- 882 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR AİLE
Nazım, çekmeceyi karıştırırken aynı zamanda karısına ve iki çocuğuna, işten çıkarıldığını sanki beklenmedik bir şeymiş gibi söyledikten sonra yüzüne boş boş bakıyorlar, bir şey söylemesini bekliyorlardı.
Nazım’ın başka bir şey söylemeye niyeti yok gibiydi, çekmecenin altını üstünü getirmişti ama aradığını bir türlü bulamamıştı ve hareketleri gittikçe daha hızlı ve şiddetli olmaya başlamıştı. Çocuklardan büyük olan yirmi yaşındaydı ve "umurumda değil, öylesine soruyorum" gibi bir tavırla:
- Neden? dedi.
Nazım, zaten böyle bir soru beklediğinden zaman kaybetmeden olan olayları hızlı bir sıkılganlıkla anlattı. Zaten patronuyla hiç iyi geçinemezlerdi ve sürekli birbirlerine laf sokmak için yarışırlardı. Nazım, işi iyi bildiğinden ve dürüst biri olduğundan, patronu başka birini işe almaya üşeniyordu ve Nazım’a mecburen katlanmaya çalışıyordu. Bunu fark eden Nazım, gittikçe şımarmıştı ve laf sokmaları artmaya başlamıştı. Sonunda patronun gururu baskın çıktı ve işten onu kovdu.
Nazım’ın karısı Gülçin’in korktuğu başına gelmiş, zaten kıt kanaat geçinirken, kocasının dik kafalılığı sonunda kendini işten attırmıştı. Şimdi söyleyecek laf bulmadığından derin bir of çekmekle yetindi. Bu iç çekişle kocasına fikrini belirtmek istiyor, onun herhangi bir sözünden sonra lafı yapıştırmayı bekliyordu ama beklediği olmadı. Nazım umursamazca başka bir odaya geçti.(aradığını bulamadığından çekmeceyi hızla kapadı.)
O gittikten sonra odayı acı ve sıkıcı bir sessizlik kapladı. Bu hiç de beklenmedik bir şey olmamasına rağmen, yinede insan bu şeyleri olurken hayal etmez ve olduktan sonra da sudan çıkmış balığa döner. Büyük oğlan Ferdi, babasının öteki odadan duyması için bağırarak ortaya bir laf attı:
- Sonunda istediğini yaptı işte, tamam o otursun, ben işe giderim onun yerine. Bu lafı, hem babasına fikrini belirtmek hem de ortamdaki sessizlikten sıkıldığı için söylemişti.
Aslında Ferdi’nin işe gittiği falan yoktu. Ama büyük bir, iş ve sorumluluk fobisi vardı. Babasının işten çıkarılması, kendisinin çalışması gerektiğiydi ki zaten babası da bunu önceden açıkça belirtmişti. Ferdi, babasının bilerek işten çıktığını düşünüyordu ama neden sonra fazla üzerine gitmemeye karar verdi; çünkü babasından hiç ses gelmediği için sıkılmıştı. Babasını anlamaya çalışıyordu ama kendi derdi şu an için kendine yeterdi.
Herkesin içinde tarifsiz bir acı vardı ve kimsenin bir şey söylemeye cesareti yoktu. Baba korkusu, öfkelerini içlerine atmalarına sebep oldu. Bu, aslında baba korkusundan ziyade, ailenin babaları ile iletişim kopukluğunu, çaresiz bir şekilde yansıtıyordu. Kelimelerin çaresiz ve acınası kaldığı bu durumda, herkesin içini bir sıkıntı ve acı doldurmuştu. Meğer ne kadar da birbirlerinden korkuyorlarmış. Birbirlerinin ne tepki vereceklerini bilmediklerinden, fikirlerini söylemeye çekiniyorlardı.
