- 1456 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KANTİN GÜNCESİNİN SON HARFLERİ
"Okul koridorunun başındaki atık kağıt sepetini metecessil gözlerle karıştıran müstahdem bir dergi buldu.””Türkü” yazıyordu üzerinde derginin.Temiz fakat sayfaları kopmuş geriye sadece başlığı “Kantin Güncesinin Son Harfleri” olan bir yazı kalmıştı.Müstahdem başka tarafları karıştırmayı bırakarak,ilgili gözlerle yazıyı okumaya başladı."
Ankara çoktan gözlerini açmış,yeni bir güne uyanmıştı.Dil veTarih-Coğrafya Fakültesindeki ıhlamurlar yeşil yapraklar arasında sarı ak salkımlarıyla titreşiyorlardı.Ihlamur salkımlarında yıkanan ince bir esin bahçenin körpe otlarıyla oynaşıyordu.Daha ortalık iyice ısınmamıştı.Sıhhiye kalabalık kaldırımlarıyla yaşamın keşmekeşine gömülmüş;öğrencisi,memuru,işportacısı dalga dalga toplanıp dağılıyordu.Her şey konuşmuştu.Güne başlamanın enerjisiyle konuşmuş.Yudum yudum sabahın sıcaklığını içiyordu.Dil-Tarihteki hava ise kalabalığın içinde insanları üşütüyor,umutsuzluk ve hüzün kokuyordu.Yaşlı bir otobüsü idare eden frenleri yanık bir ağıt tutturmuş inildiyor;Yenişehir İstasyonunda çalışan demiryolu işçilerinin yeknesak gürültüsüne karışıyordu.
Ankara taşından kasvetli duvarları,yüksek pencereleri ve kapılarıyla bir şatoyu andıran Dil-Tarih ise;öğrencisiyle hocasıyla dışarıdan yalnız biraz burjuva birazda aristokrat duruyordu.Hele kantininin ayrı bir ortamı vardı Dil-Tarihin.
Eşkali belirsiz kahkahalara rap şarkılarının karıştığı virgülsüz hayatlara monotonluk ekleyen sefil bir ortam.Müdavimler,birbirlerini tanımasına rağmen kendi grupları içinde yalnızlaşır,birbirlerini tanımamazlıktan gelirlerdi.Yokluk çeken ceplerini umursamadan,herkes birbirine caka satar,kalantor giyinirdi.Kaçmak istediklerini söylerlerdi bu sefaletten,bu hayattan,dahası bu şehirden; öyle ki müdavimi olmaktan da vazgeçemezlerdi.Bir bakıma yaklaşması kolay,uzaklaşması zor bir yerdi onlar için bu kantin.Her tarzda insana da rastlamak mümkündü bu kantinde.Hüzün ve mutluluk bundan olsa gerek her vakit ayrı yaşanırdı gönüllerde.
Genç kızlarda bahar yaşının işlediği utangaç sessizlik okul kantinlerine sığmayan sırlarla bezenir;yurtların ısığı olmayan karanlık gizli köşelerinde sırdaşlarla paylaşılarak büyütülen bir eflatuni aşkın sızısına dönüşürdü.
Aşk ihtilaline uğramıştı sanki bütün kalpler. Ne umutlar barındırır ne aşklar hasbihal etmeden bilinmezdi.Dillerde yuvarlanan üç beş kelime yüreklerdeki aşk duygularını utangaç libaslara bürür kifayetsizleşirdi.
Soğuk bir umut teslimiyeti ve çaresizlik artığı sabırla gelirdi aşıklar sevdiklerinin karşısına.Ne de korkarlardı ret edilmekten.Bazı güzel kızlar mavi boncuklar dağıtırdı etrafa birkaç arkadaş birden aşık olurdu bu yosmaya…İhtilal mahkemelerinde kifayetsizleşen itirafların imdadına gönüllerde memur,gözlerde vekaleten duran iki damla gözyaşı şahitlik ederdi.Katı yürekler yumuşardı birden.Yeni birliktelikler doğardı.Ret edilen kalpler sarsılırdı.Ruhlarının derinliklerinde hissederlerdi umutsuzluğun kokusunu.Bir an bulundukları zamandan uzaklaşmak kantini terk etmek isterlerdi.Her ne hikmetse de bacakları taşıyamaz olurdu bedenlerini.Göz yaşları gizlice içlerine akardı.Karanlığa gömülürdü ruhlarının tüm coğrafyaları.Yalnızlığa yaslanırlardı.İsyana gebe kelimeler dökülürdü gözlerinden “Olamaz”, “olmamalı derdi “ gözleri .Kaçamak bakışlarla ret cevabı aldıkları sevdiklerini gözleyerek,bir sigaranın kavi dostluğunda aşklarını küllenmeye bırakırlardı
Yusuf da bu duyguları yaşamış kantin müdavimlerinden biriydi.Beş yıl geçirmişti bu kantinde.Beş yılın sonunda birikmiş yalnızlıklar emaneti yaşanılanları avare,umutsuz bir özlemle yorgun adımlarla gelip Yusuf’un hatıralarının rıhtımına durdu.Hayattan çekilmişti, sevdiği kız hiç girmeden dünyasına;gittiğinden beri.Yaşanması gereken bir ayrıntıydı sanki.Yaşadığı hayat hapishanesi belirsiz bir sürgünü andırıyordu.Kantin onun için keder yüklü bir yazgı,hep acıya ve hüzne çıkan bir sokaktı.Çaresiz kalışların,imkansızlıkların ve kimsesizliklerin yaşandığı bir sokak..
