- 663 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ROJA
Karşısına ilk çıkan kapıdan içeri girdiğinde karşısındaki manzara, ona çocukluk yıllarını hatırlatmıştı. Odanın sağ tarafında kendini ısıtmaktan aciz bir soba, içinde tükenmeye yüz tutmuş alevi sanki dışarıdaki dondurucu soğuktan muhafaza ediyordu.Sobanın hemen yanında iki çocuk –biri kız diğeri erkek- ürkek gözlerle içeri giren yabancılara bakıyorlardı. Bir ses duyuverseler arkalarında onları gözetleyen annelerinin kucağına sığınacaklardı.
Yüzbaşı –içinde birden uyanan merhametin de etkisiyle- çocukları ürkütmemeye özen gösetererek evi şöyle bir kolaçan etti.Başka zaman olsa o boğuk sesiyle emir erine bir dizi talimat verir, kontrölü bir çırpıda bitirip hemen karagaha dönmek için işini olabildiğince hızlı yapmaya çalışırdı.Tavrında sanki bu hanenin huzurundan pay alır gibi bir hal vardı.Emir eri de durumun farkına vardığında yüzbaşının tavırlarını yadırgamamıştı.Fakat yine de komutanının alışkın olmadığı bu olağanüstü merhamet gösterisinin asıl nedenini merak ediyordu. Yüzbaşı ise hiç olmadığı kadar seri bir halde işini bitirmiş,raporunu oracıkta yazmış,verdiği rahatsızlıktan dolayı duyduğu mahçubiyeti tebessümüne yansıtarak özür dilemiş ve yine ani hareketlerden kaçınarak evi terk etmişti.Emir eri ve emrindeki on asker ise sıkıldıkları belli olmasın diye istiflerini bozmadan bekliyorlardı.On dakika içinde evin çevresini de kontrol etmişlerdi.Bahçeden çıkan yüzbaşı her zamanki boğuk sesiyle askerlere, toplan, emrini verdi.On dakika önceki mahçubiyetinden eser kalmamıştı.Yine on dakika öncesinin aksine son derece asabiydi.Bu tavrı askerlerin kendine gelmelerine yardımcı olmuştu.
Yola çıkalı yirmi dakika kadar olmuştu ki diğer bir köyün girişine vardılar.Tipi yüzünden on metre ötesi görülmez haldeydi.Yüzbaşı tedbir olarak askerleri üç gruba ayırdı.Köye dağılıp önce sokakları kontrol etmelerini daha sonra kahvehaneyi bulanın havaya bir el ateş etmesini emretti.Böylece hem zaman kaybını engelleyecek hem de köylünün toplanmasını sağlayacaktı.Dağıldıktan dört beş dakika sonra güney batı tarafından bir el silah sesi duyuldu.Yüzbaşı sesin deldiği tarafı işaret ederek ,yürü, emri verdi.Askerler tipinide etkisiyle zaman zaman birbirlerine yaslanarak kahvehaneye vardılar.Köylüler ise tamamen meraklarından aldıkları cesaretle kavehanenin önüne çoktan toplanmışlar ,meraklı gözlerle etraflarında yeni bir sima arıyorlardı.Yüzbaşı aşması gereken kalabalığı fark edince sinirlendi.O kendi kendine söylenirken emir eri kalabalığı yarıp komutanına yol açtı ve geçmesi için yol gösterdi.Yüzbaşı memnuniyetini kısa bir tebessümle ifade etti ve hızlı adımlarla kahvehaneye girdi.
Giyiminden muhtar olduğunu anladığı adam sobanın yanındaki sandalyeden kalkarak yüzbaşına yer verdi.Yüzbaşı ise adamın kendisinden yaşlı olmasına rağmen sobanın sıcaklığının çekiciliğine direnmedi ve yine hoşnutluğunu kısa bir tebessümle belli etti.Muhtarın emir bekleyen halinin farkına vardığında , sıcaklığı ancak hissetmeye başlamıştı.Sıcağın tesiriyle soğuktan kaskatı kesilmiş eklemleri gevşiyor,kulaklarındaki yanma azalıyordu.Yarı utangaç ve mağrur, kendine has tavrıyla askerlerin aç olduğunu söyledi.Muhtar zaten bunu beklediği için kahvehanenin önünde bekleyen oğluna bir işaret ederek yemek getirmelerini istedi.
