- 1329 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MEKTUP
Aşkı, bir ömür katıksız bağlılıkla sürdüren kumrulardan ödünç almışlardı. Ne zaman yağmur yağsa dışarıda alırlardı soluğu. Genç erkek ellerine düşen yağmur damlalarına bakar, ıslanmış ellerini genç kızının hülyalı gözleri hizasına getirir “Hiç yağmur damlarını tutmayı denedin mi? Tutabildiklerin senin, tutamadıkların ise benim sana sevgimdir” derdi. Kız biraz daha sokulurdu, yağmuru bir şiirsel şölene dönüştüren aşkına ve derdi ki “Peki sen ağustos gecelerine gökteki yıldızları saymayı denedin mi ? Sayabildiklerin senin, sayamadıkların benim aşkımdır”. Yağmurun ılık gizeminde saatlerce yürürlerdi. Dürüst, adil, saygı ve emek dolu bir aşk yaşıyorlardı. Aslında ikisi birlikte öğrenmişlerdi aşkı, beraber keşfetmiş beraber yüceltmişlerdi. O yıl fakültenin son sınıfındaydılar, her an eriyen tükenen günlerin farkında değildiler.
Bir gün her nasıl olduysa sanki büyü bozuldu sanki ve kavga ettiler. Ders notlarından mı, kızın arkadaşlarından mı hatırlamıyorlardı. Çünkü büyük bir boşluğa düşmüş gibiydiler ama çocuksu gururlarını yenip yan yana gelemiyorlardı. Dostları girdi araya ama, her ikisi de karşıdakinin özür dilemesini istiyordu. Bir türlü köprüler yeniden kurulamadı. O anlamsız tartışmadan sonra hiç karşı karşıya gelmediler. Dönem çabucak bitti, sayılı gün değilmiydi. Kız öğretmen olarak Hafik ilçesinin Yakaboyu köyüne, erkekse Diğor ilçesi Kaya köyüne tayin oldu. Her ikisi de okullar açılma dönemi yaklaşınca tayin oldukları köylerine gittiler. Yine ne bir telefon açtılar, ne de haber uçurdular birbirlerine. Oysa kalplerinde aşkları öylesine sıcaktı ki, onu ancak onlar kadar sevenler anlayabilirdi.
Sonbahar, kış, ilkbahar derken Mayısın ilk haftasına girmişlerdi. Yaklaşık bir ay sonra ikinci döneminde bitişiyle uzun bir yaz tatili başlayacaktı. İkisi de aileleri ile birlikte yaşadıkları evlerinden ayrılmanın ve öğretmenliğe başlamanın oluşturduğu ilk şaşkınlık evrelerini atlatmışlar ve artık kendilerine zaman ayırabiliyorlardı. Genç kız bir akşam, uzun süre resimlerine bakmaya cesaret edemediği biricik aşkı ile çektirdikleri resimlere bakmaya başladı. Kalbi tanımsız bir şekilde kuvvetli bir şekilde atıyor, ayakları titriyordu. Sanki o vardı karşısında. O an karar verdi, mektup yazacaktı. Ancak bir anlamda son bir mektup olacaktı, çünkü ortalığı yatıştıran cümleleri sonunda tekrar bu sonsuz alevi canlandıralım diyecekti. Öyle de yaptı. Önce özlem içeren satırlardan sonra, ilk öğretmenlik deneyimlerini yazdı. Ve devam etti, artık çocuksu gururlarımızı bırakmanın zamanıdır diyordu. Çok sürmüştü bu ayrılık ve hala çok seviyordu, çok özlemişti. Aynı duyguları paylaşan bir mektubu almanın her şeyi unutturmaya yeterli olduğunu da yazdı. Ancak cevabını en geç bir ay bekleyeceğini çünkü yaz tatilinde ailesinin yanına gidecekti. Memleketinde ailesi onu amca oğlu ile evlendirmek istiyorlardı. Öğretmenliğe başladığı günden beri, gelen diğer dünürcülerle birlikte amcasıgil asıl dünürcülüğü yapıyorlar, diğer dünürcülere de sözlü dedirtiyorlardı. Böylece hem aile içi kapalı evlenme gelenekleri devam edecek, hem de kızın tayinini amca oğlunun yaşadığı şehre çıkması sağlanarak, doğudan kurtaracaklardı. “Lütfen, lütfen çabuk yaz, çünkü son mektubuma cevabının gelişiyle amca oğlunun evlenme teklifini ret edeceğim. Her ne pahasına olursa olsun direneceğim ve asla evlenmeyeceğim. Ama mektubun gelmezse artık beni unuttuğunu anlayacağım” diyordu genç kız “Seni çok ama pek çok seviyorum, lütfen beni birazcık seviyorsan, o günlerden küçük bir kırıntı kaldıysa çabuk yaz, çünkü tatile gittiğimde beni kesin başgöz edecekler, tutunacağım dal sevgin olsun”.
