KINALI KOÇU SAKLARKEN
03.02.04
KINALI KOÇU SAKLARKEN
Ben küçük bir adamken buz sarkıtlarından askerler dizerdim hayatımın korunması gereken ufkuna.Sonra sınırları gözlerimle çizerdim ufka, yetmeyince bir adım daha ileri giderdim.Mevsimlerden kıştı.Ak çayın çizme derinliğindeki vadisinden çıkıp genişlediği yerde,eski masal bahçelerinden bir bahçe içinde,dumanı üşütürcesine titreyen bir değirmen evinin camından,karanlığın tükenmeyeceğini sandığım bir gecede bahçenin derin köşesindeki sırrımı gözlerdim.
O yıllarda bayramlar bir tören havasında yaşanır ve o tören havasındaki yaşantıya büyük küçük herkes hazırlanırdı.Benim köydeki ilk kışımdı ve ilk bayramım.Büyükçe bir aile olmanın verdiği gelenekle babaannenin yaşadığı değirmen evinde toplanmıştık.Günler öncesinden alınan büyükçe bir koç arife günü herkes gibi yıkanıp kınalanmıştı.
Kınalı koça bir haftadır ben bakıyordum.Bana alışmış nereye gitsem peşimden geliyor ve sürekli elimden bir şeyler yiyiyordu.Arkadaşlığımız öylesine gelişmişti ki,akşamları onu dama kapattığımda bile yatana kadar gidip birkaç kez kontrol ediyordum.
Kınalı koçun adı Recepti.Bu adı ona iri ve büyük olduğu için vermiştim. Çünkü tanıdığım en iri canlı Recepti.Recepse dedemin ismiydi.Kınalı koçta Recep ismi öylesine güzel durmuştu ki ben ne zaman Recep desem boynunu büyük bir mağrurlukla kaldırıyor ve bana bakıyordu.Recep dedeme,dede diye seslendiğimde o da kınalı koç gibi başını kaldırır ve bana bakardı. Gücünü bakışlarıyla hissettirir ve o bakışlarda korunma duygusunu öyle bir verirdi ki,tıpkı okuduğum bir masaldaki terzi gibi göğsüme bir vuruşta yedi can alan diye yazmak geçerdi.
Hayatımın korunması gereken sınırlarını gözlerimle ufka çizmeyi Recep dedemden öğrenmiştim.Onun uzun parmaklarının gerisindeki güçlü avucu saçlarıma değdiğinde,yüzüne bakardım.Sevgiye ait çizgilerin olmadığı bu yüzde kimsenin görmediği benimse görmekten öte hissettiğim bir güven duygusu vardı.
İşte kınalı koç bir hafta boyunca kendisini doyasıya sevdiğim ve doyasıya adını seslendiğim bir dosta böyle dönüşüvermişti.Geçmişimde sınırlarımı korumasını öğreten dedem gibi.
Arife günü bayram telaşı evin gelinlerinde başka,çocuklarında başka yaşanırdı.Gelinler bakır tavalarda un helvası kavururken,çocuklar kavrulan un helvasını bakır tabaklarda kalıba dökerlerdi.Kavrulan helvanın kokusu ise bu tören havasındaki ortama karışır,
karışmaktan öte yakışırdı.
Çocukların ve gelinlerin helva telaşında hayatı unuttukları bir anda ben kınalı koçla söyleşi yapıyordum.İşte tam bu sırada yengem ‘kurbanlık koç o fazla ellenmez bırak hayvanı yeter’ deyince,hayatımın sınırlarını koruyan buz sarkıtları cozurdayarak gömüldü ateş basmış bedenime.Evet bu gün arifeydi ve yarın bayram ve kınalı koç,yani Recep kurban edilecekti ve sofrada bir öğün bile sürmeyen bir sürede yağma edilip tüketilecekti.Ve benim bir şeyler yapmam gerekiyordu.Kınalı koç Recep yarın kesilmemeliydi.
Bütün gün kınalı koç recebi kurtarmak için çareler düşündüm.Onu kurtarmanın bir yolu olmalıydı ve çocuk kalbimin anlamadığı anlamak istemediği bir törene en yakın arkadaşımı kurban veremezdim.Onu tekbir sesleri içinde kesilirken düşünemezdim.Ve evin büyük erkeklerinin erkek çocukları tamda kurban kesilirken orada görmek istemelerini,cesaret duygusuyla ilişkilendiremezdim.
