- 724 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KELİMELER 2
JAGUAR
Elindeki kalemi döndürüp duruyordu. Her hava atıp yakaladığında bir parça mürekkep parmaklarına bulaşıyordu. Dirseklerine kadar katlı kolları da bundan bazen nasibini almaktaydı. Sıkıntısını hafifletmesinin bir yolu da buydu. Cep telefonunun masasının üstünde hareketlenmeye başladığında kalemi bıraktı, gelen mesaja baktı. Telefonlardan kurtulmanın fırlatıp atmanın hayalini kurduğu an da dâhili hattının ışığı yanıp sönmeye başladı. Ayağa kalktı. Camın önüne doğru yürüdü. Bulunduğu yerden başkentin kalbini görebiliyordu. Bir müddet sessizce dışarı bakarak durdu. Işık hala yanıp, sönüyordu. Düğmeye bastı sesin oda da yankılanmasına izin verdi. Tatlı ve yumuşak bir bayan sesiydi:
- Efendim, istediğiniz numara şu anda hatta dedi.
Har hangi bir karşılık gelmeyince alıştığı gibi daha doğrusu ikaz edildiği gibi bir dakika sonra hattı bağlamıştı.
- Kardeş! Ne yapıyorsun diyen sesle irkildi.
Çok derinlerden gelen, unutulmuş bir sesti. Ne söyleyeceğini bir an bilemedi. Aslında o kadar çok söylenecek şey vardı ki, hele aradan gecen onca yıldan sonra.
Karşı tarafta kısa bir sessizlik oldu. Orada olduğunu ve ilk şoku atlattığını tahmin etti. Önce havadan sudan konuştular sonra istekleri için buluşmayı kararlaştırdılar. Beraber görünüp görünmeme konusunda kararsızdı. Tek başına olması uzun vadede sürekliliği için uygundu, gerçi uzantıları takip edenler hedefe ulaşırlardı ama bu onu tehlikeye atılmasını gerektirmeyebilirdi.
Yıllar önce verilmiş bir sözü tutmanın zamanıydı. O hayallerine kavuşmuştu. Ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla bir şirket kurmuştu. Başkentte iyi bir yer edinmişti. Devlet ile iş yapıyordu. Gerçekten istediğini başarmıştı. Ama omuzlarındaki jaguar amblemi kısa sürede olsa kaderlerini belirlemişti. Şimdi kader ikinci kez yolunu kestiğinde jaguar yol gösterecekti, buna mecburdu.
KABA
Telefon konuşması bittiğinde ikinci adımını atmıştı. Karşısındaki biraz tedirgin olmuştu ama yine de kabul etmişti. Ne yapacağı konusunda soru sormamıştı. Biliyordu ki soracağı soruların cevapları yoktu. En kolay kısmı için yardım istediğini bildiğinden beklide soru sormak istememişti. Rahata ve huzura erdiği anda bazı şeylerin alt üst olmasını istemiyordu. Bu yüzden kabullenmesi bu kadar kolay olmuştu.
İstediği kişilerin adım takip edilmesi ve karar verildiğindeki yerin bildirilmesini yapacaktı. Ne de olsa bu onun işiydi. Önemli kişiler özellikle bürokratlar sürekli izlediği insanlardı. Bazı anlaşmalar ve sözler böylelikle çözümleniyor lüzumsuz koridor dolaşmaları olmuyordu. O da bu çarkın dişlerinden biriydi. Bunu da çok iyi yapıyordu.
İsimleri sırasıyla yazdı. Öncelik sırasına dizdiğinde ilk talimatı verebilirdi. Telefon güvenli olmayabilirdi. Küçük not kâğıdı yazmayı uygun gördü. Böylece onun içinde dikkat çekmeyen sürekli elinin altındaki notların arasına sıkıştıracağı kâğıtlar olacaktı.
Toplam on üç isim belirlemişti. Her birinin numarası kâğıdın sol üst köşesinde daire içine alarak yazmıştı. Ataçla tüm kâğıtları birbirine tutturdu cebine koydu.
Sıradan bir emeklinin yapacağı gibi amaçsızca dışarı çıktı. Birilerinin bilinçli olarak dikkatini çekmeliydi. Hep aynı işleri yapan ama zararsız bir emekli olarak bakışları üzerinde toplayacaktı. Markete uğradı, bir müddet sağına soluna bakındı. Şansına kapıcıda ordaydı. Başıyla selamladı. Küçük bir şişe su ile günlük gazete aldı. Kapıcı hemen:
- Akşam söyleseydiniz, ben sabah bırakırdım dedi.
Gerek olmadığını zaten yapacak işi olmadığını söyledi. Parayı ödeyip çıkarken arkasından konuşacaklarını biliyordu. Kabaca planı yürümeye başlamıştı bile.
