hatırladı. Onun karnesini aldığında koşa koşa gelip, boynuna sarılmasını ve; “sınıfımı geçtim Osman baba” diyerek bağırmasını hatırladı bir an da. Ailece gittikleri luna parkta, bindikleri çarpışan arabadan düşüşünü ve atış yaparak, onun için kazandığı bebeği kucaklamasını hatırladı. Çocuk Esirgeme Kurumunun oyun bahçesinde, çocuklarla neşe içinde oyunlar oynamasını, salıncaktan düştüğünde, ağlayarak yanına gelmesini hatırladı. Osman bey’in gözleri dolu dolu olmuştu. Hiç konuşmuyor, oturduğu koltukta öylece hareketsiz duruyordu.
Fadile hanım sanki sessizliği bozmak istercesine;
“Osman ne oldu? Ne düşünüyorsun öyle? Yoksa canını sıkan bir durum mu var? Eğer olmaz dersen ben konuşurum çocuklarla. Hakkımıza hayırlısı ne ise o olsun. Sakın kendini üzme olur mu canım.”
Osman bey daldığı o derin düşüncelerden uzaklaşıp, gözlerini kaçırarak;
“Yok be hanım. Sadece düşünüyordum. Zeliş ve Ercan bu kadar büyüdüler mi diye. Ercan’ımın doğduğu gün, Zeliş’i bulduğum gün, dün gibi aklımda. Battaniyesinden çıkan kağıttaki yazılı sözler, bu gün gibi aklımda hala. O kağıdı defalarca okudum, beynime çivi ile kazıdım resmen. Biliyorsun Zeliş’e ait her şeyi saklıyorum. Kanımdan canımdan olmasa da, o benim kızım oldu. Zeliş bana Allah’ın bir hediyesi idi. Onu büyüttüm, okuttum, öğretmen olabilmesi için elimden geleni yaptım. İkisi de eline mesleklerini aldılar. Allah’ıma binlerce şükürler olsun ki ; aslanlar gibi iki tane evlat yetiştirdim. Şimdi onlara bir yuva yapmanın zamanı geldi. Bunu da Allah’ın izni ile yapacağım hanım. Söyle onlara rızam olmuştur. Sen de hazırlıklara başlarsın artık. En kısa zaman da yapalım düğünümüzü.”
Güneş tüm haşmeti ile doğmuş, ışıklarını salına salına yansıtıyordu. Evin bahçesindeki çimenler, ağaçlardaki yapraklar bir başka güzeldi. Saksılardaki çiçekler bile bir başka güzel açmıştı sanki bu gün.
Fadile hanım bahçedeki masaya güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Herkes eski günlerdeki gibi bir aradaydı yine. Kahvaltı ederken hem de bu konu konuşuluyor, Osman bey de, Fadile hanım da, mutluluklarını onlara hissettirmeye çalışıyorlardı. Kahvaltının ardından kahveler yudumlanırken, Osman bey bir Oğlu Ercan’a, bir de Zeliş’e baktı ve;
“Eğer sizler de kabul ederseniz çocuklar, ben düğünün bir an önce olmasını isterim. Nişan ve kına gecesini burada, bahçede yaparız. Bir kaç hatırı sayılır dostları çağırırız, öyle kuru kalabalığa gerek yok bence. Düğünü de; şöyle güzel bir otelin balo salonunda yaparız. Ne dersiniz? Nasıl, sizce de iyi olur mu çocuklar? Eğer bir fikriniz varsa siz de söyleyin.”
Ercan da Zeliş de susuyor, hiç konuşmuyorlardı. Osman bey bir Ercan’a baktı, bir de dönüp Zeliş’e baktı. Daha sonra;
“Zeliş kızım, neden cevap vermiyorsun? Hani nerede o cıvıl cıvıl, neşe dolu kız. Söyle bakalım nereye sakladın onu hııı?”
Zeliş utancından kıpkırmızı olmuştu. O yeşil gözleri bile kızarmıştı. Sadece;
“Nasıl uygun görürseniz öyle olsun Osman baba.”
diyebildi ancak.
Osman bey yumuşak bir ses tonu ile;
“Olur mu güzel kızım, senin de duyguların düşüncelerin vardır. Hayalini kurduğun bir takım şeyler vardır. Eğer bana söylemekten çekiniyorsan kızım, bunları Fadile annene söyle biz de o doğrultuda hareket edelim tamam mı yavrum.”
Zeliş Osman bey’in bu konuşması karşısında biraz olsun rahatlamış ve sakinleşmişti.