Yüzbaşı bir kaaç lokma yedikten sonra saatlerdir aklını kurcalayan soruyu ,muhtara bakarak orta yere soruverdi.
-Orman tarafındaki köyde bir kadın vardı.Koca köyde bir hanede yaşıyordu.Tanıyanınız var mıdır bu kadını?
Muhtar kendinden emin bir tavırla dinlemişti yüzbaşını.Belliki güven vermeye çalışıyordu.Aynı tavrını sürdürerek kadının adının Roja olduğunu –köylünün ona Rukiye Bacı dediğini- kocasının çatışmada şehit olduğunu ve iki çocuğuyla o barakada altı aydır yaşadıklarını anlattı.Yüzbaşı hayretini gizleyemiyordu. Yüzündeki şaşkın ifade sonlanmadan ,kadın kürt mü, diye sordu.Evet cevabını adının aslında Rukiye olmadığının tekrarı takip etti.Yüzbaşı tüm dikkatini muhtara odaklamıştı. Muhtar ise bu ilgiden rahatsız olmuş ,ter basmış ,gömleğinin bir düğmesini açma ihtiyacı duymuştu.
-Biz ona Rukiye bacı deriz.Allah ondan razı olsun.Kocasının da az yardımı dokunmadı askerimize.
Yüzbaşı muhtarın yapmacık ciddiyetinden sıkılmıştı.Kalbalık içinde muhattab alabileceği birini aradı. Meraklı kalabalığın içinde sonderece ilgisiz gözüken ,kısa saç kesimiyle dikkat çeken Mehmet gözüne ilişti.Muhtara ,bu kim, diye sordu.Muhtar yine uzun uzadıya anlatacaktı ki yüzbaşı genci çağırmasını istedi.Genç muhtarın işaretiyle eşzamanlı olarak Yüzbaşına yöneldi.Bir asker gibi selam verdi.Yüzbaşının hoşuna gitmişti.Gence bir sandalye çekip oturmasını söyledi.Mehmet tereddüt etmeden yüzbaşının tam karşısına oturdu.Yüzünde anlatacak bir şeyleri olan insanların sabırsızlığı okunuyordu.Yüzbaşı ısınmış olmanın verdiği rahatlıkla ve gencin de rahatlaması için gülümsedi.Sert mizaçlı komutanın kırışıkların işgaline uğramış olan yüzündeki abartısız tebessüm Mehmet’i de rahatlatmıştı. Kelime dağarcığını zorlamaya çalışarak konuşmaya başladı. Daha ilk cümlesini öksürmekten tamamlayamamıştı.Yüzbaşı genci rahatlatmak için samimi bir şekilde, üşütmüşsün, dedi.Genç gururla, cephedeyken soğuk almışım , diye yanıtladı.Bu hazırcevap hali yüzbaşının hoşuna gitmese de karşısında asker bilincinde birinin olmasını muhtara tercih ederdi.Kısa süren sessizlğin ardından Mehmet soluksuzca anlatmaya başladı.Sanki birini sözünü kesmesinden korkuyordu.
-Rukiye bacı- yani Roja- Ulaş abinin karısıdır.Ulaş abi ise ‘itirafçıdır’.Biz ve asker ne kadar seversek , öbür köy bir o kadar sevmezdi onu.Zaten sevemeyenler de terörisleri besleyenlerdi.Ulaş abinin çok iyiliği dokunmuştu bize.Bir keresinde karakol baskının haber vermişti de canımıza son anda kurtarmıştık.O olmasa heba olacaktı onca asker.Tabi bu duyulunca infaz kararını vermiş teröristler.Sonra biz de onu korumaya aldık.Hanımı yatalak.Evi de bırakmam diyor. Elimiz kolumuz bağlandı.Biz ilişemedik.Terhis olduğum gün Ulaş abinin kayalıklarda ölü bulunduğu haberini aldık.Boğarak öldürmüşler zavallıyı.Sonra da uçurumdan aşağıya yuvarlamışlar.Yuh bize ki koruyamadı onu!Sonra karakol komutanı çağırdı beni.Rukiye bacıya terhisimden sonrada gözkulak olmamı istedi.Ben de seve seve evet dedim.
