- 1057 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞKA BİR SILA
Macır İbrahim’i yalnız yakaladığım zamanlar,bana hiç bitmeyen memleket hasretinden söz etmekle başlar-dı konuşmasına. Göç sonrası nasıl da yoksullaştığını, devletten başını sokabilecek bir ev ile bir kaç dönüm tarlayı alabilmek uğruna,ne mücadeleler vermek zorun- da kaldığını,nelere katlandığını;ayrı evler edinebilmek için ,baba ile oğulun sanki birbirlerini tanımıyorlarmış gibi ayrı soyadı aldıklarını, fırsat bulduğunda anlatmak- tan büyük haz duyardı.
-Petro’nun değirmeninde çalışıyordum memlekette, diye başlardı her zaman.Kısa boylu,sevecen bir ihtiyar değirmenci Petro. OğluYankov’u değirmende çalışan- lar gibi ,ihtiyar Petro da pek sevmezdi. Yankov öğleye kadar yatar, daha sonra da değirmen çarklarını hızla döndürmekten köpük köpük olan küçük dere kenarında kurulu masasının başında, fırında kızarmış kaz etiyle, kırmızı şarap içerdi.Sırtımızda ikibuçuk kilelik pamuk- lu dokumadan dikilmiş buğday çuvallarını değirmene taşırken, Yankov yarısı yenmiş kaz butlarını , dereye yüzü dönük oturduğu masadan,üstümüze fırlatırdı.İhti- yar Petro kızar ama, oğlu Yankov’a söz geçiremezdi. Yankov gittikten sonra özür dilerdi değirmende çalışan işçilerden.Bu gün hala düşünürüm.Biz buğday çuvalla -rını taşırken,sırtı dönük attığı kaz butlarını nasıl yüzü- müze denk getirir diye.Çok kızardım bütün işçiler gibi. Benim kızıp ta söyleyemediğimi Yankov söylerdi her zaman.
-Çok mu kızdın? derdi.İşi mi bırakacaksın?Bırakıp
gittiğin anda ,binlerce bulurum senin gibilerden.Aç kö-
pekler!
Yankov çok zeki biriydi.Çalışanların yüz ifadele –rinden ,söylemek isteyip te söyleyemediklerini bir bir sayardı. Ben ömrümde görmedim ihtiyar Petro’ nun değirmenden ayrılıp şehre gittiğini.Yankov geceleri bi-
le gelmezdi şehre gittiğinde.Esmer güzeli bir sevgilisi
vardı.Değirmene de getirdiği olurdu sevgilisini.Derenin
kenarına kurulu masada sevgilisiyle içerdi.Derenin su -ları buz gibiydi.Yankov’un esmer güzeli sevgilisi ince belli, uzun boylu bir çingeneydi.Hep beyaz renkli, etek- leri oyalı, işlemeli entarisini giyer; birkaç kadeh şarap
içtikten sonra da derenin soğuk sularına yalınayak girip, al al yanaklarını yıkardı.Bazen de küçücük avuçlarına aldırabildiği kadar suyu,Yankov’un yüzüne serperdi.Bir
başka gün değirmene geldiklerinde ,Yankov sevgilisini
kucağına alarak dereye girmiş,kayganlaşan taşlar üstün-
de yürürken ayağı kaymış, ikisi birden suya yuvarlan -mışlardı.Sonra ıslak beyaz renkli elbiseden ,Yankov’un
sevgilisinin küçük kalçalarını kıvıra kıvıra ,değirmenin
az ilerisindeki dere kenarındaki eve doğru gidişini sey-
retmiştim sevgilisinin kolunda.İhtiyar Petro değirmenin bir köşesine kıvrılır yatardı oğlu sevgilisiyle eve gelin –
ce.Ev zaten küçüktü.Değirmenin karşısında pencereleri
küçük dereye bakan ,kapıdan girildiğinde tam karşıda
bir ocağa açılan sofa ile, sağda ve solda iki küçük oda
hepsi.Sağdaki odada Petro’nun ölen karısı ile birlikte
çekilmiş büyükçe bir fotoğraları asılı karyolanın başın-
da. Petro çoğuncası odaya girdiğinde ,karyola üzerine diz çökerek ,karısının resmine bakar bakar ağlardı.Ben
Petro’yu babam gibi severdim.İş bitimi yorgunluktan bazen köye gitmediğimde ,Petro ile birlikte yemek yer,
içer dertleşirdik.Tabii Yankov olmadığı zamanlar.Bana
görmek nasip olmadı.İhtiyar Petro birlikte şarap içtiği- miz zamanlar,karısının güzelliğini ,onun nasıl yemekler yaptığını anlatırdı bana.Kafayı bulunca da ağlardı dere kenarındaki masada.İhtiyarı yatağına yatırmak için hep
yalvarırdım ama,nafile…İçtiği akşamların sabahı masa
başında uyurken bulurdum zavallı ihtiyarı.
