dialoglar - 8 (...başlıksız)
….sonra bir radyoyu dinlemeye başladım. Ona bağlandım. Hey (bahsettikleri) aynı benim zihnimdekiler gibiydi. Yalnız o, aşka âşıktı ve aşk her şeyi affederdi. Neredeyse gecenin on birinden üçüne kadar onu dinliyordum. Ama zamanla o ‘değişti’, ben onun tabiriyle randevularıma atlattım. Bazen sadece kitap okuduğum, televizyon izlediğim ya da sadece mutfakta dinlemek zor olduğu için kapattım onu. Aynı telefonu yüzüne kapatmak gibi. Hışırdıyordu ama.
Güldü ve ekledi, çatırdayan ilişki. Ama suçlusu oydu.
Doktor genç kız geldiğinden beri merhaba haricinde hiçbir şey söyleyememişti. Ve bir ara aklından merhabasını tekrarlamak geçti. Yağmur geldiğinden beri sanki hemen işini bitirip gitmesi gerekiyormuş gibi aceleyle anlatıyordu. Beliydi ki bu uzun anlatıyı bir solukta bitirecek ve yine terapi saatinin başlayış ve bitişlerine aldırmadan geldiği gibi gidecekti. Neyseki saatlerine pek aldırmasa da görüşme günlerini tutturabiliyordu. Ufuk onun bu tarz davranışlarına artık alışmıştı bazen kendi söyleyeceklerini gelecek görüşmelerine ertelediği oluyordu. Hatta bir sonrakine.
Geleceği günlerde işlerinin tamamını ona göre ayarlar olmuştu. Onun saatlerinin bir saat öncesi ve sonrasına hasta kabul etmiyordu artık. Genç kız bir keresinde
- Zaten tek hastan ben değimliyim? Demişti. Sonra da gülmüştü, ilk ve tek. Şirin bir gülüştü bu. Artık öyle görünüyordu.
Aslında hastalarında ilk adapte etmeye çalıştığı şey randevu saatlerine riayet etmeleri oluyordu ve dışarıdaki kurallara da uymaları. Ancak yine de bu kız saatlere pek uymuyordu. Savunması ise bunun ilahi bir şey olduğuydu.
- Hiçbir şeyim saatine uymamış ki. Doğumum bile zamansız, aman boş versenize. Takmayın böyle şeyleri.
- Neden o suçluydu? Diyebildi sonunda.
- Çünkü dedi. Kendisini savunur bir ifadeyle, onun üslubunun, duygusallığının dozunun ve bazen de beni güldürmesinin ve yorumlarının terazideki ayarlarının oynadığın fark ettim. Bir de mantığının.
Dediği zaman aklına takılan bu kızın kafasının neden hep hayali ve uzaktan platonik arkadaşlılar kurduğuydu. Yani var saydığıydı. Onun asosyal olduğu kesindi. Düşünürken sözlerine devam etti.
- …önemliyi atlayabiliyor, önemsizi abartıyor en önemlisi bunu yapmaması gerektiği halde bazen boş veriyor ve daha çok unutmuşa veriyordu sanki. İnsanın yüzüne vurmayı sevmem pek ama sonunda çıkıp hesap sormayı bile düşünüyorum. Ne hakkı var onun böyle bir şeye. Hem sadece bana değil ki belki de benden başka binlercesi var. Bir radyocu tarafından aldatılıyor da olabilirim. Sesi sinirle gerilmişti.
Abartıyorum diye düşündü biran. Ani bir yumuşamayla devam etti.
- Ben onu önce sevdim. Karşısındakini iknaya çalışır gibiydi ve sanki ifadesinden belli etmeye çalıştığı belli belirsiz gülümsemeler geçiyordu. Genç adam bunu yeni yeni fark ediyordu ve bunların hoşuna gitmesine karşın yine de bunda gizli bir şeyler olduğunu düşünüyordu. Garip bir sırrı vardı.
- …sonra kusurlarını yakaladım. Oysa ben severken kusurları görür üzerine düşünür ama yine de göz ardında, köşelerde bir yerlerde işlenmiş olarak bırakırdım. Sustu…
- Bunda öyle olmadı. Dedi birden ve doktorun irkilmesiyle gülümsemesine engel olamadı. Bu adamda garip bir dalgınlık vardı, sanki son görüşmelerinde.
- Belki de yargıların… Dinlemiyor gibi görünüyordu. Doktorun dalgınlığı kendisine de bulaşmış gibiydi. Belki de bu da rol olabilirdi karşısındaki nasıl davranacağını hala kestirebilmiş sayılmazdı. Birden söze başladı. Doktoru duymuyor gibiydi.
Buraya gelmişti, çünkü görevini yerine getirmeliydi. Son dönemlerde yakın hocalarından aldığı telkinlerde bu işi bırakmaması ancak yine de çok yalan söylememesi gerektiği yönündeydi. Ne olacaktı bir şeyler uydurmayacaktı da gerçek bir terapiye mi gitmiş olacaktı. Doktor da fark etmişti, az önce aklına ne geldiyse ondan sonra daha bir aceleci olmuştu. Sanki biran önce işini bitirip gitmek ister gibi bir hali vardı.