Osman bey Zeliş ile Ercan’ı daha fazla utandırmamak, onları rahatlatmak için, konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Kahvesinden bir yudum daha alıp, oturduğu yerden doğrularak;
“Ben de düğünden sonra emekli olurum artık. Bu kadar iş hayatı yeter, biraz da torun sevelim değil mi hanım?”
Fadile hanım gülerek;
“Tabi canım, baksana yaşlandık artık. Geçen gün bizden gidiyor. Oturup torunlarımızı sevelim değil mi ama?... İkiniz de kocaman oldunuz. Bu yıl Ercan otuz yaşına, Zeliş de yirmi beş yaşına giriyor. Ben onu bunu bilmem. E artık düğünden sonra, bir an önce torun istiyorum vallahi…”
Hep birlikte gülüşüp, mutluluklarının tadını çıkarttılar. Daha sonra Fadile hanım Osman beye dönerek;
“Sen az önce emekli mi olacağım dedin Osman, yoksa ben mi öyle anladım? Daha önce hiç bu konu hakkında konuşmamıştık, birden bire duyunca da çok şaşırdım doğrusu. Osman bey elindeki kahve fincanını masaya bırakıp, iç çekerek;
“Öyle ya hanım, emekli olmayı düşünüyorum artık. Çalış çalış sonu yok. Biraz da oturup dinleneyim, torunlarımı seveyim olmaz mı? Hem bak ben emekli olsam bile, Zeliş’im orada öğretmenlik yapıyor. Benim çocuklarıma göz kulak olur Zeliş kızım.”
Zeliş Osman babasına bakıp, gülümser. Biraz gururla, kendinden emin bir şekilde, neşeli ve canlı bir ses tonu ile;
“Tabi ki Osman babacığım, ne demek. Onlara göz kulak olmak için değil, hayatımı adamak için öğretmen oldum ben. Çocukluk anılarımla dolu olan, büyüdüğüm o yerde öğretmenlik yapmak, onlara ders vermek bana ayrı bir mutluluk veriyor. Onlar benim çocuklarım.”
Zeliş ve Osman bey duygu dolu gözlerle birbirlerine bakıp, tebessüm ederler.
Akşam olduğunda herkes yine bir aradadır. Osman bey ayağa kalkıp, Ercan ile Zeliş’i yanına çağırır. Onlara bir sürpriz hazırlamıştır. Cebinden çıkardığı yüzükleri eline alıp, duygu dolu kısa ve öz bir konuşma yapar.
“Canlarım, evlatlarım. Bana bu günü yaşattığınız için çok mutluyum. Ercan benim öz oğlum, ancak Zeliş benim öz kızım olmasa da, o da en az Ercan kadar kıymetlidir yanımda. Hiç bir zaman birinizi diğerinden ayırmadım. Hele şu saatten sonra, Zeliş kızım bu evin gelini, benim de torunlarımın annesi olacaktır. Beni çok mutlu ettiniz, Allah da sizleri mutlu ve mesut etsin. Hayırlı uğurlu olsun.”
Diyerek yüzükleri parmaklarına takar. Önce Zeliş Osman babasının ve Fadile annesinin ellerini öper, onlar da Zeliş’i öpüp kutlarlar. Sonra da Ercan anne ve babasının ellerini öper, onlar da Ercan’ı öperler.
Osman bey’in sürprizi bitmemiştir. Bir de bu güne özel pasta yaptırmıştır. Mutfaktan bir bıçakla pastayı getirir. Pastayı gören herkes çok şaşırmıştır. Kahkahalar eşliğinde pasta kesilir, tabaklara servis yapılır. Günün anısı İçin bol bol fotoğraflar çekilir. Neşe içinde güle oynaya, söz yüzükleri takılır. Pastalar yenilirken, nişan ve düğün için tarihler kararlaştırılır. Osman bey arayı daha fazla uzatmadan, on beş gün sonra nişanın, bir ay sonra da düğünün olmasını istemiştir. Herkes de Osman bey’in bu isteğine katılıp, onaylamıştır.
Nişan hazırlıkları için Fadile hanım ve Zeliş çarşı alış verişine çıkıyor, o günün kusursuz olabilmesi için ne gerekiyorsa yapıyorlardı. Eh ne de olsa hem oğlan evi, hem de kız evi oluyorlardı, her şey mükemmel olmalıydı. Nişan davetiyeleri dağıtılmış, telaş içinde on beş gün geçmişti. Zeliş de Ercan da çok heyecanlı ve bir o kadar da mutluydular. Zeliş nişan elbisesinin içinde adeta bir peri kızını, Ercan da şık takım elbisesi içinde yakışıklı bir prensi andırıyordu. Her şey çok güzeldi. Nişan törenine Zeliş’in ve Ercan’ın arkadaşları da davet edilmişlerdi. Davetlilerin
gelmesi ile birlikte, Osman bey kısa bir konuşma yapıp, nişan yüzüklerini taktı. Evlerinin bahçesinde yapılan bu küçük ve güzel nişan töreninde, herkes olabildiğince mutluydu ve herkes çok eğleniyordu.