Mektup postaya verilmesinden bir hafta sonra genç erkeğe ulaştı. Erkek mektubu bir solukta, sonra mektubu defalarca defalarca yavaş yavaş okudu. Okudukça gözlerinin feri canlandı, yüzüne bir gülümseme düştü. Kalbi duracak gibiydi. Demek hala beni seviyor tıpkı ben gibi diye düşündü. Beni affetmiş hala seviyor, hala seviyor. Kuş gibi hissediyordu kendini. Mutluluktan uçuyordu. Akşam erken oturdu masaya, hemen mektup yazmaya başladı. Yazdığı için ne kadar mutlu olduğunu yazdı önce, kendinin aptal cesaretsizliğine kızdığını anlattı. “Ne kadar teşekkür etsem az, bende seni hep sevdim. İnanamayacağın kadar çok sevdim, özledim, özledim…” diye devam etti. Sigara başlamıştı, neredeyse her cümleye başlamadan bir sigara yakıyor, dumanını derin derin içine çekiyor ve havaya boşaltırken bir kelime yazıyordu. Kolay mıydı öyle bir sevgiyi yazmak. Hem de kaybettim dediği anda buluverdiği biricik aşkına yazmak. Gece yarısını çoktan geçmiş, kül tablasını kaçıncı defa boşaltmıştı hatırlamıyordu ama mektuba başlamadan açtığı pakette birkaç sigara kalmıştı. Beş dosya kağıdını arka önlü doldurmuştu ama yazacakları hala bitmemişti.
Horozların ötüş sıklığı artmıştı, masadan kalktı ve perdeyi açtı, şafak sökmek üzereydi. Onun için tanımsız bir sevinç kaynağı olan aşkından gelen mektubu kokladı ve öptü. Sonra kendi yazdıklarını da son kez hızlı bir şekilde okudu ve öperek zarfın içine koydu, güzelce yapıştırdı. Sevgisi ve özlemini uzun uzun anlattıktan sonra, sakın beni bırakı başkasıyla evlenme diye yazdı. Zaten eğer mektubumu okuyup cevabın elime geçerse hemen ilk haftasonu yanına geleceğim. Eğer köy buna uygun değilse ve eğer zor durumda kalma bir durumun varsa şehirde buluşalım diyordu. Eğer yazabilirse ailesine amcaoğluyla evlenmeyeceğini yazmasını istiyordu. Çünkü diyordu, eğer kabul edersen yaz tatilinde ben ailemle sana dünürcülüğe geleceğim. Hatta yarından tezi yok, hemen aileme mektup yazıp yaz için dünürcülüğe hazır olsunlar diye belirteceğim diyordu.
Sabah ilk teneffüste, gece boyu yazdığı mektubu yanına alıp posta işlerini yürüten Şükrü bakkalın yolunu tuttu. Şükrü bakkal mektubun üzerine pulu yapıştırırken “öğretmen bey, posta daha dün gitti ancak altı gün sonra yeni posta gidebilir en erken, çünkü bu mevsim haftada bir güne düşüyor ilçe pazarına gidişler”. “Tamam olsun” dedi öğretmen. Okula dönerken kalbi sevinçle çarpıyor, “yeni taptaze bir başlangıç, Tanrım ne büyük mutluluk” diyordu.
Şükrü bakkal mektupları bir torbaya koyup, ilçeye giden minibüse verip gönderdikten sonra rafın altında unutulan bir mektubu gördü. Alıp baktı, öğretmenin mektubuydu bu. Hemen dışarı çıktı ama minibüs çoktan gitmişti. Öbür postaya kaldı diye düşündü. Ertesi hafta Şükrü bakkal öğretmenin mektubunu en üste koyarak hazırladı mektup paketini ve dikkatlice torbaya yerleştirerek minibüs şoförüne verdi.