Yüzbaşı dikkatle dinliyor, Toplanan kalabalık,onlarca kez dinlemelerine rağmen sanki ilk defa duyuyorlarmış gibi yüzbaşına eşlik ediyorlardı.
-Peki bu köye neden getirmiyorsunuz hanımı?
-Dedim ya komutanım söz dinlemez.Ben hanemi terk etmem, diye tutturdu.Şimdilik ihtiyacını görerek avuturuz kendimizi.
-Teröristler ilişmesin...
-Yok komutanım.Onlar da ilişmez Roja’ya.Mert kadındır.Gençliğinde dağa çıkmış,bakmış dağda bir işin halledileceği yok.Vazgeçmiş, dönmüş evine.Sonra bir faili meçhul.Zavallı kadın yatalak.
Yüzbaşı bu kadına acısın mı yoksa imrensin mi karar veremiyordu.Hisleri karmakarışıktı.Aklına bir an kadını zorla güvenli bir yere naklettirmek geldiyse de kadına hakaret gibi olur diye vazgeçti.Sıcağın mayıştırıcı etkisini kaslarında hissettiğinde ilk yaptığı askerlerine ciddi,tavizsiz bir bakış atmak oldu.Bu toparlanmaları için yeterliydi.Bu arada yüzbaşı ahalinin güvenini sarsmadan nasıl vazifesini ifa edeceğini düşünüyordu.Bu civara hem istihbarat hem de teftiş vazifesiyle gönderilmişti.Teröristlerin soğuk nedeniyle köylerde barındığı bilgisinin doğruluğunu araştırmalıydı.Fakat köylüye , aranızda terörist var mı, diye nasıl sorabilirdi ki?Bir süre boş gözlerle kalabalığı süzdükten sonra muhtara döndü.
-Bu aralar köyde veya çevrede huzur kaçıran bir vukuat oldu mu muhtar?
Yüzbaşının ciddi ve aşağılayıcı tavrı ters tepmşti.Muhtar ispiyoncu durumuna düşmemek için kısa kesti.
-Biz bilmeyiz beyim.En iyisini devletimiz bilir.
Yüzbaşı ne diyeceğini bilemedi.Tamam bülbül gibi şakımasını beklemiyordu ama böylesine politik bir cevabı da bekleyemezdi muhtardan.İçinden, bunların ağzından laf alamayacağız, diye geçirdi.
-Eee bir şikayetiniz var mı derdiniz, isteğiniz felan...
Cevabı muğlak bu sorunu peşinden bir kaç ,sağ olun var olun, devletimiz çok yaşa gibi cevaplar geldiyse de kısa süre içinde ortama sessizlik hakim oldu.Yüzbaşı tatmin olmamıştı ve bu kadarcık veriyle üstlerini de memnun edemezdi.
Askerler toplanmışlar komutanlarından emir bekliyorlardı.Hepsi teftiş için hazırlanmışlar,terslik olması durumunda silah kullanma yatkisi ve emri aldıklarından kasılıyorlardı.Fakat iki üç saat olmasına rağmen komutanları hiç bir emir vermemiş bir güzel yiyip içmişlerdi.Aralarından bazıları homurdanmaya başlamıştı. Homurdanmaları şakalaşmalar ve küfürleşmeler takip edince emir eri bütün kuvvetiyle ,dikkat çekerek,askerleri kendine getirdi.Yüzbaşının ayağa kalkması askerlerin biraz önceki uyuşuk hallerinden eser bırakmamıştı. Köylüler bu emir komuta zincirindeki tavizsizliğe hayranlıklarını aralarındaki fısıldaşmalarla dışa vurmuşlardı. Bu sırada kahvehaneden içeriye ,kulakları soğuktan kıpkırmızı olmuş,bütün vücudu titreyen , esmer, yedi yaşlarında bir çocuk girdi.Soğuktan konuşamaz hale gelmişti.Öylesine titriyordu ki dişlerinin birbirine vurması etrafındaki meraklı kalabalık tarafından duyuluyordu.Herkes çocuğun haline kendince anlam vermeye çalışırken Mehmet çevik hareketlerle, önce çocuğu soydu sonra bir battaniyeye sarıp sobanın dibine yatırdı.