Tek avuntusu onunla geçirdiği dakikaları resmettiği ,içindeki sevinç fotoğraflarını astığı,kantinin Yenişehir İstasyonuna gelen trenleri nazarlayan kapısıydı.Arka fondaki mutluğun sesiyse Müzik kutusunda çalan “Üçüncü Şahsın Şiiri” ve “Yusuf’u Kaybettim” ilahisiydi.Sevdiği kızdan ayrıldığı andan bu yana ,karanlığın gölgesinin etrafa yalnızlık sunduğu dakikalara kadar hep onu bekler Kantine gelmediği zamanlarda gelişine tutsaklığı koyuvermezdi kopup gitmesini.Kantinci kapatıyoruz derdi.Gözleri gelişinde kalırdı Bir başka güne derdi ama geleceğini hep bilirdi.Omzunda eski ama yeni gibi duran bir palto gibi taşıyordu bu umutsuz özlemi.Kantin denilen bu küçük dünyadan ayrılmasına birkaç ayı kalmıştı,mezun olacaktı artık.Kendisi istemese de kurtulacaktı bu dünyadan.Ama yaşanılanlar ve geride bıraktıkları,an’ları anı’ya dönüştüren fotoğraflar hep kalacaktı.
Züleyham dediği sevdiği kızın uzun siyah düz saçları yer yer dalgalarla karışarak yüzünü çevrelerdi.Kaçamak bakışlarda gözleri gözlerine yakalanınca içten içe sevinir ama belli etmemeye çalışırdı.Uzun siyah kirpikleri yanaklarını gölgeler,sesi sanki ilahi bir melodiyi çağrıştırırdı.Gözleri uzaklara,çok uzaklara bir masal rüyasına bakar gibi dalardı.Belki de Yusuf’u sevdiğini söyleyememesindendi bu masal rüyasına kaçış…
Züleyha’yla konuştuğu son anlar canlandı bir an Yusuf’un.Sevdiği kızın gözleri ne olur öyle bana bakma der gibiydi en son.daha birkaç dakika önce gözlerinde varlığıyla alevlenen yaşam sevincinden uzaklaşarak,boyun eğmiş,donuk ve daha şimdiden kendisinin dahi farkına varamadığı bir hasretin karanlığını yanına alıp;arkasına bakmadan gözlerindeki yaşları eliyle silerek ayrılmıştı yanından sevdiği kızın.Geri dönmek,O’nu hiç bırakmamak istedi.Ama gitmeliydi.Verilmiş sözlerin,gerçekliğin ,onu sevenin kollarına O’nu terk etmeliydi.Belki de onu sevmek buydu.
Yüreğindeki kum saati göz açıp kapanıncaya kadar geçen” ondan” sanki asırlarca tükenmek bilmeyecek “Onsuzluğa” ters düz edilmişti.Önce gözleri öksüz kalmıştı .Sonra kokusunun o buğulu sıcaklığından mahrum kalan yüreğinin rutubet kokulu duvarları.Yıkılmak üzereydi.Ama her düşen parçayı yerine tekrar yerine koymalı,dayanmalıyım diyordu kendine.Ve öyle de yaptı.Hiç konuşmadı onunla.Hiç yanına gitmedi.Onun gelmeyeceğini bilse de hep bekledi onu bu sefalet kokan bu kantinde.Gözleri hep hayallerde kaldı.Yürekten bir çırpınışla çırpındı imgeler.İmgelerin ortasında önüne bir çığ gibi anılar yığıldı.Birini seçip dondurdu hayal kurdu…
İki dünya arasında kalmıştı sevdiği kız.O’nu ait olduğu dünyasında özgür bıraktı.Savrulan kalbini cebine koydu.Başka bir dünyaya gitti yaşamaya.Artık öksüzdü okul kantini.Elleri ellerine hiç dokunmadı Züleyha’nın dudakları tenini hiç okşamadı.
