ISSIZ MABED
ISSIZ MABED
Yol ve yaşam…
Ütopyalar kabzasında umutlar,
Mekan ve zaman kavram dışı.
Yalnızca..
bir ağıt gibi üzerine düşen yağmur tanelerinin arasında soluksuz koşuyordu genç kız. Çaresizliği çelimsizliğini kamçılıyor, biçimsiz şekilsiz duyguların arasından sızıp, ürkek bakışlarına eşlik eden gözyaşlarını bırakıyordu keskin toprak kokusuna. Çıplak ayakları, buz kütlesi halini alan çimenlerin üzerinde bastığı yeri yakıyor, kum tanelerini fırtınalara esir etmiş bir çöl bırakıyordu adeta ardında. Kömür karası saçları çalılara takılıyor, can acısı yürek sızısına karışıp yükseliyordu afaka. Küçücük elleri yitirilen umutları tutmak istercesine savuruyordu yıldızları dört bir yana. Tanrının muhafazakar kudretini üzerinden sıyırdığını hissediyordu artık.
Karanlığın kasvetine teslim olmuştu genç kız.
Kan revan olmuş ruhuna çarpan her yağmur tanesi kızıla bürünüp dökülüyorken kaybedişlerinin en kuytularına, bir tek sözcük barınıyordu dudaklarının titrek ikliminde:
“ buradayım!”
GÖZLERİNİN BUĞUSUNA GİZLEDİĞİ TÜM ÖZLEMLER ONU BEKLİYORDU.
O BUĞUSUYLA BESLENİYORDU ÖZLEMLERİNİN
Hatırladığı birkaç yaşanmışlık çığlığı oluyordu zihninin.
“ Kalemimle kelebek çizmemi istiyorlar.”
Kelebek nedir bilmeden ve öldürsün isterlerken nakış nakış işlediği kelebekleri, bir kelebek daha öldüremezdi.
Ve durdu zaman gidilemeyen yolların yılların son adımlarında. Ve durdu genç kız yitip gitmişliğinin tam ortasında.
“ ben hep avuçlarıma çizdim onları “O “nun için “
Ve derinlerinde düş-ünce-lerinin “ O “ nun gülümseyerek gözleriyle, saçlarına dokunurken, fısıldayışını anımsadı.
“ Simgelerken tutkuyu kırmızı,
Bir kelebek insana bu kadar mı yakışırdı.”
Umarsızca dokundu ifadesiz yüzünün yalnızlığına. Ne hissedeceğine karar veremeden işaret parmağıyla gri bulutlara bir kelebek daha çizdi. Ve çekti gözlerini irkilerek.
Bulutların öfkesi dinmişti iyiden iyiye. Ve yıldızlara bırakmaya karar vermişlerdi soğuk gecenin sessizliğini.
Genç kız titreyen tenine aldırış etmeden, içinin alevine kenetlemişti nefesini. Kendince bir ritim yakalamanın heyecanıyla gözüne ilişen bir ağaca doğru yürüdü. İlk adımı sertti. Diğerleriyse bir güvercin edasıyla çimenlerin üzerinden süzülüp, usulca, her bir titreşimini ruhunun en derinlerinde hissetmek istercesine oldu.
Ama olmuyordu işte yine adımları mesafeleri kavrayamıyor, tıpkı koşarken olduğu gibi hiçbir yere hiçbir amaca hiçbir sonuca ulaşamadan yalnızca hareket ediyordu.
Umutsuzca elini uzattı ağaca. Olmuyordu. Tutup dokunamıyordu. Nazlı yaprakları, kocaman gövdesi, esrarlı bakışlarıyla ağaç avuçlarının arasından tüm renklerini çamura gömüp kayboluyordu. Bir diğeri ise kendisinden alabildiğine uzaklaşıyor ve kuruyordu.
Bir diğeri, bir diğeri, bir diğeri daha…
Hayatta böyle değil miydi? Dahası hayatta kalmak… yaşarken yaşatmak, tanımak ve tanımlamak da böyle değil miydi? Kayıtsız kalamadan gördüğün suretlere. Koşarsın, yorulursun, düşersin kimi zaman. Zaman geçer, danışmadan acıtan yanlarına, ardına bile bakmadan geçer gider. O yolunun yolcusudur, biz onun yolunda birer yolcu. Yolculuk yorucudur. Zordur yalın ayak basmak toprağa, zordur ağıt, zordur karanlıklar ülkesinin Kafdağı olmak.. ve yine ve yeniden tamda sıyrılmışken gözler çekincelerinden, atılırsın yolun derin yolculuğuna.
“ Yol ayrımlı…
Dinginlik şafakta,
Şafak ufkun tutsaklığında. “
Elleri bağlanmadan önce böyle yazmıştı genç kız güncesine.
(devamı gelecek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.