- 1074 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BENZEŞME ANAFORU
Dışarda lapa lapa kar yağıyordu. Karların gökyüzünde kuvvetli bir fırtınaya tutulmuş pamuk tarlasından göklere savrulan pamuklar gibi yoğun bir şekilde uçuşması onu alıp bambaşka alemlere sürüklemişti.
Karlaın gökyüzünde yukardan aşağıya doğru birbirine değmeden yoğun bir şekilde inmesindeki hikmeti düşünmek, Allah’ın kudretini bir kere daha hissettirmişti kendisine. Eğer birbirine değseler toplanarak kütle halinde inselerdi yeryüzüne, ne olurdu tabiatın ve insanların hali? Düşünmek bile yüreğini ürpetmeye yetmişti…
Alış-veriş yapmak için pazara çıkması gerekiyordu. İyice giyindi. Kendisini şehir merkezine taşıyacak otobüs durağına vardığında otobüs gelmek üzereydi.
Çarşıya indiğinde kar biraz hafiflemişti. Pazar en canlı günlerinden birini yaşıyordu. Saatine baktı 13’ü gösteriyordu.
“Daha akşama çok var” dedi.
Ellerini cebine sokup avare avare dolaşmak, insanların hallerini seyretmek geldi bir an içinden. Düşüncesine inen bu nostaljiyi, çoktandır unuttuğu bu farklılığı yaşamak istiyordu…
– Hindi var, hindi, yılbaşı hindisi!…
– Ankara, İstanbul biletleri! Milli piyango, züğürt yat milyarder kalk, haydi yılbaşı biletleri!.. Haydi yılbaşı eğlencesi, fıstık var fıstık!… çığlıkları, bir koro halinde yayılıyordu pazar yerine…
Elini cebine attı, paranın sıcaklığını hissetmişti. Çıkardı, saydı tam elli milyon vardı…
– “Adı elli milyon” dedi acı acı…
Bir hindi yirmi milyondan fazla tutuyordu… Biraz meyve, biraz çerez, çocuklara ve kendine birer çeyrek bilet aldımı para suyunu çekerdi… Ama bu paraların yeri vardı. Ay sonunda aldığı maaştan bu kalmıştı kala kala. Bu parayla bir ay idare edecekti beş kişilik aile…
– Ama, dedi almasan olmaz ki…
Sabaha kadar program seyredeceklerdi. Elinde kumanda o kanal senin, bu kanal benim bütün kanalları gezecek en güzel programları seyredecekti. Tabii bu esnada boş durulmazdı. Canları birşeyler çekecekti mutlaka…
– “Bilet almasam iyi olacak, para biterse nasıl gelir aybaşı?” diye düşündü.
Yüreğinin bir kuş gibi çırpındığını hissetti tatlı, tatlı.
“Ya çıkarsa!” Ah keşke! Nerde o günler, hınzır para hep paranın bol olduğu yere çıkıyor” diye hayıflandı ve ekledi. “Bilet dinleme heyecanından biz ne diye mahrum olalım ki?
Sonra bilet almazsa çocuklara ne cevap verecekti, komşuların çocukları aldıkları biletten, onu nasıl dinlediklerinden, çıkan ikramiyeden bahsederlerken kendi çocukları:
“Biz alamadık”mı diyeceklerdi, çocuklarını mahçup etmeye ne hakkı vardı?
Biraz dolaştıktan sonra kalabalık dikkatini çekmişti, oraya doğru yöneldi, bir yaramazlık mı vardı acaba?
Kalabalığın yanına vardığında burasının bir kuruyemişçi dükkanı olduğunu gördü, insanlar zengin kuruyemiş çeşitleriyle filelerini doldurup çıkıyorlar, sırası gelen içeriye giriyordu. Kendiside bir iki kilo kabuklu fıstık almakta zorlanıyordu.
Tepesi atmış, bu insanlara kızmaya, kinlenmeye başlamıştı.
