İz...
Bölüm 1
Yağmurun ardı arkası kesilmedi…
Yamaçların ardından sürüklenen su, toprak kum ne varsa aşağıya doğru indiriyordu…
Koluma baktım, yaralanmış gözümle görebildiğim saatin sabaha karşı 4 olduğuydu…
3,5 saate yakındır, aralıksız yürümüştüm… Çatışmadan kurtulan tek insan olduğumu sanıyordum, operasyon birliğimiz Saat 12-12:30 sularında beklemediği bir saldırıya uğramıştı, o andan hatırladığım en belirgin şey, her yerin bir anda cehennem gibi yanmaya başladığı ve müthiş bir ısıydı…
Takım arkadaşım hemen yanımda, başından ve karnından aldığı 2 büyük mermi yarasıyla hayatını azraile teslim etti, sonra deli gibi, ardı arkası kesilmeyen ağır silah sesleri. 100 Kişiden fazla olduğunu tahmin ettiğimiz çapulcu sürüsünün amansız saldırısına uğramıştık, telsiz ve uydu telefonlarıyla haber bile veremeden 10 dakika içinde her şey yok edilmişti. Sayı olarak sadece 15 kişiydik, dağınık bir şekilde uçsuz bucaksız ormanın içinde kaybolmak ve istihbarat toplamak için bulunuyorduk bu belirsiz yerde.
Sonra o korkunç yangın ve ısı… Bir anda neye uğradığımı şaşırmış, deli gibi etrafa ateş etmeye, bomba yağdırmaya başlamıştım… Kendime geldiğimde etrafımda ağaç, taş, toprak ya da canlı namına bir şey kalmamıştı.
Doğrulmak istediğimde kolumdan sızılan kanı görmüştüm, bir an içimin geçtiğini sanarak zorda olsa ayakta durmayı başardım…
Güçlü bir insan olduğum düşünürdüm, oysa ki güç bünyede değil maneviyattaydı. Bir an ayakta öyle kala kaldım, kendime gelememiştim… Belkide beni vuracak bir mermiyi ya da havaya uçuracak bir bombayı bekliyordum.
İlk işim hızlı bir şekilde yürüme başlamak ve kızgınlık içinde küfür etmek oldu. Nasıl olur da yerimizi bilirler, bize bu sayıda haince bir saldırıyı yapma cüretinde bulunurlardı.
Hangi güç, hangi kuvvet; Bana, arkadaşlarıma ve devletime el kaldırmaya cesaret edebilirdi. Şaşkındım, hemde en şaşkın ördeklerden daha şaşkın…
…
Hala yürümek istiyordum fakat kolumdaki uyuşukluk hissi buna izin vermiyordu. Bacaklarım deli gibi ağrıyordu, aldığım onca eğitim boşuna mıydı, yoksa ben kendi içinde yıkılmak üzere olan bir şehir miydim?
Ne olmuştu, ne gelmişti başıma anlamakta zorluk çekiyordum. Karanlık şehirlerin, karanlık yüreklerin adamı, ilk defa karanlıktan ve geceden korkar olmuştu… Ağlamak içimden geçmiyordu, sadece bir şey/şeyler boğazıma takılıp takılıp kalıyordu, İlk başta bunu kusma isteği olarak algıladım. İyide bir insan içindekileri yani beynindekileri ve yüreğindekileri nasıl kusardı, nasıl başarırdı bunu.
Korkum günün ışımasına yakın, yavaşça geçmeye başladı… Gece zorlu ve hain nöbetini bir 12-13 saat daha gündüze terk ediyordu, tüm gerçekleri çıplak bırakmak için.
Gündüz gözüyle görebildiğim uçsuz bucaksız tepeler, ağaçlar ve arada birde olsa gözüken kuşlardı… Ceplerimi yokladığımda paramparça olmuş uydu telefonu ve kana bulanmış künyemi buldum. Boynumdan nasıl çıkmıştı, çıkmıştı da cebime girmişti…
Hayalle gerçek arasında kaybolmuş gibiydim… Hayallere geri dönüşlerim çok keskindi, gerçeğe dönüşümse çok daha yumuşak… Karmaşıklığımın içinde kaybolmuştum…
Aralıksız 5-6 saattir yürüyordum, dinlenmeye vaktim olmamıştı, olduysa da hatırlamıyordum.
Pusulama baktığımda, güney batıya doğru gittiğimi tespit ettim. Yani doğru yoldaydım. Sınıra yakın bir yerde olduğumu düşünüyordum, en azından ümit ediyordum…
Bunları düşünürken, arkamdan bir ses geldiğini duydum. Duymamla geri dönmem bir oldu.
…
23/10/2007
Birkan SUCAKLI