- 644 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KELİMELER 3
ŞABAN
Eylül sıcaklığı da bir başkaydı. İçten içe sıkıntıyla alnında ter damlaları birikiyordu. Silmelimiydi? Her zaman terlerdi. En soğuk zamanlarda bile vücudunun bir yerinde bu terleri hissederdi. Mermerin soğukluğu tüm benliğini kapladığında karanlığın içinden gelen o sesi duyduğu zamanlarda bile sırtından aşağı boşanan terleri hatırlıyordu. Ayaklarında şaklayan sopanın acısı ile vücudu sarsıldığında da bir tarafı terliyordu. Oysa ilk Eylül gününü hatırlıyordu da o zaman bıyıkları bile terlemişti.
Ne Eylüller geçirmişti.
Ne acılar çekmişti. Bu eylül ise farklıydı.
Zamanın gelip, ilk adımını attığında asla geri dönülmeyeceğini biliyordu. Bu çark böyle dönüyordu. Acılarla geçen bir yaşamı olmuştu. Her zaman kendini acıların odağında bulmuştu.
Kendi ayak seslerini duyabiliyordu. Arkasında yürüyenlerin sesleri ise hiçbir zaman duyulmazdı. Kalacağı odanın önünde durdular, kapı açıktı. İçeride bir ranza vardı. Asla yadırgamadı, çocukluğundan beri hep ranzalarda yatmıştı. Ranzanın o demirinin soğuğuna ellerine bulaşan gözyaşlarını az silmemişti. Ranzaların yatakları hep bir taraflarını ağrıtmıştı. Gün gelmiş altta yatmış, gün gelmiş üstte kalmıştı. Kimi zaman sunta üstündeydi kimi zaman bel veren yayaların üstüne konulmuştu, pamuklu ya da ottan yatakları. Şimdi ise tek başına duruyordu ranzasının karşısında. Nereye koyacağının bilemedi kollarında tuttuğu üç beş parça çamaşırını ve onların üstündeki camlarını çıkarttıkları çerçevenin içindeki karısının ve kızının fotoğrafını. Bir an geriye bakmak istedi ama tereddüt etti. O anda arkadan uzanan simsiyah copu tutan eli fark etti. Aşağısını işaret ediyordu tozlar savrulurken vurduğu yerden. Yavaşça bıraktı eşyalarını ve esas duruşa geçti gardiyanların karşısında. Bakışları ayakucundaydı, boynu gururuna rağmen eğilmişti. Bir kuğu misali sessizce duruyordu düzenin karşısında. Kapının sürgüsü yerine oturunca kaldırdı başını yavaşça yukarıya ve serbest bıraktı göz pınarlarında biriken iki damla yaşı aşağıya. Sabretmeliydi. Hepsi altı ay içindi, ne kadar zulmederlerse etsinler, ne kadar eziyet etseler de her şey altı ay içindi. Dayanacaktı, dayanmalıydı. Beyninin girintilerinde tarihi aradı. Eylüldü. Aynı zaman da Şaban’dı. Gerçeği gösteren iki farklı yalan. Ama ne demişti hadiste ‘’ Şaban benim ayımdır. Şaban günahları temizleyendir.’’ Önündeki altı ayın tamamı Şaban’dı.
TAACCÜP
Taşların üstündeki sarı lekeler bir türlü çıkmak bilmiyordu. Elindeki telleri yıpranmış fırçayı saatlerdir taşlara sürtüyordu. Kısa kesilmiş tırnaklarının da taşa süründüğünü, parmak uçlarının da nasibini alıp kanamaya başladığını biliyordu. Ama her şeye rağmen sarılıkların çıkmaya niyeti yoktu. Hiçbir şey söylemeden işine devam etti. Başında bekleyen askerde sabırsızlanmaya başlamıştı. Gardiyan asker birkaç günden beri buradaydı. İlk birkaç gün eskilerle yani üst tertip ağabeyleri ile beraber başlarında durmuştu. Bu sabah ise ilk defa yalnız gelmişti.
Tuvalet taşının etrafındaki sarılıklar hala göze çarpacak şekilde duruyorlardı. Bir şeyler ters gidiyordu. Her gün çok kolay temizleniyorlardı. Bugün niye böyle olmuştu?
Kafasında türlü düşünceler vardı. Yoksa bu mahkûmlar yeni diye gevşek mi davranıyorlardı? Bağırıp azarlasa mıydı? Şu önündeki sabahtan beri ovalayıp duruyordu ama boşuna. Az önce sanki bir şey söyleyecekmiş gibi başını kaldırdı. Ya da ona öyle gelmişti. Mahkûmların kendileri ile konuşmaları yasaktı. Zaten geldiği günden beri hiçbirisiyle de konuşmamıştı. Ama sanki az önce birisi bu kuralı bozacak gibiydi. Keşke üst tertibi yanında olsaydı. O ne yapacağını bilirdi. Sesini çıkartıp bağırmasının azarlamasının zamanı gelmişti. Ama adam zaten çalışıyordu hem de babası yaşındaydı. Ulan amma boktan bir durum diye düşündü. Burası temizlenmez ise dalga geçerlerdi. Bunu biliyordu. Akşam koğuşta çömezle uğraşırlardı. Yoksa bu onların bir numarası mıydı?
Eğer öyleyse?
Bir an dizlerini üstünde soluklandı, öylece durdu. İşte o an sırtına bir şeyin battığını hissetti. Genç asker alnında biriken terleriyle daha fazla yorulmuş gibiydi. Elindeki copu sırtına daha da bastırarak;
- Hadi! Sallanma dedi.
Ne diye bilirdi ki, zaman onun zamanıydı. Düzen onun düzeniydi. Sessizce önüne döndü. Hırsla, hızlıca silmeye devam etti. Kaçıncı gecenin, kaçıncı sabahında bu böyleydi. Daha kaç gece böyle sabahlara uyanacaktı. Az kalmıştı. Az kaldı diyordu. Bir daha yaşanmamacasına az kalmıştı. Hayatı hep böyle gün sayarak mı geçecekti? Ömrü hep takvimlerin yapraklarını kopararak, karalayarak mı geçecekti? Bu son sayacağı aylardı, az kalmıştı. Bittiğinde bir daha takvime dahi bakmayacaktı. Hangi gün olursa olsun yaşadığı günün bitmesini hiç istemeyecekti. Bundan sonra ki günlerin hepsi onun olacaktı. Hiç kimse ama hiç kimse onları alamayacaktı. Sırtında tekrar batmayı hissettiğinde başını sertçe geriye çevirdi. Askerin yüzünde ki şaşkın ifadeyi görünce;
- Tamam! Hadi kalk!
Sözünün anlamını çöktü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.