- Bundan bayağı önceydi. Ortaokuldaydım. Gece gündüz hatta uyurken bile sürekli arabesk müzik çalan bir radyoyu ve özelikle de bir tek programcısında takılıp kalmıştım. O televizyona çıkardı bazen ben onu görmek için öğleden sonraları okula gitmezdim. Dergilerde, gazetelerde resimleri çıkardı alırdım. Ona göndermediğim mektuplar yazardım. Duvarlarımı onun ve arkadaşlarının isimleriyle doldurmuştum. Aslında hayranda değildim, âşık hiç.
- Sonra onu da eleştirmeye başladın.
- Hayır, yanlış cevap. Evet, zamanla onu da dinlemeyi bıraktım. Hatta radyoyu karıştırırken rastladığımda sırf tarzım olmadığını düşündüğüm için dinlemedim. Ama hakkındaki düşüncelerimde sevgimde değişmemişti. Sesini ne zaman duysam o aşinalığı hissettim. Ve sanki aileden biriymiş gibi karşıladım. Hoş, onlarla da çok samimi değilimdir ama o kadar tanıdıktı. Artık her duyduğumda sesini sanki sık sık rastladığım bir tanıdıkmış gibi birkaç saniye uğrar geçerim. Çünkü o tanıdıktı ve artık elde vardı. Tıpkı aile gibi. Ama sonra o da değişti, mesela başka radyoda çalışmaya başladı. Sanki sevgilisinden bahsediyordu ya da öyle görebileceği birisinden. Kendimden başka değişenlere gıcık olduğum halde onun için düşüncelerim değişmedi. Anneme olduğu gibi. Çocukken nasıl görüyorsam şimdi de öyledir o. Hala melek benim için.
- Evet, belki de yargıların kişisine göre değişiyor.
- Ama yine de o eski ve biraz eski olan radyocuların ikisi de yabancılar aslında. Ve ben bunu biliyorum ve aynı yargıya hazır dinliyorum. Ve o kutunun içinde bir ben bulacağıma inanıyorum. Nedense. Artık sunucusuz radyolar dinlememe rağmen.
- Sonunda, dedi doktor. Sonunda onun ne amaçla konuştuğunu az çok anlamaya başlıyordu. Bu kız kişiliği gerçek bedeni hayal adamlardan hoşlanıyordu.
- Bu durum televizyondakiler, köşe yazarları, şarkıcılar içinde geçerli sanırım.
- Ama eski radyocu ailenden birisi gibi olmuştu hani.
- İyi de beni en iyi anlayan annem ama o da ben veya benim gibi değil ki. Bir ben daha bulamıyorum. Bulunca tahammül edemeyeceğimi bile bile. Benden bir tane daha mı, asla olmaz.
Bazen doktoru kandırmayı kesiyor kendisi de farkında olmadan gerçek kaygı ve sorunlarından bahsediyordu. Ancak yine de bir yarar bulamıyordu.
Belki bunun nedeni henüz farkında olmasa da karşısındaki insan biraz biraz uyanıyor gibiydi. Doktor ne kadar tamamen saf dinlemeye çalışsa da genç kızı yine de ona karşı farkında olmadan tedbirli konuşuyordu. Sanki savunmaya geçmiş gibiydi. Oysa karşısındaki kişi bir müfettiş değil sadece tezinin içindeki bir örneği bitirmeye çalışan bir öğrenciydi.
Yalan ve sahte olan sorunlarında bile bir sonuca varamamak ne kadar ürettiği sorunlara kişisel bir şeyler de katarak özgünleştirmeye çalışsa da bir sonuca varamıyordu. Gerçek çıkmazlarından daha da korkar olmuştu.
Çünkü bazılarını. Sorunlarını yine kendisinde yani kendisinden beslenerek uydursa da hemen karşı bir mantık savunmasını da geliştiriyordu. Az önceki şarkıcılar, köşe yazarları gibi. O konuya dönmeyi istedi biran. Kendisini savunacaktı.
- Ama, diyecekti. Radyodakiler biraz büyülü olmuyorlar mı? Sanki direk size hitap ediyorlar ve sadece sesten ibaretler.
Karşı mantık geliştirmek her ikisini de zorluyordu. Ancak genç adam az önceki fikrinde sabitlenmişti. Bu kız sadece düşünerek yaşamayı istiyordu. Belki de ona göre hayal yeterken ne gerek vardı gerçek dokunmalara.
Doktorun ne düşündüğü bilinmez, ama kendi düşüncelerinin çıkmazında kaybolduğunu hissetti. Çünkü genç kız her söylediğine yine kendisi “şöyle diyeceksiniz değil mi” gibi bir karşılık veriyordu.
Yağmur dışarıdaki hayatında dahi karşı bir tez üretirdi hemen, hemen hemen her şeye. Dayanamadı bu sefer gerçekten terk etmek geldiği için içinden kalkıp aceleyle çıktı sıcacık ofisten, sokaktaki yağmura aldırmadı bile.
Bugün İstanbul’a olduğu gibi Yalova’ya da da fırtına hakimdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.