acı kahve
Hep kaval olsun isterdi düğününde çalan. Halay çekilmesin huzur bulunsun. Davulun sesi kime hangi mesafede hoş geliyorsa da oturduğu cam kenarına hiç de hoş gelmiyordu. Hoş , gelinliğide hoş değildi, gelin olması da,bundan sonraki her şey gibi. Çeyiz merakı yoktu ama olaydı saklı tutardı el emeğini. hele ki bu düğünde olaydı hepsini yakardı, kendi gibi. O nasıl yandıysa havlu kenarı da yanardı, elbezleri de, yemeniler, patikler, çarşaflar da düşerdi bir bir aynı ataş’ın içine. ’A’ çünkü şive böyle çıkartıyordu alevin ismini ağızdan. ’A’ çünkü azaltmıyordu acının şiddetini hiçbir yumuşama.
Halay başını çeken yorulmuyordu ki dursun şu debelenme. Ortamcı çocuk herkesi oyuna davet ediyordu. Kimse kalkmayınca kendi oynuyordu, yorulmuştu ama durmuyordu… Çocuğun yorgun yüzüyle etrafı neşelendirmesi, belki de tanımadıklarının düğününde halay çekmek zorunda oluşu Tuba’ya tebessüm ettirdi. Ne acayipti bir düğünde zoraki halay çekmek, ne acayip işti zoraki bir düğünde halay çekenleri izlemek.
Bugünün ikinci tebessümüydü o an yüzünde duran. İlk’i ana’sınaydı evden çıkarken. Tebessüm ki; ağlasa daha az üzülecekti ana’sı.Tebessüm ki; tüm ağlayanları utandırdı gözyaşlarından. O tebessüme karşılık görümcesi güldü ona. Aynı acıyla.
Kardeşten sonra kardeş olmuştu ona. En a onun ki kadar acı dökülmüştü yüzünden tebessüm. o da nefret etmişti bu kararı alanlardan, o da hiç haz etmezdi davullardan. Şayet olacaksa onun da bir düğünü, o da oturacaksa bir odada telli-duvaklı , Keman olsun isterdi. televizyonda görmüştü de pek beğenmişti sesini. Hayallerinde hiç düşürmezdi omzundan. İlk o zaman nefret etmişti omzunu ağrıtan su bidonlarından... Tuba’nın yanına gidiyordu.
Kapı çaldı . Gözlerinden habersiz di Tuba. Aynaya baktı önce ağlamış mıyım diye. Esma’da üzgündü biliyordu. Onu daha çok acıtmak istemiyordu. Yüzüne halayda kilerine benzer bir ifade taktı. Kapıyı açtı.
İkisi de birbirine gülümsüyordu. İkisi de gülümsemelerinin ardını görebiliyordu. Daha fazla kandırmadan kendilerini asıl yüzlerini döktüler. Kaç adet gerekiyorsa döktüler gözyaşlarını. Adet yerini bulmadan Doğu’da hiçbir şey olmuyordu nitekim. Sadece ağlıyorlardı. Kim kimi nasıl teselli edecekti ki… Odaya giren davul seslerini bastırmak için arttırdılar hıçkırıklarını, ancak ölüm tamir edebilirdi iç kırıklıklarını. Tuba’da biliyordu tamirciyi, Azrail’i düşünüyordu ağlarken…
Duvağına gözyaşlarını silerken Esma’da arkasını dönmüştü o da siliyordu gözyaşlarını koluna. Aslında utandıkları çaresizlikleriydi… Tuba,Esma’dan eve gitmesini istedi, Evde ki bütün kıyafetlerini toplamasını söyleyecekti Tuba’nın annesine. Evvele bir kahve rica etti. Esma ayağa kalkarak neden eşyalarının toplanmasını istediğini sordu ’ Belki atarım,belki yakarım.Acele etmene gerek yok’ cevabını aldı . Tuba’nın kaderine teslim olmamasına , bir şekilde isyan etmesine belirsiz sevinmişti. İlk önce kahve yapacaktı . ’Nasıl olsun kahve’ dedi .’Çok yap,herkese yetsin, acı olsun/bırad talbe’ dedi Tuba.
(Acı kahve; Acı sözün, olayın, aslında acı olanın ardından verilirdi. İçteki acının asıl acı olduğu, kahvenin ardından içilen suyla acının geçebileceği ama tek bir su haricinde hiçbir suyun içteki acıyı götüremeyeceği mesajını veriyordu. Ancak bir su-bir su götürebilirdi-bir su acıyı bedenden alır başkalarına nakşederdi… Ölümden sonraki banyo suyu. )
Ortamcı çocuk yorulmuş, davulcu ve zurnacıyla demleniyordu. Zaten kimse kalkmazdı kurt dökmeye artık. Vakit geç olmuştu.
Aşiretin büyükleri kalkmak üzereydi. Ev’e doğru yürüyorlardı, önden hanımlar haber verecekti gelin’e. Odanın kapısı açılmıyordu. Gelinin ahaliye yaptığı bir şakaydı aslında bu, adet’dendi. kapıyı açmak için para istemesi gerekiyordu. Gülüşmeler başladı, erkeklerde ordaydı. derken kahveler geldi. Kahve, görülmezdi aslında düğünlerde, şerbet içilirdi. gelinin ne isteyeceği konuşuluyordu. Büyüklerden biri ‘Fazla istemesinde…zaten bir sürü masraf yapıldı düğüne’ dedi. Esma Tuba’gillerden dönmüştü o sıra fakat Tuba’yı görememişti gülüşenlerin arasında. Kapıda kilitliydi. Adet’le falan uğraşmazdı Tuba , İstemediği bir düğünde bir de milletimi eğlendirecekti. Mutfaktan odanın anahtarını aldı Esma, kapıyı açtı. Kapattı ve dışarıya doğru koştu.
Çocuklardan biri odaya girdi ve ağlamaya başladı. ’Gelin kendini asmış-gelin kendini asmış’ diye bağırmaya başladı. Kahveler döküldü, odaya koştu herkes. Kimse konuşmuyordu, kimse hiçbir şey yapmıyordu, ağlamıyorlardı da. Düğünde ağlamak olmazdı çünkü, adet böyleydi… Zoraki düğünde ölmekte adetdendi… Doğuda bir çok şey adet üzerineydi…
Tuba’nın gelinliği şimdi yakışmıştı yüzüne. İstenmeyen bir düğünde. kefenin rengine de soluk bir yüz yakışırdı.. başı öndeydi yine, artık bilinçli değildi hiçbir şeye, önemi yoktu davul sesinin, gözlerine bakmazdı ağlamış mıyım diye, ağlamakta yoktu artık…
Avluda biri feryat ediyordu. Esma’ydı. Yere bir şeyler döküyordu söve,söve. ’Alın,Alın işte Tuba’nın asıl istediği budur, Alın bu ateşte sizde yanın, Alın da törenizi başınıza çalın, Alın bu ateşi yakın, alın bu ateşi, alın bu ateşi yakın…’ iki elini başına bağladı, ağlıyordu. Tuba’ya değil Çaresizliğine yanıyordu. Tek yapabileceği kıyafetlerini yakmaktı. Tuba’nın dediği gibi ya atacaktı, ki az gelirdi. Ya yakacaktı, ve öyle yaptı.
O ateş’i onlar yakmıştı ama Esma’nın kararıydı.
O ateş Esma’nın kararıydı ama Tuba yakmıştı
Avlu da yanan ateş bu düğüne bir takıydı…
Acı kahve acı olanın lafıydı.