LA
İçerisi emeklilerin yatağıydı. Burasının merkezde olması özellikle dışarıdan gelenlerin tercihlerinde etkili oluyordu. Onlar ya sınav için ya kurs için geldiklerinden buradan yer ayırtıyorlardı. Yürüyerek istedikleri yere kolaylıkla gidebiliyorlardı. Kapıdan kimliğini göstererek girdi. Danışmayı geçerken kısa bir bakışla inceledi. Resmi kıyafetli bir kişi odasının anahtarını alıyordu. İçeriye tuvaletlerin olduğu yere yürüdü. Tuvalet yeni temizlenmişti. Kapının yanındaki temizlik saatlerinin yazdığı kâğıda baktığında bir sonraki saati beklemeye karar verdi. Ellerini yıkayıp dışarı çıktı. Pasta salonu tamamen dolu sayılırdı. Üç kişilik masalarda genelde tost ve hamburger yiyen öğrenciler ile çocuklarının karnını doyurmaya çalışan genç anneler vardı. Buranın müdavimleri ise televizyona yakın koltukları ve masaları günün ilk ışıklarıyla birlikte işgal etmişlerdi.
Kasadan fişini alıp tezgâhın arkasındaki gence uzattı, Bir diğeri fişine bakıp hazırlanmış hamburger köftesini otomatik olarak elindeki ekmeğe koyup turşu kavanozuna yöneldiğinde;
- Turşu ve ketçap istemiyorum evladım diye seslendi.
Arkasına bakmadan istediğini yapıp diğer siparişlerle birlikte küçük bir tepsiye koyup arkadaşın alması için uzattı. Tepsiyi alıp başını geri çevirdiğinde bir masadaki iki gencin kalktıklarını görüp onlara yöneldi. Masaya oturmasıyla birlikte temizlemeye birisinin gelmesi arasında saniyeden az bir süre geçmişti. Oturduğu yerden tuvaletlerin koridorunu da görebiliyordu.
Yiyeceklerini bitirip saatine baktığında vaktin geldiğini, temizlik görevlilerin ne taraftan geleceklerini düşünüyordu. Tam bu sırada koridora sarı pirinçten temizlik var yazılı levha konuldu. Gerildiğini hissetti. Notaların sesi fon müziği oluşturmak için bir biri ardınca kulaklarında çınladı, en sonunda da la notası çok uygun olurdu diye düşündü.
MAADA
Tam on dakika sonra temizlik bittiğinde ayağa kalkıp tepsinin içindekileri çöpe dökmek için ilerlerken bir görevli elindekileri tutup;
- Alayım efendim dedi.
Sadece gülümsemekle yetindi. Tepsisini teslim edip doğal bir şekilde lavaboya gitti. Amacını gerçekleştirmek istiyordu. Zarfın içine koyduğu listeyi teslim etmek için üçüncü kabine girip kapının arkasındaki kontrol formunun aslı olduğu levhaya bıraktı. Dışarı çıkıp eski yerine baktığında doldurulmuş olduğunu gördü. Yarım saat daha burada bulunması gerekiyordu. Etrafı biraz daha gezinip bir yerin boşalmasını beklemeye başlamışken onu danışmanın önünde dikilirken gördü. Neredeyse hiç değişmemişti. Her zamanki gibi içi içine sığmayan hali vardı. Hızlı bir şekilde etrafı taradıktan sonra kararlaştırılan yere gitti. Hareketlerinden buraya ilk defa geliyormuş gibiydi. Bir an sırtını dönüp kaybolmasını bekledi. Birkaç dakika sonra hızla geçip uzaklaştı. Arkasından baktığında kendinden emin yürüdüğünü görüp görevini benimsediğini anladı. Zarf yerine ulaşmıştı. Şimdi üç gün sonrasını bekleyecekti. Üç gün sonrasında istedikleri yine buranın vestiyerine bırakılacaktı. Üç gün boyunca aramayacaktı. Üçüncü günün sonunda da bir daha asla aramaması bile gerekebilirdi. Birden anılarına girdiği gibi yine birden çıkıp giderdi. Bundan başka bir görevi onun için düşünmemişti. Sadece önemli değişiklik olduğunda o araya bilecekti. Numarasını nasıl olsa bulur ve arardı. Telefonlar onun bir uzvunun uzantılarıydı bunu biliyordu ve o en ufak bir ayrıntıya önem veren birisiydi.