– Bu nasıl iş böyle, bu nasıl sosyal denge, bir tarafta insanlar iki kilo fıstığı almakta zorlanırken diğer tarafta kimileri iki üç milyona varan kuruyemiş alışverişi yapıyorlardı. İnsanlar insan olmanın farkına varmalı aralarındaki muhtaçlara yardım etmeliydi. Hele hele böyle günlerde; milli bir bayram gibi değerlendirilen, resmi bayram olarak nitelendirilen günlerde buna daha çok dikkat etmelilerdi… Bunları düşünürken içi içini kemiriyordu… Oradan hızla uzaklaştı, kızgın, kızgın…
Alış-verişini yapıp otobüs durağına geldiğinde ikindi ezanı çoktan okunmuş, akşam yaklaşmıştı. Akşam vakti girmeden eve varıp son anında da olsa ikindi namazını kılmalıydı… Namazı kaçırma endişesi kendisini rahatsız ediyordu… Sıkıntılı sıkıntılı saate bakıp dururken, otobüs durağının yanındaki sütuna asılmış büyükçe bir afiş dikkatini çekmişti. Merakla yaklaştı:
Bir resim vardı o afişte, bir takım insanlar ellerinde kadehlerle eğleniyorlar ayaklarının altında sakallı, başörtülü birkaç insan kan gölü içerisinde, cansız yatıyordu. Belli ki bu afişi aklı başında müslümanlar hazırlamıştı. Afişin üzerindeki yazı ise manidardı. Okuyunca rahatsız olmuş, soğuk soğuk terlemeye başlamıştı.
“NOELİNİZ KUTLU OLSUN” yazısının altında;
Namusumuzdur çiğnenen, evladımızdır doğranan,
Ağlamıyorsan behey utanmaz bari gülmekten utan.
Yazıyordu.
Bu afişin hemen yanında bir afiş daha yer almıştı. Onda da yine bir resim vardı, resimde bir insan yukardan aşağı doğru ortadan ikiye ayrılmış, kafasından itibaren vücudunun yarısı müslümanı temsil eden giysilerle örtülü, elinde Kur’an olduğu anlaşılan bir kitap ve sağ yanı cami sülüeti yer almıştı. Resimdeki insanın bu yarısı müslümanlığını temsil ediyordu.
Resmin diğer yarısının ise elinde kadeh, ağzında puro, elbisesi çok daha farklı ve onunda sol yayında bar, pavyon, gazino gibi eğlence yerleri sülüetleri yer almıştı. Resmin üst tarafını tamamen kaplayacak şekilde ise;
“KİME BENZİYORSANIZ ONLARDANSINIZ” yazısının altında”
Bir elimizde kadeh, bir elimizde Kur’an
İşimiz bazan helaller oldu, bazen haram
Şu dibi çıkasıca fani dünyada
Ne tam kafir olabildik, ne tam müslüman
Dizeleri yer alıyordu… Kafası karışmıştı.
“Ama” dedi “biz yılbaşı kutlamıyoruz ki… çoluk çocuk hoşça bir vakit geçirelim diyoruz o kadar.
Tam bu sırada bir genç elinde bulunan bir deste kağıttan bir kağıt tutuşturuvermişti eline, dikkat etti. Duraktaki tüm insanlara dağıtmıştı. Merak etti okumak istiyordu fakat otobüs nihayet gelmişti. Kağıdı katlayıp cebine koydu ve otobüse bindi.
Tam arkasında iki kişi oturuyor ve kendisininde rahatca duyacağı şekilde konuşuyorlardı. Konuşmaları kendisinide ilgilendiriyordu.
– “Oğlum” diyordu biri diğerine argo bir dille. “1 Ocakta abini milyarder olarak göreceksin… Beş tane bilet aldım, beşini de ayrı gişeden aldım. Bu sene şansım çok yüksek. Kesin gözüyle bakıyorum yüklü bir ikramiyeye. Düşün bir elli milyar çıkmış, bir dükkan açmışım kendime, en kıralından düzmüşüm içine makinalarımı, bir araba çekmişim altıma, birde şehrin en güzel yerinden ev. Ooooh! Gel keyfim gel, ben de zenginlerden olacağım ve şimdi evlenme teklifimi reddeden kızlar yarın sıraya girecekler benimle evlenmek için. Yarın sabah bir olsa, ah keşke bir olsa!…”
Arkadaşı da kendi hayallerini dile getirdi benzer bir şekilde… Onların açtığı bu kanal Hasan’I da alıp götürmüştü hayal aleminin toz pembe ortamına. O da büyük ikramiye hülyalarına dalmıştı.