Gelmesini,gelip O’nu görmeyi beklerken gömülmüştü yine düşlerin o büyülü uykusuna.Ne çabuk geçmişti zaman.Kurduğu düşten uyanması uzun sürmedi Yusuf’un.Akşamın siyah örtüsü inmişti etrafa.Dağınık telaş kalabalıkları yaşamın tasasına koşuyordu.Kantinci kapatıyoruz dedi.Bir an irkildi.Çantasını ve paltosunu aldı.Kızılay’a kadar yürümek,hiç uyanmamak istedi bu düşten.Hiç tanımadığı insanların yüzünde hep onun yüzünü aradı..Onların kaybedilmiş umutsuz hayatlarında olmayacak yarının izlerini sürdü.”Olsun yeter bu bana,bu koskoca yaşamdan ayrılan bir anlık mutluluk ,düşte olsa” dedi.
Evine gitmek uyumak istiyordu.Daha çok uyumak,uyumak ve unutmak her şeyi…Durakta otobüs beklemeye başladı.Gerçekte düşlerin o büyülü uykusundan uyanmak hiç te gitmek istemiyordu ya hani…Ama bu gerçeğin,hüzünden ve umutsuzluktan bir kaçış olduğunun da farkındaydı.Vazgeçmedi eve gitmekten.Otobüse bindiğinde gözleri hep kalabalık kaldırımlara takılı kaldı.Belki görürüm umudu vardı içinde.
Otobüs yaşadığı hüzne anlamlandıramadığı bir hüzün katıyor ,biletçinin sağlı sollu geçelim diyen sesi bile sinir bozucu gelmiyordu..Garip bir soğukluk vardı otobüs.Aydınlığı karanlık sızdırıyor,havası musalla taşı soğukluğunu andırıyordu.Sebebini anlayamadı.Otobüs ilerledikçe ona da bulaştı bu soğukluk.İradesizce çantasında hep yanında taşıdığı günlüğünü çıkardı.Görünmez bir el onu yazmaya zorluyordu.”Züleyhama”diye başlık attı.Cümlesini tam sonlandırmıştı ki,zamanı bir bıçak gibi yaran acı bir fren sesi duyuldu.Otobüs feci bir kaza yapmıştı.Etrafa yolcular savrulmuş,havaya yardım isteyen insanların çığlıkları yükseliyordu.Herkesten uzakta Yusuf’un cansız bedeni yatıyordu.Parmakları arasında gevşekçe tuttuğu bir defter vardı Ambulansa bindirilirken yere düştü.Düşen defteri yaralılara yardım eden Dil-Tarih Ve Coğrafya Fakültesinde okuyan Nebi adında bir öğrenci buldu.O da kantin müdavimlerindendi.Yusuf’un öldüğünü bilmiyordu.Defterin kapağını açtığında kırmızı harflerle ”Kantin Güncesi” yazıyordu.İlgili gözlerle yazıyı okumaya başladı.Onu anlatıyordu sanki defter.Bir an aklına Yusuf geldiyse de onun ölmüş olmasına ihtimal vermedi.Yaralıda değildi.Herkes hastaneye kaldırılmıştı.Öyle olsa görürdü onu.Ertesi gün okula geldiğinde Yusuf un ölüm haberi tüm okula yayılmış,müdavimler
İ derin bir üzüntü almıştı.Ağlayan çok oldu arakasından.Ölümün insanı;nerde ,ne zaman ,ve nasıl yakalayacağı yine bilinememişti.
Ve bu yaşanılanları ölümsüzleştirmek için günlüğü bulan Nebi “Türkü” dergisine bir hikaye yazdı.Bu hikayenin son cümlesi Yusuf’un Züleyha’sına yazdığı günceye düşülen notun son kelimeleriydi. Notta şunlar yazıyordu:
“Ağlayan her gözün yaşattığı bir hayat vardır. Yaşayan her hayatın ardında ağlayan bir göz.Senden küçük bir ricam bu çalınmış ömrüm son bulduğunda,beni yalnızlıklarla hatırlamandır.”
“Seni sonsuza dek bekleyeceğim”
Yusuf
Nebi Akgüngör