Bulgaristan’a kominizm geldiğinde , en çok ihtiyar
Petro için üzüldüm.Benim için değişen hiç bir şey yok-tu.Ben değirmende işçi olarak çalışıyordum yine.Üstü –
ne üstlük, Yankov’da benim yanımda işçi olarak çalışı- yordu.Allahımdan başka bir şey istemedim o zaman.Ta-
bii Yankov genç olduğundan,bu hayata da çabuk alıştı.
Oysa ihtiyar değirmenci için,hiç de kolay olmadı bu ya-şama alışmak.Mal canın yongası dedikleri bu olmalıydı.
Bu değirmenin her parçası,yaşlı Petro’nun unutamıya -cağı anılarla doluydu.Değirmenin patronu kendi olduğu zamanlar ,daha az veya daha çok kazanması hiç önemli
değildi.Orda o gün yaşadıklarımı ,şimdi de burada yaşı- yorum.Adam ömrünün sonuna kadar çalışıyor.Kazancı-
nı daima toprak almak için harcıyor.Kendisi ölünce mal
çocuklar arasında bölünüyor.Bölününce de çocuklara az
geliyor.Bu seferde onlar başlıyorlar tarla bahçe almaya.
Yetiyor mu sonunda?Ne gezer…Bu kısır döngü yinele -nip gidiyor.İhtiyar değirmencinin tek çocuğu Yankov’a
mal bırakmak gibi bir niyeti de yoktu aslında. Birlikte
içtiğimiz akşamları :
-Benim hayırsıza mı bırakacağım bu değirmeni be!
Öldüğüm gün satar yer parasını,derdi.Ben daha başka şeyler düşünüyorum onun için.Ona bırakmaya hiç niye-
tim yok bu değirmeni.
Öyle de oldu sonunda.Değirmen ne ihtiyar değirmenci- ye kaldı, ne de oğlu Yankov’a.İkisi de değirmenin çalı-
şanı oluverdiler bir anda.İhtiyar değirmenci usta olarak
çalışmaya başlamıştı.İhtiyacı olan her şey devlet tara -fından olanaklar nispetinde saptanarak ,kendisine ve –riliyordu devletin marketinden.Bizim için iyi olduğu-
nu söyleyebilirim bu sistemin.Daha önceleri kazancım
yeterli olmadığı için alamadığım et, süt, yumurta gibi
ana gıda maddeleri,devlet tarafından veriliyor ve benim
çocuklarım da yiyebiliyordu. İhtiyar, değirmen artıkları
ile besleyebildiği bir iki kuzuyu kestiğinde et yüzü göre biliyordu.Hele benim çocuklarım.Onu da kesebilirsek senede iki üç gün et yüzü görebilirlerdi kurban bayra -mında.Diyeceksin ki neden geldin o zaman?Değirmenci ihtiyar Petro’ya ne oldu? Zavallı ihtiyar değirmeninin elinden alınmasını ,körün elinden bastonunun alınması- na benzetirdi hep.Fazla dayanamadı.Bir gün değirmen-
de, iki parmağı arasına aldığı unları test ederken ,birden
sarsıldı ihtiyar vücudu.Hep birlikte koştuk görenler.Ölü
bedenini un yalağından çıkardık.Yüzü koyun düşmüştü yalağın içine.Yüzüne bulaşan unlardan mı, yoksa ölü
benizi dedikleri miydi ne ,geceleri rüyama girerdi bem -beyaz yüzüyle.Benim neden buraya geldiğimi kendime
bile açıklayamıyorum ki,sana açıklasam.Acaba derdim
önceleri:Bulgaristan’da benim için erişilmez olan, işçi
olarak çalıştığım değirmenin patronu olmaktı galiba.
Kendim için erişilmez olanı çocuklarım için düşünerek
mi gelmiştim buraya?Buna yanıt aradım yıllarca. Bula-madım ama.Görüldüğü gibi burada da Emin’in değir -meninde çalışıyorum işçi olarak.Başka bir işten anlamı- yorum.Yıllarımı vermişim bu işe.Bu gidişle çocuklarım da böyle bir değirmenin sahibi olamayacaklar gibime geliyor.Bize verilen toprakla karnımızı bile doyurama –dığımızdan, başka işler aramaktayız.Ben değirmende çalışıp , ekmek paramı kazanıyorum.Ali abi inşaatlarda çalışıyor.İsmail İstanbul’a gideceğini söylüyor. Küçük kardeşi Abdurahman DDY’ de çalışıyor. Buraya ne umutlarla geldiler kim bilir.Darmadağın oldular. Ben halime şükrediyorum yine.Elimde değirmencilik gibi mesleğim olmasaydı ne yapardım. Ailemi dağıtmadan bu köyde kalan tek macırım ben.Para biriktirip,toprak falan alamayız biz.Aç karnımızı doyuralım yeter.Mace-ra aramak senin neyine…
Aradan yıllar geçti.Tonton Ali amca ile bizim evle- rimiz karşı karşıya olduğundan sık görüşürdük.Memle-
kete göndereceği mektupların, zarf üzerlerini bana yaz-dırırdı.
