SONUNDA...
Etrafa şöyle bir göz gezdirdim
galiba her şey tamamdı.
Birden boy aynasındaki ben ile karşılaştım.
Her şeyin temizlik kokan görünümüne
kendimi yerleştiremedim.
Duş almalıydım,
giyinmeliydim
hemen kokumu sürmeliydim.
Hemen,
hemen
hemen...
Tüm çıplaklığımla,
sıcak suyun altında kendimi şımartacak kadar
keyiflenmiştim.
Banyonun kapısını açtığımda içerinin buharı
koridordaki aynayı buğulandırmış,
kendi kendimin güzelliğine gölge düşürmüştü.
Yatak odasına geçerken
guguklu saatin çığlığını duymuş,
saniyelerle yarışırcasına,
ortadaki sandığın üstündeki kıyafetleri
hemen üzerime geçirivermiştim.
Bir ressam titizliğinde davranmasam da
iki fırça darbesi ile
suratımdaki lekeleri kapatacak kadar
zamanım olmuştu.
Saçlarım kuaförün elinden çıkmamış
yılların verdiği tecrübe ile şekil kazanmıştı.
Aynanın karşısında son eksiklere bakmıştım.
Boynumdaki kolyeyi, kolumda saati göremedim.
Yelkovanın yakın takipçisi akrep
zamanımın kısaldığını gösterirken
yine aynı hızla salonda
kendime buzlu viski hazırladım.
Pencere arkasında geçirdiğim heyecanlı
bekleyiş anlaşılmasın diye
elimdeki bardağı hızla yudumlamaya çalıştım.
Camları sadece içeriden silmeme izin veren,
Yağmur camda değişik bir konser veriyordu.
Koltukların arasında dolaşırken, dergileri yere attım.
Dün akşamdan
ya da
yarın akşamdan
daha farklı olmayacak diye düşündüm.
Biraz yorgun,
biraz yılgın,
biraz dalgın oturdum.
Kumanda elimde kanallar arası dolanırken,
yenilediğim içkiyi hemen
bitirmiş olduğumun farkına vardım.
Salon ile iç içe yaşadığım mutfakta
buzu az viskisi fazla
yeni bir bardak daha hazırladım.
Viskimi yudumlarken buzdolabını açtım...
salatayı gördüğümde ucundan, hırsızlık yapıp
iz bırakmamaya çalıştım.
Ardından yudumladığım viski,
boğazımdan aşağıya doğru sıcacık içimden kaydı.
Fırının saati çalarken aniden irkildim.
Yaptığım yemeğin kokusunu da tam o sırada fark ettim.
Koku içeriye sinmesin diye pencereyi açarken,
mutfak ara bölmesini kapattım...
Ki, yemek kokusunu da mutfakta sakladım.
Yağmurun salona yaydığı konser ritmini yitirmiş,
sokağın sessizliğine arkadaş oluyorken,
Birden boy aynasındaki ben ile yeniden karşılaştım,
her şeyin sıradan olduğu bir gecenin
görünümünde kendimi yerleştiremedim.
Hemen makyajımı silmeliydim.
Günlük yorgunluğun,
stresin
üzerine henüz sinmemiş
ütülü pantolonu ve göğüs dekoltesi açık
şifon gömleği değiştirmeliydim.
Guguklu saatin yeni çığlığını duyduğumda
bardağın dibinde kalan
viskiyi fon dip yaptım.
Aynı anda;
aynada biraz yorgun,
biraz yılgın,
biraz dalgın,
suratsız suratımla karşılaştım.
Yatak odasının ortasında soyunurken
ısrarlı telefon sesi kalp atışlarımı daha da
hızlandırırken çıplaklığım beni gülümsetmişti.
Oysa televizyondan gelen telefon sesini ayır edememiş olmam daha da komikti.
Sutyenimden çıkmaya hazır göğüslerim arasında sıkışmış
yunus kolye özgürlük çığlığı atıyordu.
Uzun süredir giymeyi bile unuttuğum
tango külotumun yanına uzanan kolumda
aşkımın kelepçesi saatim,
çıplaklığımın utancı ve komik aksesuarlarıydı.
Salonun ışığını azalttım.
Buzu az viskisi daha bol
yeni bir bardak daha hazırladım.
Ve biraz hızlı, biraz bilinçli fondip yaptım.
İçimin ateşi gözlerimi yerinden çıkaracakken,
iki damla gözyaşı ile yeni bir bardak hazırladım.
Gecenin karanlığında;
yelkovan ve akrebin birbirini hızlı takibinin
artık
rahatsız etmediğini hissettim.
Odanın karanlığı çıplaklığımı saklarken,
televizyonun aydınlattığı salonda
bir mahkum edasıyla volta attığımı farkettim.
Hareketlerimin yavaşlığı aynı anda düşüncelerime de yansımıştı.
Oysa büroda duyduklarım,
eve uçarak gidecek kadar hızlanmamı sağlamıştı.
Fısıltı gazetesi; onun geri döndüğünü,
ve bir daha gitmeyeceğini söylemişti.
Güzel, sürprizinden haberim yoktu.
Karar vermişti.
Sonunda...
Artık;
özlemlerimiz kelimelerle havada asılı kalmayacaktı.
Sonunda,
artık
sevgimiz dört duvara hapsolmayacaktı.
Gecikmiş heyecanların, sevinç gözyaşını hak etmediği bir anda
kahkahalar atacak kadar mutlu olmuştum.
Kafamdan geçenler, küçük film karelerine yerleşerek
kurgulanmaya başlamıştı.
Sonunda, artık karar vermişti...
Viski bardağını el kararı masadan aldığımda
sanki bir başka ben
yavaşlatılmış olarak hareket ediyordu.
Gülümsediğim çıplaklığım, perde arkasında gizlenmeden cesaretle,
gecenin karanlık yüzüne baş kaldırarak
camın önünde ayakta duruyordu.
Uçak tahminen bir saat önce gelmiş olmalıydı.
Havaalanı ile aramızdaki mesafe sadece 6 km., belki 6 dk.,
belki de bir nefes mesafesindeyken
viski bardağından içtiğim son yudumun içime sıcaklığı yayılırken
telefon sesi, yavaş hareket eden bedenimde
kalp atışımın sesini bastıramıyordu...
Hızlı hareket etmek istememe karşın adımlarım iyice yavaşlamıştı.
İlerlemeye çalışıyor ama yalpaladığımı hissediyordum.
Suratımda garip bir gülümseme,
ısrarla çalan telefona daha da yaklaşıyordum.
Paniklemiş, heyecanlanmış, son bir gayret ile telefona uzandım.
Sonunda
artık ,
Merhaba, dediği N de
Kalp atışımın sesi yükselmiş, kendi sesimi duyamaz olduğumu sandım.
Oysa ahizeyi düşürmüştüm.
Farkına vardığımda kendim de koltukta pelte gibi bir yığıntıydım...
karar
vermişti...
Hoşgeldin, dediği M de
Kalp atışımın sesini duyacak diye panik olmuştum...
Oysa, sessiz kalışı
ve sessizliğimin farkına varmam
içimdeki heyecanı, korkuya döndürdü.
Sensizlik içinde boğuşan
sessizlikte söylenemeyen kelimeler,
boşlukta kayboldu.
Kaybolan sözcükler,
canımı acıttı.
Sürprizi,
canmı yaktı.
KARAR VERMİŞTİ...
Ona dönmüş,
onun yanından arıyordu.
H O Ş Ç A K A L, derken canımı da aldı.
D.A. 08.2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.