“Eğer bana da gülerse talih” diye başladığı hayallerini maddi refah seviyesini en yükseklere tırmandırıcasına kurmuştu. Ve yüreğinde bir burukluk aşlamıştı ya çıkmazsa! Buna pek ihtimal vermiyordu ama geçen yıllarda da hep böyle olmuş, tüm hayalleri bir cam elmas gibi kırılıvermişti. Bir ocakla birlikte, ve bütün bir gece yorgunluk ve eziklik olarak binmişti zayıf omuzlarına…
Otobüs şoförünün,
– Son durak arkadaşım inmiyecekmisin sözleriyle kendine gelen Hasan üç durak önce inmesi gerektiğini utanarak ve teessürle hatırladı, kalktı otobüse bir bilet daha attı ve yerine oturdu.
Otobüs şoförü kendisi için ne düşünüyordu kimbilir? Otobüse attığı ikinci bilete acıdı, “ama yarın fazlasıyla sahip olacağım, bir biletin ne kıymeti var” dedi.
Otobüs on beş dakika beklemişti durakta, ineceği durağa gelip indiğinde akşam ezanı okunmaya başlamıştı…
“İkindi namazını kaçırdık” diye hayıflandı. Buna hayallerinin sebep olduğunu hatırladı. Onlardan dolayı üç durak geçmiş bu kendisine yarım saate mal olmuş ve namaz geçmişti. Eve vardığında çocuklar kapıda karşıladılar kendisini.
– Biletlerimiz baba biletlerimizi aldın mı?
Büyük oğlu,
– Babacığım, bu sene büyük ikramiye seksen milyarmış inşallah bize çıkarda şu perişan hayattan kurtuluruz diye temennilerini dile getiriyordu. Hasan,
– Amin! Demekten kendini alamamıştı…
Yemekten sonra tüm hazırlıklar başlamıştı yılbaşı eğlencesi için. Hindi, çerezler, meyveler, hepsi tabaklara yerleştirilmiş sıralarını bekliyorlardı. Televizyon zaten en erken devreye girenlerdendi… Başrolde o vardı yılbaşı kutlamalarında… Hangi kanalda kimler var hepsi biliniyordu aşağı yukarı…
Bazı kanallar eğlence yerlerinden naklen yayınlar yapıyor, bilmem hangi ünlülerin nerelerde şampanya patlattıklarını, hangi dansözün kıvrak raksı karşısında kendilerinden nasıl geçtiklerini, bazı ailelerin aynı ortamlarda çalınan müziğin atmosferine girerek zaman zaman piste fırlayıp nasıl oynadıklarını ve nasıl oynattıklarını karılarını kızlarını, karşılıklı çılgınca tepinişlerini getiriyordu ekranlarına…
Hasan şöyle bir baktı, ekrana gelen dansözü çocuklarıda iştahla seyrediyordu bu duruma canı sıkılır gibi olmuştu… Bu ahlaki bir çöküntüydü, kendiside seyrediyordu ama onlar çocuktu… Bu sırada spiker:
– Sevgili seyirciler eğlenmekten, eğlence yerlerine gitmekten ve kendinizden geçercesine içmekten korkmayın. Bu gece güzide emniyet mensuplarımız sabaha kadar sizin hizmetinizde olacaklar. Evinize gidemiyecek kadar sarhoş mu oldunuz? Kolayı var bir telefonunuz kafi, değerli emniyet mensuplarımız size bir telefon kadar yakındır” dedikten sonra ekrana birkaç tane telefon numarası getirmişti…
Hasan bozulur gibi olmuştu bu işe, emniyet mensupları değerli insanlardı. Halkın huzur ve güvenini, mal, can emniyetlerini sağlamakla görevliydiler, onların vazifesi yollardan sarhoş toplamak sarhoş kusmuğu temizlemek kendini kaybedercesine sarhoş olanlara hizmet etmek değildi.