O gece fazla konuşan olmadı ama günlük konuşmalar, sanki hiçbir şey olmamış gibi iç karartıcı şekilde devam etti. Herkes olağan dışı davranmamaya dikkat ediyordu. Nazım içine kapanmış şekilde, sadece mecbur kaldığından konuşuyor, aynı zamanda sanki işten çıkarılmasının sebebi ailesiymiş gibi davranıyor ve kendine moral vermelerinin gerekli olduğunu düşünüyordu. Ferdi de aynı iç sıkıntısıyla yaşıyor ama günlük konuşmaları ihmal etmeyerek, babasına kızmadığını hissettirmek istiyordu ama bunu yapmayı düşünürken de babasına karşı bir çekingenlik hissediyordu; sanki yaptığı şeyden utanç duyuyordu. Başkalarının, babalarına karşı nasıl sevgi gösterileri yaptıklarını duyduğunda, şaşırıyor ve sinirleniyordu. Kendisinin asla öyle olamayacağını biliyor ve bunu da haklı buluyordu; çünkü ona göre insan babasıyla fazla laubali olmamalıydı. Bazen bu düşüncesin saçma bulduğu zamanlar olurdu, çünkü bazen babasına, karşı konulmaz bir sevgi gösterme ihtiyacı duyduğunu hissederdi, ama kahrolası gururu ve çekingenliği kendisini dizginlerdi.
Şimdi de bunu babasına asla gösteremezdi. Göstermeyi ne kadar isterdi ama yapamazdı işte… Bu zamanlarda eski günleri, babasına sarılıp yattığı güzel günleri hatırlar ve duygulanır, kendini hatıralarda tatmin ederdi; fakat kendini hüzünlenmekten alamazdı. Böyle zamanlar çok nadiren olurdu ve Ferdi böyle bir duygu geldiğinde hemen içindeki dürtüyü sanki bir örtüyle kapatmaya çalışırdı ve bunun da farkına acı şekilde varırdı.
Neden sonradan sonraya böyle olmuşlardı? Babasını çok sevdiği halde, neden şimdi tiksinti verici hale gelmişti, ilişkileri? Bu sorular gece uykusunu bölen ve asla cevabını bulamayacağına inandığı sorulardı.
Ertesi gün aile üyelerinin sıkıntısı biraz geçer gibi olmuş, bu olayın, dünyanın sonu olmadığını düşünmeye başlamışlardı. Üstelik babalarının da hallerinden rahatsız oldukları için onun üzerine fazla gitmemeye, iş konusunu açmamaya ve "bundan sonra ne olacak" sorusunu akıllarından atmaya karar vermişlerdi.
Nazım git gide içine kapanıyor, ailesiyle irtibatı gittikçe kesiliyor, kalabalıklar içinde yalnızlık çeken insanlar sınıfına giriyordu. Anneleri Gülçin, kocasının üzerine gitmemeye özen gösteriyor ve çocuklarını da bu konuda tembihliyordu. Ferdi babasının durumundan hoşnutsuzluk duymaya başlamış, iş sorunundan ziyade babasının durumunu düşünür olmuştu ve onunla konuşamamak kendisine tarifsiz bir acı veriyordu. "Küçücük evde, birbirleriye konuşmaya korkan insanlar", diye düşünüyordu. Felsefe merakı onu bazen bu konuları düşünmeye itiyor ve dalıp gidiyordu. Böyle şeyleri düşünürken hayatın gerçeklerinden bir an için de olsa kopabiliyor, yine güvenli ve eğlenceli hayal dünyasına dönebiliyordu.