Çocuk ısınmaya başlayınca kendisine bakan meraklı gözlerden korkup doğruca Mehmet’e odaklandı. Ağzından bir kaç kelime çıktı.Yüzbaşı anlayamamıştı.Söyledikleri Kürtçe olmalıydı.Mehmet ise çocuğu rahatlatmaya çalışıyor, başını okşuyordu.Çocuk güvende olduğunu anlayınca kalabalığı bir an bile bakmadan doğruca Mehmet’e anlatmaya başladı.
-Adamlar kapımızı kırdılar.Anama vurdular.Çok sordular.Anam söylemedi. Bu kadar silahları vardı.-bunları Kürtçe söylüyordu.-
Yalnızca bir kaç kişi bir şey anlamış onlar da hayretle başlarını sallıyorlar, ah vah diyorlardı.Yüzbaşı sabırsızlıkla Mehmet’e bakıyor, belli ki anlatmasını istiyordu.Mehmet usulca Yusuf’u sobanın yanına yatırdı.
-Roja’nın evini basmışlar.Kapıyı kırmışlar.Herhalde gözünü korkutmaya çalışmışlar.Çocuk da korkup buraya kaçmış.Daha önce beraber gelmiştik buraya.Herhalde ondan...
Mehmet’in konuşması orman tarafından gelen iki el silah sesiyle bölündü.Mehmet aklına gelen ilk ihtimal yüzünden donup kalmıştı.Bir kaç saniye düşünüp Roja’nın silahındaki kurşunları boşalttığını hatırlayınca çaresizliğin acısını ta içlerinde hissetti.Askerler ise panik haliyle esas duruşu bozmuşlar silahlarını köylülere doğrultmuşlardı.Yüzbaşı olanları yadırgayamıyor fakat olanlara anlam vermekten kaçınıyordu.Askerler ise ,vur, emri bekliyorlar,korkularını verdiği evhamla parmaklarına zor hakim oluyorlardı.Bir anda köylü dağılmaya başladı.Hepsi sığınacak yer bulmuş, ortalıkta askerler ,Mehmet ve küçük çocuktan başka kimse kalmamıştı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu.Askerler panik haline son veremeden teröristler köy meydanındaki kar beyazlığının saflığına son verdiklerinde bu kez silahlarını camlara doğrulttular. Yine bekledikleri vur emriydi fakat komutanları yatalak birk kadını koruyamamanın verdiği utançla intihara karar vermiş ,çatışarak ölmenin daha şereflice olacağına düşünüp ilk kurşunu sıkmış,yine ilk şehit olma hakkını kendine tanımıştı.Mehmet ise düşünmeksizin tüm enerjisini küçüğü korumaya harcıyordu.Çocuğu iyice sarıp çay ocağının altına gizledi.Kendisi de tam yüzbaşının silahına uzanıyordu ki teröristlerden biri başında belirdi(...)
Çatışma bir kaç saniye içinde alevlenmiş ve iki- üç dakikada sonlanmıştı.Görünürde canlı kalmamıştı. Teröristler pusu kurmadığından ve askerler kaçma gereği duymadığından kurtulan olmamıştı.Sesler kesilince köylüler üçer beşer meydana çıkmaya başladı.Kimisi ağlıyor kimisi bir şey olmamış gibi davranıyordu. Cesetleri gasilhaneye toplayıp ortalığı temizlemeleri iki sattlerini aldı.Kahvehaneye girdiler.Tam muhtar konuşmaya başlayacaktı ki çay ocağının altında yatan bir insan gördüler.Onu da ceset sanıp kederlenecekken, çocuğun sessiz ve korkusuız halini görünce ağlayanlar ağladıklarından,susanlar ise tepkisizliklerinden utandılar. Çocuk tecrübeli bir doktorun ,yoğun bakımdaki bir hastasının can verişini izlerkenki soğukkanlılığıyla küçümsediği , pısırık, insan müsveddelerine bakıyordu...
Yusuf oldu olası yalnız yaşayan bir çocuktu.Arkadaş canlısı olmaması ve babasından gördüğü insanlardan uzak durma tavrı yüzünden içine kapanık bir çocuk olmuştu.Babası insanları muhattap alsa da onlar babasını ayıplar, ona ispiyoncuymuş gibi davranırlardı.Babası her insani ilişki kurma çabasında böyle bir dışlanmayla karşılaştığından kimseyle konuşmaz olmuştu.