-Bir adere yapıver,diye eline aldığı zarfı bana geti-
rirdi.
Osmanlıca okuma yazma biliyordu kendisi.Memlekette
kalan kardeşine mektup yazardı her ay. Mektubun içini
kardeşinin okuyabileceği şekilde Osmanlıca ama,zarfın
üzerini Bulgaristan’da posta görevlisinin okuyabileceği şekilde, Latin harfleriyle yazdırmak için her ay mutlaka bana gelirdi.Bu büyük oğlu İsmail’in,Türkiye’de doğan
ikiz kızları Gülfiye ile Zülfiye, okuma yazma öğrenin-
ceye değin devam etti.İkizlerden Gülfiye bir gün:
-Dede!Bu gün öğretmenimiz akrabalarımızı sordu okulda. Ben dedem var , babaannem var, halalarım var, bir tane amcam ve amcamın karısı Nefise yenge var, dedim.Öğretmen de:
-Kızım senin soyadın Cenker. Amcanın soyadı ise Aydın. Dedenin soyadı da Aydın.Demek ki onlarla hiç bir bağın yok,dedi.
-Ben yanıt veremedim.Şimdi sen benim gerçekten dedem misin.Öğrenmek istiyorum dedi Gülfiye.
Ali amca ilkokul birinci sınıf öğrencisi olan,yeni okuma yazma öğrenmiş torunu Gülfiye’ye nasıl anlatabilirdi
bundan böyle yalan söylemenin çok kötü bir şey oldu-
ğunu.Kendisi yalan söylemişti Türkiye’ye geldiği anda.
Büyük oğlu İsmail için:
-Komşumuz memleketten.Mümkünse bizi ayırma- yın ,dediği için evlerini yan yana yapmıştı devlet.
Oğlu olduğunu söylemediğinden ayrı soyadı verilmişti baba oğula.Şimdi dede torununa nasıl izah edecek ti bu yalancılığı.Gülfiye nasıl öğretmenini yanıtsız bıraktıysa Ali amca da torununu yanıtsız bıraktı bu basit soru için.
Gülfiye ile Zülfiye niçin dedelerinin soyadı ile aynı soyadı taşımadıklarını öğrenemeden, babaları İstanbul’- da bir fabrikada marangoz ustası olarak işe başladı.Ben
Daha sonraları ikizleri hiç görmedim.Büyüyüp çoluk çocuk sahibi olmuşlar.Ben Pendik’te çalışırken annele- ri ziyaretimize gelirdi.Ali amca,iki oğlu ve kızı Fatma
hepsi de rahmetli olmuşlar.Bilecik te küçük kızı Hatice vardı.Ne oldu bilmiyorum.Mirasçıları köydeki evi ile
Söğüt yolu üzerindeki bir adet tarlasını satmışlar. İlişki-
leri tamamen kesilmiş köyle.İkizler belki hiç anımsamı- yorlardır bile beni.İlkokula yeni başlamışlardı.Yardımcı
olmam için anneleri bana getirirdi onları. İkisi de çok zeki kızdı. Gülfiye’nin dudağının kenarında bir beni vardı.Öyle anımsıyorum.Gülmek çok yakışırdı çünkü ona.Ali amca rahmetliye gelince,o da hiç bilmiyordu ne için Türkiye’ye gelmişti.Annem bahçeden eve yiyecek ne getirirse yarısını Ali amcalara götürürdü.O da altın-
da kalmamak için mutlaka kışlaya kapanır iki üç gün içinde ahşaptan masa, sandalye, sofra gibi bir şeyler yapıp anneme hediye getirirdi.Onurunu yitirmeden ya -şamak bu olsa gerekir.
Şimdi anımsıyorum dün gibi. Anneme bir hediye getirdiğinde,evimizin önündeki dut ağacının altına otu- rur,yanına çağırırdı beni.Sonra başlardı anlatmağa:
-Tuna tarafında kalır bizim köy.Bir ayçiçeği,bir mı- sır olur...Allah seni inandırsın ,oniki yaşındaki çocuklar bile kafayı kesmek için üzerine tırmanır ayçiçekleri ile
mısırların.Gövdeleri üç yaşındaki kavak ağacı gibidir.
Toprak bir bereketlidir ki.Yeni sürülmüş tarlada , saban
izine belini verip ,bir saat uyusan ;bedeninde hiçbir ağrı sızı kalmaz.Toprak hepsini çeker içine.
Yazan:Osman EKER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.