Küçük kardeş Gökhan, fazla telaşlı ve sinirli gibi durmuyordu. Sanki hayatlarında hiçbir değişiklik olmamış gibi davranıyordu. Hareketlerinde en ufak bir değişiklik bile olmamıştı. Gökhan’ın bu umursamaz tavırları; içine kapanık olması, az düşünmesi, bencil olması ve hayata karşı boyun eğmesiyle açıklanabilirdi. Farkında olmadan hayata boyun eğmeyi kendine felsefe edinmiş, ağabeyinin tersine, hayatı sorgudan uzak yaşıyordu. Kendisine dokunan bir zarar görmedikçe kendini sıkıntıya asla sokmazdı. Donuk bakışları ve ağır vücut hareketleri, ruh yapısıyla bire bir örtüşüyordu. Ne var ki ağabeyinde olan o sorumluluk korkusu kendisine de işlemişti. Fakat bunun farkında olmaması, isyankar bir yapıya sahip olmasını engelliyordu.
Nazım artık yataktan hiç çıkmamaya başlamıştı. Artık çalışmaması, kendisi yerine oğlunun çalışması gerektiğini düşünüyordu ama daha sonra bundan umudunu kesmişti; çünkü oğlunda ne böyle bir girişim ne de eğilim vardı. Bu yüzden bunalıma girmişti ve tıpkı büyük oğlu gibi gerçek hayatla yüzleşmekten korkuyordu. Onun üzerindeki bu bunalım havası tüm eve yayılmıştı ve aile üyeleri dışarı çıktıktan sonra eve isteksiz şekilde dönüyorlardı. Nazım fakında olmadan kendisiyle birlikte tüm ailesini de bunalıma sürüklüyordu. Yatakta dört dönüyor, yalnızca yemek ve tuvalet ihtiyacı için yataktan kalkıyor, çocuklarının ve özellikle karısının yüzüne bakmaya korkuyor, mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmuyordu. Sanki bir hastalığa yakalanmış gibiydi. Yüzü kireç gibi bembeyazdı ve hiçbir zaman kendinde ayağa kalkacak kuvvet bulamıyordu. Her tarafının kırıldığını ve ayaklarının titrediğini hissediyordu. Bu hastalıklı görüntüler kendisinin ve ailesinin moralini tabana çekiyordu.
Gülçin, kocasının yataktayken inlemelerini ve sayıklamalarına şahit olmuştu ama ses çıkaramamış ve kimseye de söylememişti.
Ferdi’nin günleri kendisine yöneltilecek olan sözü beklemekle geçiyordu: "İşe başla" Bunu düşündükçe içini umutsuzluk kaplıyordu. Gülçin ne yapacağını bilemeden kendini zamana bırakmıştı. Gökhan ise yine aynı şekilde ruhsuz ve hissizdi.
Ertesi gün Ferdi sabah çok erken kalktı. Hava karanlıktı ve soğuktu. İçinde, tıpkı gökyüzü gibi açıklayamadığı bir sıkıntı vardı. Gökyüzü yağmur yağdırdığında, Ferdi ise ağladığında rahatlayacaktı belki de… Yataktan zorla kalktı ve içindeki sıkıntıyı gidermek için evin içinde dolaşmaya başladı. Cesaretini toplamıştı ve babasıyla bir söz de olsun konuşacaktı. Odalarının kapısını açtığında, annesiyle babasının ayrı yataklarda yattığını görünce canı sıkıldı. Babasının arkası dönük şekilde yatıyordu.Babasının yanına gittiğinde uyandırmak için dürttü ama yanıt alamadı. Dürtmesini oldukça hızlandırmıştı lakin hiç hareket yoktu. Arkası dönük olan babasının vücudunu hızla kendine döndürdü ve bembeyaz suratı görünce içinde sessiz bir çığlık patladı. Sanki boğazında bir şey düğümlenmişti ve dışarı çıkmak için uğraşıyordu. Bağırmaya çalışıyordu ama yapamadı. Babasının öldüğünü anladı ve ne yapacağını bilemeden yatağın yanına çöküp, başını ellerinin arasına koyup, her şeyin bir hayal olduğunu düşünmeye çalıştı ama o an her şey gün gibi gerçekti ve geri dönüşü imkansızdı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.