Bu durum Yusuf için de çok farklı sayılmazdı.Köyde az sayıda çocuk kalmıştı.Onlar da babası ‘itirafçı’ diye Yusuf’la konuşmazlardı.Yusuf kendi kendine oyunlar oynar, babasının ona kasabadan getirdiği pazılla veya köyde sadece muhtar ve kendilerinde olan radyoyla vakit geçirirdi.Radyoyu dört beş yaşından beri dinlediğinden az çok Türkçe anlıyordu.Ve Kürtçeyi bir yetişkinden daha iyi konuşuyordu.Tavırlarındaki ciddiyet ve laubaliliklere karşı aldığı tavırla diğer çocuklardan hatta diğer köylülerden çok farklı bir yapıya sahipti.Bu tavırlarıyla babasının gurur duyduğu bir oğuldu.Babası oğluyla övünmesine rağmen yine de o köylünün gözünde ‘itirafçı’ Ulaş’ın oğluydu...
Her kış olduğu gibi köyün yolları kapalı,suları kesik,elektiriği yok ve telefonları çalışmıyordu.Bu durumda hiç bir yere haber veremezler,karın kalkması da en azından bir hafta sürerdi.Muhtar bunları düşündükten sonra köylüye cesetleri bir hafta bekletemeyeceklerini,bir iki gün içinde gömülmeleri gerektiğini anlattı.
İki gün sonra cenazelerin defin işlemi öğle namazında ikindiye kadar olan vakitte ancak tamamlanabildi. Köyde tek mezarlık bulunduğundan ve fazla yer olmadığından şehitler ve ‘teröristler’ yan yana mezarlara gömüldüler. Tabi Roja ,Berfin ve Mehmet de.
Cenaze namazları kılınıp ahali dağıldıktan sonra güneş ılık yüzünü , bu uzak dağ köyüne de gösterdi.Muhtar, yollar iki-üç güne kadar açılır, diye geçirdi içinden. Cenazeler gömüldükten yaklaşık otuz-kırk dakika sonraya kadar köylüler mezar başlarında ağladılar.Bir saat sonra metanetli duruşuyla Yusuf’un dışında kimse kalmamıştı. Az sonra mezarlardan birinin başında Mehmet’in annesi belirdi.Yaşlı kadın oğlunun mezarını bilmediğinden rastgele bir mezarın başında dua ediyordu.Yusuf onu fark edince yanına gitti, elini tuttu ve oğlunun mezarının yanına götürdü.Kadın minnetini ifade etmek için Yusuf’a, beraber dua etmek ister misin, diye sordu.Yusuf tebessümle karşılık verdi.Hava kararana kadar beraber dua ettiler.
İki gün sonra köydeki sessizlik yerini her zamanki dedilkodulara bıraktı.Radyodan duydukları kadarının dedikodusunu yapabiliyorlardı.Tek şaşırmadıkları haber ise kaybolan ve dört gündür kendilerinden haber alınamayan teftiş grubuydu.Askeriye seferber olmuştu.Radyonun dediğine göre.Köylüler birbirlerini susturup radyoyu duyma derdine düşmüşken helikopter sesi radyonun sesini bastırdı.Hepsi meraklı gözlerle meydana bakarken İri yarı bir subay beraberinde üç komandoyla içeri girdi.Tereddüte mahal vermeyecek tarzda iki üç gün zarfında askeri bir grubun bu köye uğrayıp uğramadığını sordu.Muhtar sorunun muhattabının kendisi olduğunu düşündüğünden ayağa kalktı ve kendini tanıttı.Subay hayır cevabı gelmediği için rahatlamıştı. Günlerdir süren aramanın ardından mutlu haberi verecek olmanın huzurunu yaşıyordu.Subayın suratındaki memnuniyet ifadesini görünce, muhtar bir an önce olanları anlatması gerektiğini düşündü.Bu arada ahali yine inanılmaz bir hızla toplanmıştı.Muhtar olanları anlatırken hepsi hal ve tavırlarıyla muhtarı öylesine tasdik ediyorlardı ki subayın aklına muhtarın yalan söylüyor olma ihtimali gelmedi bile.