Değirmen evi iki katlı ahşap ve kerpiç karışımı bir evdi.Üst katta üç odası vardı alt katta ise tek oda.Evin gerçek sahibi olan amcamın bu odada yaşardı.Üst kattaki odalarda ise bayramlarda ve özel zamanlarda gelen diğer kardeşler kalırdı.
Uzaktan bakıldığında oldukça yalnız ama bir o kadarda heybetli duran bu evin kınalı koç Recebi saklayacak bir köşesi bile yoktu.Bütün öğleden sonram bu evin çevresinde kınalı koç Recebi saklayacak yer aramakla geçti.Ama öyle bir yer yoktu.Kınalı Koç Recebimin mağrur duruşu,güçlü görüntüsü,sadakatle bağlılığı ve zamanın sıkışıyor olması,beni iyiden iyiye deli etmeye başlamıştı.
Tam bu sırada bahçenin uzak köşesinde yaşlı karaağacın duvara dayandığı yerde buldum kendimi.Ve başladım hayatımın sınırlarını örer gibi örmeye kınalı koç recebin gece yatacağı evi.Taşları öylesine düzenli koyuyordum ki,bırak yıkılmasını rüzgar bile alması mümkün değildi.Kınalı Koç Recebin evi bittiğinde karşısına geçip baktım.Evet tam istediğim gibi olmuştu.Onu kurban edilmekten koruyacak taş örme evi.
Koçu özenle yerleştirdim gece kalacağı evine.Kapısını kapatırken unutamadığım bir mahzunlukla baktı yüzüme.Kınalı koç.Bu bakış yakışmamıştı kınalı koç Recebin yüzüne.Mağrurluğun yerini mahzunluğa bırakmasını bana duyduğu minnete yormuştum ve akşamın telaşında kadınların arasından süzülüp sofraya oturmuştum.İçimde kınalı koç recebin mahzun bakışını ve koruma duygumdaki telaşımı,bir yerlere oturtmaya çalışırken,elimde tuttuğum bardaktan sürekli su içiyordum. Amcamın ‘yandın mı oğlum bırak o su bardağını ’demesiyle toparlandım.
Ahırdan en son yengem gelmişti.Amcam her zamanki seslenişiyle sordu yengeme. ‘hayvanlar tam mı diye.’Amcam nedense yengeme seslenirken tonlama olarak farklı seslenir,bu sesleniş değirmenin savağından boşa akan suyun sesi gibi gürlerdi.Ben yengemden önce yanıtladım amcamın gürleyen seslenişini.’tam’ diye.Yengem bana baktı.Bu bakışta sen ne zaman ahırdaydın sorusu vardı.
Gece odalara indiğinde artık sesi duyulan üç şey vardı.Sobadaki yanan odunların çıtırtısı,dışarıdaki köpekler havlaması ve değirmenin savağından boşa akan suyun sesi.Bu üç ses dışında her ses amcamı uyandırmaya yeterdi.Ve ben kınalı koç Recebi gözlemeliydim,o dışarıda bahçenin kuytu köşesinde ve yalnızdı.
Dışarıda öylesine yıldızlı ve ayaz bir gece vardı ki,sanki dolunay varmışçasına aydınlıktı dışarısı.Ve bastığım tahtalara düşmandım.Her bastığımda gıcırdadıkları için.Amcamın beni duyduğunu biliyordum o yüzden her kalktığımda tuvaletin kapısını da açmayı ihmal etmiyordum. Hayattan bahçenin uzak köşesine uzun uzun bakarken soğuk ve uzak köşede koçumu ancak gözlerimle koruyabiliyordum.Her saat başı kalkıp bahçenin uzak köşesini gözlerimle korurken,koçumun mahzun bakışını hala içimde bir yerlere oturtamıyordum.
Saat başı kalkışlar amcamı tedirgin etmişti.Aşağıdaki odadan “ulan eşek herif ben sana o kadar su içme demedi mi”.Diye ileniyordu.Bense her kalktığımda tuvaletin kapısını açıp kapamaya devam ediyordum.Yüzüm zemheri soğuğuna gözlerim bahçenin uzak köşesine alışmıştı.Artık baktığında nereyi göreceğini bilen bir göze ve soğukta kavrulan bir yüze sahiptim.Kalkışların sonu gelmeyince amcam hayatın başında dışarıyı gözlerken buldu beni “ne yapıyorsun sen “.Diye sorduğunda hiç demek geldi içimden,ancak diyemedim.”doğru yatağa”.diye bir komutu bırakarak ardımda girdim yatağıma usulca.
