- 882 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Ve tanrı erkeği yarattı...
Bazı insanlar vardır aklınıza mıh gibi çakılan; öyle biri değildi. 0ndaki cevheri yakından konuşma ve tanıma şerefine nail olmuşlar bilebilirdi. Kendisini farklı kılan kendinden emin tavrı ve ağzının üzerinde öbeklenmiş bıyıklarıydı. Tanrı 0na bu konuda fazlasıyla cömert davranmış, simsiyah kıllarını bol keseden boca etmişti. Diğer özellikleri ayrıntıdan öteye geçemez, sıradandı. Orta boylu, tıknaz, İki çocuklu evli bir adamdı.
Her akşam koyu lacivert Mercedes cupe arabasıyla epeyce dik, upuzun sokağın başından aheste aheste çıkmaya başlardı. Yeni gelin edasıyla süzülür, ustalıkla park ederdi. Dikiz aynalarını dikkatlice kapatmayı asla unutmazdı. Arabanın burnundaki marka amblemi bile o zamanki değeriyle 10milyondu. Sonra her zamanki rutin hareketini tekrarlardı. Başını kaldırır, tüm mahallenin pencere ve balkonlarına göz gezdirir, birilerinin kendisine bakıp bakmadığını kontrol ederdi. Bu alışkanlığını karısının aldığı son model arabaya sahip olduğundan beri edinmişti. Gizli gözlerin "Ve tanrı erkeği yarattı" hayranlığıyla 0nu takip ettiğini biliyor gibiydi sanki. Bir zamanlar minibüslerde şoförlük yapmış biri olarak şimdi böylesine harika bir ata sahip olmanın haklı gururunu yaşamak hakkıydı elbette.
Koyu renk takım elbiseler giyinirdi, öyle yanar döner kumaşlardan değil, İngiltere’den ithal edilmiş kumaşlardan dikilmişti hepsi. Usta bir terzinin elinden çıktığı belli, jilet gibiydi. Boyunbağı 0nun en önemli aksesuarlarındandı. Ayakkabıları ise genelde timsah derisinden yapılmış, dünya seyahatleri sırasında uğradıkları Brezilya’dan satın alınmışlardı. En ufak bir tozun görüntüsünü bozmasına izin vermezdi.
Oturduğu apartmanın daire kapısına gelene kadar, koridor ve merdiven boşluklarında kendisinden iz bırakırdı. Pahalı parfümü oralarda varlığının göstergesiydi. Tüm apartman ve mahalle sakini kadınların 0nun farklı duruşunu ve gücünü biliyorlar sanırdı. Çok düşünceli ve centilmen bir adamdı. Üstelik her daim sokağın o berbat yokuşunu düşünüp, arabası ile yukarı kadar bırakmayı teklif ederek, ne kadar düşünceli biri olduğunu ispatlardı. Maçolar gibi yürürdü. Elindeki püsküllü altın tespihi parmaklarının arasında turlatır, kadınları anlamlı kara gözleriyle süzerken en nazik şivesiyle selam verirdi.
Ama her muhteşem erkeğin olduğu gibi 0nun da bir kusuru vardı bir zamanlar. Alışılmışın dışında bir soyadına sahipti. Adı Halil, soyadı Soğan’dı. Tembel postacının lütfedip posta kutularına değil de, yere fırlattığı 0nlarca kredi kartı, telefon gibi ekstre zarfları, her daire sahibinin tek tek kontrolünden geçiyor, okunuyordu. Onun gibi zengin ve artık statü sahibi olmuş birine zerzavat adı yakışmıyordu. Üstelik karısı yakın bir gelecekte meşhur olup, televizyonlarda boy gösterek sanatını icra edeceğinden, onun da baskısı ile mahkemeye başvurup, bu zerzavattan kurtulmuşlardı. Artık gayet Saygın bir soyadına sahiptiler.
Karısıyla İstanbul’un varoş semtlerinden birinde aşık olup, tanışarak evlenmişlerdi. İkisinin de ikinci evlilikleriydi ve öncekilerden birer çocukları vardı. O zamanlar zoraki evlendirildiği ilk kocasından boşanan Cazibe, İbrahim Tatlıses’e benzerliği dolayısıyla kocasına çarpılmış ve evlilik müessesesine adım atmışlardı. Sonsuza dek mutlu yaşayacaklardı. Kader artık 0nlar için en güzel ağlarını örmeye başlamıştı. Şimdilik samanlık seyran olsa da, birgün bestelerinin kıymeti anlaşılıp star olunca, cepleri para dolacaktı. Mutlulukları daha da bir katmerlenecek, tüm dünya 0nların muteşem yaşamına ve ebedi aşklarına şahit olacaktı.
Oldu da. Gerçi dünya henüz şahit olamamıştı ama tüm mahalleye damgalarını vurmuşlardı....
Devam edecek....
YORUMLAR
Hayır kısa olmaz aynı eda ile yorumlamalı bu portre yazısını renkler çizgiler öyle güzel ve doğru ki mahallede şöyle bir gezmek istedi çanım hani pencerelere bakmak ve mahalle sakinlerinden bir kaçını tanımak ve parfümü daha az sür a... demek istedim bir an. Sürüklüyor, gülümsetiyor ve locasına alıyor sizi... Başka ne denir ki?