Subayın ve beraberindeki askerlerin biraz ısınmalarını bekledikten sonra muhtar albayı mezarlığa götürdü. Muhtar hala olayın ayrıntılarını aktarıyordu.Albay gözünden akan yaşı silerken diğer eliyle de muhtara susmasını işaret etti.Komandolardan biri selam verdi.
-Komutranım sevk işlemine hemen başlayalım mı?
Albay askere beklemelerini söyledi ve muhtara döndü.
-Bizim bildiğimiz on bir asker olması lazım.Burada ise on dokuz tane yetişkin bir tane de çocuk mezarı var.Hangileri asker ve diğerleri ne oldu?
Muhtar kısaca Rukiye bacının teröristlere bilgi vermediği için Mehmet’in de askerlerle beraber çatışmada öldürüldüğünü, çocuğun da Rukiye bacının kızı olduğunu anlattı.Albay muhtarı dinlerken gözüne ,mezarın birinin başında dikilen küçük bir çocuk ilişti.Üşümesine rağmen titrememek için kendini kasıyor,bir şeyler mırıldanıyordu.Albay çocuğa yaklaştı.Çocuk subhanekeyi tekrar tekrar okuyordu.Çocuğa bir şeyler söylemeye çalıştıysa çocuğun onu anlamadığını anlayınca muhatarı çağırdı.
-Bu kim?
-Rukiye bacının oğlu.
Karşısında bu kadar ölümün ardında hem de bizat çatışmanın otasında olmasına rağmen dirayetli durabilen çocuğu görünce kendinden utanmıştı.Düşünüyordu.Acaba onun kadar dirayetli olabilir miydi?
Güneşin Yusuf’un yüzünden yansıması gördüğünde ve düşüncelerine hakim olamadı.Bir köy, sıkıyönetim, itirafçı,karısı,terhis olmuş bir asker,kendi askerleri ve teröristler.Hepsi ölü ve aynı mezarlıkta yanyana yatıyorlar.Karanlık haftanın ardından güneş olabildiğince gücüyle Yusuf’un yüzünde parlıyordu.Adeta bir metanet abidesiydi ,karşısındaki,yedi yaşındaki çocuk.
Ölenler de öldürenler de bu topraktandı.Ve yine aynı ülkenin toprağına üstelik yanyana gömülmüşlerdi. Albay ilk defa devletçi anlayışının yara aldığını seziyordu.Evet devlet, anası babasıydı ama bir kardeşinin bir başka kardeşini vurmasını engelleyememişti.Üstelik haberi bile olmamıştı.Yanyana yatan şehitleri ve devletin ‘teröristlerini’ gördükçe ve hepsinin inandıkları ya da kandırıldıkları dava için öldüklerini düşündükçe tüm bildiklerinin,düşündüklerinin aslında ona ait olmadığını sadece ona çocukluğundan itibaren öğretilenlerden ibaret olduğunu anladı.
Evet ölen de öldüren de bu topraktandı ve yine bu toprağa dönmüşlerdi.Zaruriyet olmadıkça savaş cinayettir diyenlerin veya bir ulusçuğa bağımsızlık vaad edenlerin umursamadığı, umursamayacağı gerçek...
Albay düşünürken bir an karşısında Yusuf belirdi.Heycanını gizleyemedi.Sanki bir komutanını selamlar gibi Yusuf’u selamladı ve sonra kucağına aldı.Muhtarı çağırıp söylediklerini çevirmesini istedi.
-Seni İstanbul’a götüreyim mi?
-.........
Yusuf ciddiyetini bozmamış fakat sanki aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini iyice açtı ve albaya bakarak:
-İstanbul’a gidecem.Okuyacam,asker olacam.Sonra buraya gelip vatanımı koruyacam.
Tüm bunların ezberden söylemişti ama heyecanınından hissederek konuştuğu anlaşılıyordu.Albay etkilenmişti.Muhtara baktı, Yusuf’a döndü.
-Kim öğretti sana bunları?
Yusuf muhtarın tercüme çabasını önemsemez halde ve albayı da küçümseyerek tereddütsüz cevapladı:
-Roja.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.