Sabah olsun diye dua ederek geçirdim gecenin geri kalanını.Ve rüyamda mağrur bir koç otluyordu yaşlı karaağacın dalları altında.Bense yatmış uzanmıştım yeşil çayırlara yüzümde bir gülümseme ellerim ensemde.
Yatağımda sağa sola dönerek uyurken bir çığlıkla uyandım.Yattığım yerden,çığlıkları atan yengemdi.Amcam bir elinde bıçak bir elinde ip.”nerde lan bu koç”.diye gürlüyor.Yengem.”akşam ahırdaydı şimdi yok”.diye amcamın gazabından korktuğu için çığlıklar atıyordu.Bayramın tören havasına zemheri soğuğu gibi bir ağırlık inmişti.Çoluk çocuk herkes bahçedeydi ve kınalı koç recep hiçbir yerdeydi.
Ben böyle bir kargaşaya hazırlıksız yarı sevinç,yarı korkuyla çıktım dışarı.Yüzümde bütün gece uyumamanın ve soğuğa yüz dayamanın şaşkınlığı.Sonra kalabalığın arasından sıyrılıp vardım bahçenin uzak
Köşesine.Kınalı Koç Recebin evi yerli yerindeydi.Ben bahçeden ve evden gelen çığlıkları artık duymuyordum.Koçumu bir elinde bıçağı,bir elinde ipi ile amcamdan kurtarmanın keyfini yaşıyordum.
Yaşlı karaağaca yaklaştıkça bahçenin bu uzak köşesinde yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.Evet koçum koyduğum yerde yoktu.Nasıl olabilirdi ki planıma göre her şeyin yolunda olması gerekliydi.O an bütün gece gözlerimle bu uzak köşeyi gözlerken,neden köpeklerin bu yöne doğru uluyarak havladığını ve yüzümü gecenin ayazı yakarken,içimin neden harman yeri gibi yandığını anlamaya başladım.
Nereye bakmam nereye bakmamam gerektiğini bilmiyordum.İçimde yanan bir harman yeri tüm kızıllığı ile kusarken ateşini,patlatıyordu içimdeki masum buğday tanelerini.İçimdeki bu yangını söndürmek için taşınan kovalardaki su bana yeter mi?Koçum yoktu.Ama karşımda duran daha acı bir gerçek,önce gözlerimi,sonra içimi burkuyordu.
Karşımda duran koçumdan arta kalan yünler ve kemiklerdi.Bütün gece köpeklerin neden uluyarak havladığını ve içimin neden harman yeri gibi yandığını artık biliyordum.Koçumu o yıldızlı zemheri gecesinde,bahçenin bu uzak köşesinde kurt yemişti.Korumaya çalışırken koruyamadığım, üstelikte mağrur gözlerinde korkuyu gördüğüm koçumu,kurt yemişti.
Gözlerinde korkuyu gördüğüm halde,yakıştıramamıştım ona korkmayı onun için mahzunluk gördüğümü düşünmüştüm gözlerinde.Oysa o güçlü görünüşün zayıf bir yönü olabileceğini bilmeliydim.Tıpkı göz yaşlarını saklamayı becerebilen Recep dedem gibi.Artık biliyorum çünkü bende onlardan biri değimliyim.
Bahçenin uzak köşesinde sessizce beklerken,omuzlarımdan bir çift el kavradı beni.İçimin yangını sönüverdi.Beni kucaklayıp kaldırdığında,sesi gürleyerek akan bu adamın,aslında değirmene şarkılar söyleyerek gelen bir dere olduğunu anladım.”Acı çekmiş midir”.Diye fısıldadığımda.”seni düşünmüşse hayır”.Dediğini duydum.
İşte ben ne zaman kurban bayramı yaklaşsa kurban pazarlarındaki kınalı koçları bakarım.Mağrur ve güçlü görüntülerine hala aldanırım.
Onları saklamak isterim yaşlı bir karaağacın dalları altına,ancak artık biliyorum sevileni uzaktan korumak nafile.İşte bu yüzden bayramda, seyranda.Sevdiklerimle hep yan yana,omuz omuza olmak güç verir bana.Ve ben her kurban bayramında mahzunlaşırım hayatımdan geçen kınalı koçlar adına.
Ve hala bir kınalı koç omuz verir hayatımın zayıf anlarına,tüm mağrurluğuyla.Aldığım bu güçle olsa gerek,masaldaki terzi gibi bir yazı yazmak isterim göğsümün tam ortasına.
Ş.GÖKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.