Canı sıkılmıştı kumandayı çocuklardan aldı. İslami yayın yapmaya çalışan bazı televizyonlar vardı… Onlardan birini açtı. Karlı bir hava ve sığınaklarda titreyen insanlar, yıkılmış binalar, şehirler geçiyordu ekrandan sıra sıra. Ekrana gelen başka bir tabloyla kanı donmuştu sanki. Bosna’da işlenen pazar yeri katliamı işlenen tüm vahşeti gözler önüne seriyordu. Her taraf kan gölü olmuş, parçalanmış, acı çeken insanlarla doluydu… Ekrandan alt yazı olarak,
“Medeni Avrupa’nın gerçek yüzü. Ey müslümanlar şu an kardeşlerinize yaptıkları vahşetin onların namuslarını heder etmenin sevinç çığlıklarıyla bayram edenlerle aynı bayramı kutluyor, kardeşlerinize reva görülen vahşete onlarla birlikte seviniyor olmak hoşunuza gidiyor mu? Kimlere benzediğinizin farkında mısınız? Unutmayın, “Kardeşinin derdiyle dertlenmeyen kamil mü’min olamaz” yazısı geçiyor ve hüzünlü bir fon müziği; Utanın, Allah’tan korkun, bu vahşete duygusuz kalmayın, ağlayın! Ağlayın! Dercesine yürekleri etkilemeye çalışıyordu. Çeçenistan’dan, Filistin’den, Azarbeycan’dan ve birçok yerden azıcık insanlık duygusuna sahip olan insanı perişan edecek utanç tablosu manzralar geçiyordu ekrandan…
– “Neye sevineceğiz, gülüyoruz ağlanacak halimize” diye söylenmeye başlamıştı Hasan.
İyi ki bu özel televizyonlar vardı. Hiç değilse bir-ikiside olsa insana insanlığını hatırlatıyordu. Belki kendisi gibi gaflet içinde olan bir başkalarını da yine kendine, öz benliğine getiriyordu yayınlarıyla… Bir süre bu kanalı seyrettikten sonra merak edip tekrar diğer kanallara döndü, evet aynı rezalet, aynı utanç tabloları ve aynı esfel-I safilin tabloları teşhir ediliyordu. Sipiker tekrar sarhoşluğu teşvik eden anonsunu yapmıştı. Asabı bozulmuştu, kanalı tekrar makul kanala getirdi ve aileye bu kanalı değiştirmemeleri gerektiğini izah etti.
Bu işin gittikçe tadı kaçmaya başlamış, bir zamanlar adından saygıyla bahsedilen bir toplum, başkalarının özel günlerini ve değerlerini hayatlarına aktararak, kendi inanç ve anlayılarına ters bir yaşantıya zorlanmaya adeta teşvik edilmeye başlanmıştı. Kullanılıyorlardı… Yoksa? Eğlence adına ekrana getirilen şeyler tamamen ahlak katili şeylerdi ve emniyet mensuplarına biçilen, onların görevleriyle mütenasip olmayan bu uygulama onursuzluktu.
Ani bir hareketle kalktı, yan odaya geçti, yatsı namazını kılmaya durdu… Namaz esnasında kalbi daha da rikkate gelmiş yumuşamıştı, halinden utanmaya başlamıştı… Namazı selam vererek bitirdiğinde, beyninde sorular birbirini kovalıyor, herbiri cevap arıyordu…
“Sen kimsin ey Hasan? Ne için yaratıldın? Hangi dine mensupsun? Şu anki halin dininle, inançlarınla bağdaşıyor mu? Şu anda kimlere benziyor, kimleri taklit ediyorsun? Ailen, çocukların, sorumlu olduğun insanların durumu ne? Ve benzeri sorular ısrarlı bir şekilde cevap istiyorlar cevap almadan beynini terketmeyeceklerinin azmini hissettiriyorlardı…
Düşünce alemine çarşıda karşılaştığı afişler girmişti yeniden. Onlardan birinde,
Bir elimde kadeh, bir elimde Kur’an
İşimiz bazan helaller oldu bazan haram
Şu dibi çıkasıca düyada
Ne tam kafir olabildik ne tam müslüman
Yazıyordu… Gerçekten bir kimlik krizi yaşanıyordu müslümanların arasında, kendisi ve ailesi de bunun basit bir örneğiydi… Aklına otobüs durağında eline tutuşturulan kağıt gelmişti, acaba neydi yeniden meraklanmıştı. Elini cebine attı kağıdı çıkardı. Okumaya başladı. Hoşuna gitmişti ailenin yanına döndü ve televizyonu kapatmalarını, kendilerine bir yazı okumak istediğini söyledi. Aile bu gelişmelere pek bir anlam veremiyordu ama isteksiz de olsa itaatsizlik etmek istemiyor gibiydiler…
Hasan yazıyı okumaya başlamıştı.