Zeliş ve Ercan dans ederken, mutlulukları gözlerinden okunuyordu. Osman bey ve Fadile hanımın da mutluluklarına diyecek yoktu. Davetliler onları izlerken, adeta onlara imrenerek bakıyorlardı. Bu güzel gecenin her anı kamerayla ve fotoğraflarla ölümsüzleştiriliyordu. O gece bir rüya kadar güzel geçti. Ercan nihayet muradına ermiş, sonunda çok sevdiği Zeliş’ine kavuşmuştu.
Osman bey emekli olabilmek için, dilekçesini yazıp başvuruda bulunmuştu. Herkes bir telaş içinde, düğün hazırlıklarına koyulmuştu. Bir yandan çeyiz hazırlıkları yapılıyor, eksikler tamamlanıyor, bir yandan da davetiyeler dağıtılıyordu. Zeliş ve Ercan evlendikleri zaman anne ve babasını yalnız bırakmamak için, onlarla birlikte yaşama kararı almışlardı. Bu duruma Osman bey ve Fadile hanım da çok mutlu olmuşlardı.
Ercan hastane de nöbetçi kaldığı zamanlarda, Zeliş’le uzun uzun telefonda konuşuyordu. Eh nede olsa evlilik çok yakındı, birbirlerini daha da iyi tanımaları gerekiyordu ve konuşacak çok şeyleri vardı.
Zeliş modelini kendisi çizdiği gelinliğini, özel olarak diktiriyordu. Bu nedenle ara sıra Fadile hanımla birlikte provalara gidiyor, onun da fikrini alıyordu. O gün bir masal kızı kadar güzel olabilmek için, neredeyse her şeyle tek tek kendisi ilgileniyordu. Çünkü o gün, Zeliş’in hayatındaki en heyecanlı ve en mutlu günü olacaktı.
Osman bey ise; emekli olabilmek için yazdığı dilekçenin cevabını almıştı. Tüm aile, Osman bey’in düğün öncesi emekli olmasının sevincini yaşıyordu. Zeliş ile Ercan, zaman zaman gezmeye, alış verişe birlikte çıkıyorlardı. Bir ay o kadar çabuk geçmişti ki, düğün günü gelip çatmıştı bile. Osman bey düğünün yemekli olmasını istediği için, son derece lüks bir otelin balo salonunu kiralamıştı. Her şey son derece mükemmeldi.
Zeliş beyaz gelinliği içinde, o kadar güzel görünüyordu ki, peri padişahının kızı gibiydi sanki. Ercan da beyaz takım elbisesi içinde, neredeyse bir prens kadar yakışıklı ve şık görünüyordu. Her şey son derece kusursuz ve mükemmel olmuştu. Bu onların masalıydı ve bu masalın kahramanı da onlardı. Zeliş ile Ercan kol kola salona girdiklerinde, bütün gözler onların üstündeydi. İkiside muhteşem görünüyordu. Tüm davetliler onları alkışlıyor, alkış sesleri gökyüzünde birbiri ardına patlayan havai fişeklerle, renk cümbüşü oluşturuyordu adeta.
Önce resmi nikâh kıyıldı. Ardından vur patlasın, çal oynasın misali düğün başladı. Davetlilerin kimisi yemeklerini yiyor, yemeklerini bitirenler ise güle oynaya eğleniyorlardı. Halaylar çekildi, danslar edildi, takılar takıldı, herkes mutluluk içinde eğlendi. Yine bu mutlu günü ölümsüzleştirme adına, kameraya kayıt yapıldı, bol bol fotoğraflar çekildi. Zeliş ve Ercan balayına çıkmadan önce, Fadile hanım ile Osman bey’in yanına gelerek ellerini öpüp, hayır dualarını aldılar.
Hep en olmazları isteyen Ercan, nihayet Zeliş’ine kavuşmuştu. İkisi de mutluluktan uçuyor gibiydi sanki. Fadile hanım ve Osman bey de, evlatlarını mutlu görmenin huzurunu yaşıyorlardı kendilerince.
Güzel ve yorucu bir gün, mutluluk içinde böylece bitmişti. Hani her güzel masalın sonunda söylenir ya; onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
05. 07. 2006 / ANKARA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.