Minibüs ilçeye yaklaşırken arızalandı. Şoför özür dileyerek, arızanın ciddi olduğunu ve hemen giderilemeyeceğini söyleyerek, yolcuların başka bir araba ile gidebileceklerini söyledi. Zaten ilçeye 20 kilometre kalmıştı. Yolculardan birine para verdi ve kısa zamanda bir tamirci bulup göndermesini istedi, çünkü kendisi minibüsün başında bekleyecekti. Bir ara mektup postasını da vereyim diye düşündü ama sonra vaz geçti. “Ne olur, olmaz” sorumluluğu olan bir iş, minibüs tabir olur olmaz götürürüm” dedi. Tamirci ancak ikindiye doğru geldi ve çalışmaya başladı. Minibüs tamir olduğunda çoktan akşam olmuştu ve artık ilçeye gitmenin de bir anlamı kalmamıştı. Şoför köye geri döndü.
Ertesi hafta şoför yeni postayı da beraberine alarak ilçeye doğru yola çıktı. Yollar yağmurdan dolayı delik deşik olmuştu, oldukça yavaş gidiyorlardı. Yolun yarısına gelmişlerdi ki, yolun üzerinden geçtiği köprünün bir kısmının yıkılmış olduğunu fark ettiler. Uzun süre bir geçiş imkanı aradılar ama bulamadılar. Hatta bir ara şoför çayın içinden geçmeyi denedi ama sonra vaz geçti. Çünkü son yağmurlarla çayın seviyesi iyice yükselmişti. Devrilme ve boğulma tehlikesi oldukça büyüktü.
Mayısın son haftasında ilçe minibüsü yine bakkaldan yeni mektupları da alarak yola koyuldu. Şoför ilçeye ulaştığında yolcuları indirir indirmez hemen mektupları postaneye teslim etti.
Leyla öğretmen öğrencilerini isim isim çağırıp karneleri teslim ederken, kalbinde büyük bir eksiklik ve eziklik hissediyordu. Yarın köyden ayrılıyordu. Büyük bir umutla yazdığı mektubun cevabı gelmemişti. Oysa neler hayal etmişti. Hatta şu an bile nedenini hatırlayamadığı ayrılıklarının tüm suçunu üstlenmişti ama sonuç sıfırdı. Kendi kendine kızdı. “Demek, çoktan beni unutmuş. Şu erkekler ne kadar vefasız. Yazık…” diye düşündü. Karneleri dağıttıktan sonra diğer öğretmen arkadaşları ile pikniğe çıktılar. Gün çabuk bitti.
Leyla öğretmen ilçeye varırken, üzüntüsü bir kat artmıştı. “Hala onu çok seviyorum” diyordu. “Hiç hazır değilim, bir başkası ile evlenmeye. Dünyaya bir kez daha gelsem yine onu severdim, oysa o bana yazmadı bile. Tek dayanağım sendin, şimdi ailemin evlen baskısına nasıl hayır diyeceğim…”
Yakaboyu Köyü minibüsü Hafik’e yaklaşırken muavin şoföre “Abi, önce öğretmen hanımı terminale bırakacağız, çünkü otobüsü 9.30 da kalkıyor, sonra diğer yolcuları pazara indirip, postaneye gideriz” dedi. Yakaboyu Köyü minibüsü de, Kaya köyü minibüsü gibi haftada bir pazar için ilçeye yolcu getiriyor, bakkal malzemeleri ve posta işlerini de yapıyordu.
Leyla öğretmen kaynayan yüreğinden, gözlerine yansıyan duyguları gizlemeye çalışıyordu. Sürekli camdan dışarı bakıyor, kayıp gidip manzaralarla avunmaya çalışıyordu. Aynı saatlerde Yakaboyu köyü minibüsünün şoförü postanede köyünün mektuplarını alıyordu. Birden gözü bir mektuba kaydı. Mektup az önce şehirlerarası otobüse bindirdiği Leyla öğretmeneydi, Diğor’dan geliyordu…