“UYAN MÜSLÜMAN UYAN” başlıklı yazıda:
Noel’in ne demek olduğu, nereden başlayıp islam toplumları içine nasıl ve hangi menfur emeller neticesi sirayet ettiği anlatılıyor. Başka milletlere benzemenin rezilliği Hz. Muhammet (a.s.) “Kime benziyorsanız onlarla haşrolursunuz” mealindeki hadis-I şerifiyle vurgulanıyordu. O günü kutlamak için yapılan her program o gün için apılan tüm alış-verişler, o günü ihya etmek için yapılan ziyaretleşmeler, misafirlikler ve ikramların haram olduğu anlatılıyordu.
Hasan o an bu gün için yapmış olduğu alış-verişi düşündü. Masanın üzerindeki yiyeceklere takıldı gözü. Yutkundu eşi ve çocukları gözüne bakmaya başlamışlardı.
– Çocuklar” dedi Hasan, kaldırın şu yiyecekleri, yarın yeriz yeter bu kadar oyuncak olduğumuz…
Eşi Yeter hanım müdahele etmek istedi.
– Ama bey! Biz bu geceyi kutlamak için almadık ki…
– Bu günü kutlamak için aldık hanım başka zaman hindimi alıyorduk bu eve, bu kadar kuruyemişmi alıyorduk. Kendimizi kandırmayalım… Hanımı susmuştu…
Devam etti elindeki kağıdı okumaya… Yazıda milli piyango adı altında tüm millete oynatılan milli kumardan bunun meşru gösterilişinden, içkiye teşvik edilen toplumun o gece yaşayacağı rezaletten bahsediliyor ve bunun devlet tarafından batıya, Hıristiyan alemine hoş görünmek, onları memnun etmek anlayışından islamın izzetli koruyucu elbisesinin üzerlerine yamuk, dengesiz vücutlarına oturmayıp iğreti duruşundan dolayı içine düştükleri aşağılık kompleksinden kaynaklandığı anlatıldıktan sonra şu ilahi mesaj veriliyordu. İslamın izzetinden uzak, batı hayranı zavallılara.
“Sen onların dinlerine, yollarına ve milletlerine tabi olmadıkça, uymadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar. (Bakara 101)
Onlara benzeme hususunda içine düşülen anaforun kesinlikle kendi öz değerlerinden kopan toplumun ölümü demek olduğu izah ediliyor. Son bölümde ise ömür sermayesinden bir yıllık bir sürenin bitmesinden dolayı insanlara ve müslümanlara bir hayat muhasebesi yapmaları öneriliyor ve deniliyordu ki:
Ey insanlar… yaratılış gayenizi düşünün. Hiç yokken hayat bahşedildi size… Bu yaşadığımız alemdeki her davranışınızdan hesaba çekileceksiniz. İyi amellerimizin karşılığında cennet ve nimetlere, kötü ameller karşılığında ise cehennem ve azaba müstehak olacaksınız… Dünya hayatında nefsinizle ilişkilerinizden, insanlarla ilişkimizden, Rabbinizle ilişkinizden, diğer varlıklarla ilişkinizden, mü’minlere karşı tavrınızdan, isyankarlara, zalim ve despotlara karşı davranışınızdan hesaba çekileceksiniz. O halde bir yılın sonunda kendin bir şey yapmak zorunda hissediyorsan bir yılık ömrünü muhasebe et… Bu bir yıl içinde Allah’ın rızasına uygun ne amel yaptın, ona isyan olan ve seni azaba düşürecek ne yanlışlar işledin ve yanlışlarını tek tek tevbe silgisiyle temizle ve bundan sonra rızaya layık amellere yönel… İzzetini kuşan, köle olmaktan, uydu olmaktan, kukla olmaktan, başkalarının kültürüyle kirlenmekten ve sana güvenen ve inananların bu duygularını istismar ederek kirletmekten kurtul…
Ve unutma!
“Kişi sevdiği ve taklit ettikleriyle beraberdir.” Başını ellerinin arasına aldı bir bataklığın tam kenarından dönmüştü… Hem kendisi hem ailesi. Allah’a sonsuz hamd-ü senalar ederek birlikte bir hayat muhasebesine başladılar.