NAAŞ
Şehrin tamamı kıyıya toplanmıştı. Sabahın erken saatlerinden itibaren çoluk çocuk, genci yaşlısı, kadını erkeği her tarafı doldurmuştu. Son bir defa daha görebilmenin coşkusuyla gelmişlerdi. Deniz bir başka lacivertti bugün, dalgalar bir başka sakinlikteydiler. Hüzünlü yüzler nefeslerini tutmuş şimdi son kez bakıyorlardı Zafer’in ardından. Birçoğu daha dün gibi hatırlıyordu, kara kasım sabahında aldıkları acı haberi. Şimdi aynı acıyı kalplerinde bir kez daha hissediyorlardı. Yokluğuna alışamamışlardı geçen onca yıldan sonra bile. O şimdi artık bu şehri sonsuza kadar terk ediyordu.
Tarihe tanıklık edecekti. Tarihin bir parçası olacaktı. Verilen bu önemli görev gelecekte verilecek olanların müjdecisiydi. Gözlerini kapayacağı son günün ardından kendisine inanan ve açtığı yolda ilerleyenlerin olmasını dileyerek kortejde yürüyordu. Bu nasıl bir duygu seliydi ki tüm yurdu önüne katıp sürüklüyordu. Bu zorlamayla olan bir şey değildi. O bunu nasıl sağlamıştı? Kendisi nasıl başaracaktı? Bu sorunun cevabını muhakkak bulmalıydı. Toplum kendisine karşılıksız hizmet edenleri asla unutmazdı, unutamazdı. Bunu aslanlı yolda ilerlerken bir kez daha hatırlıyordu.
Başkentte kasım ayı kasvetli oluyordu. Bu ayda ölümün ağırlığı bir başka hissediliyordu. Deri eldivenleri sol ellerini sararken diğerini avuçlarında tutuyorlardı. Hafif bir dalgalanmayla beraber sıranın tertip ve düzeni hemen göze çarpmaktaydı. Bu tören oldukça önemliydi. Huzura ilk defa dört yıldıza sahip on üçüncü yıldızdan biri olarak çıkacaktı. Onun naaş’ını taşıyan biri olarak huzurundaydı. Geleceğe inançla yürüyordu.
İnançlıydı. Bu inancı ona doğduğu andan itibaren aşılamışlardı. Bu amaçla büyütülmüş, bu amaçla yetiştirilmişti. Biliyordu ki yalnız değildi. Etrafındaki insanlardan birçoğu onun gibiydi. Zamanı geldiğinde ancak tanıtılırlardı, tanıştırılırlardı. O zamana kadar takındığı kimlik ve maskeyi korumak zorundaydı. Atalarının amacına uygun yaşamıştı ve son dakikaya kadar yaşamaya devam edecekti.
Yanında yürüyenlere baktı. Yüzlerinde belirtiler aradı. Ama bulamadı. Nasıl ki kendi yüzünden hiçbir şey anlaşılamıyorsa onların yüzünden de anlaşılması imkânsızdı. Hepsinde gurur ve mutluluk vardı. Bunu hemen fark etti.
OBA
Kapkara bir gece ve uluyan kurtlar arasında, diz boyu kara batarak ilerleyen katillerin yalnızca karartıları seçile biliyordu. Hiç biri konuşmuyor, atlar bile ses çıkarmıyordu. Yorgunluk tüm benliklerini sarmıştı, bir an önce hana ulaşmak için olanca güçlerini harcıyorlardı. Arada sırada derinlerden gelen bir inilti hayalet olmadıklarının bir belirtisiydi. O da çoğu zaman kurtların uğultuları arasında kaybolup gidiyordu. Birkaç zaman sonra tipinin ortasında bir kule gibi yükselen hana vardılar her biri birbirinin ardı sıra alev kızıllığına bürünmüş olan hana girdiler.
Köşedeki ocağın başındaki üç beş kişi yerde yatan kadını umursamadan ateşi seyrediyorlardı kadının ise saçları terden anlına yapışmış gözleri tavanı tarıyordu. Alevler hanın duvarında şekilden şekle girerken, sıcaklık herkesin yüzünü yalayarak dolaşıyordu. Dışarıda uluyan kurtların sesi biran için kapıyı zorlar gibi oldu. Ama hiç kimse buna aldırmadı. Derken kapının gürültüyle açılmasıyla birlikte kalabalıktan birkaç kişi o tarafa istem dışı döndü, içeriye giren sadece kadının saçlarını görebiliyordu. Birkaç adım atarak yaklaştı. O anada kurtların haykırışını yüzünden duydu. Bir an adım atamadığını, bacaklarının kımıldamadığını öylece orda kalakaldığını hissetti. İçinden bir sesin buradan kaçıp kurtulması gerektiğini haykırdığını fark etti. Fakat buna aldırış etmemeliydi. Yerde yatan kadının ıslak saçları şuanda tüm benliğini ele geçirmişti. Ölüm o köşede dahi gizlenmiş olsa yinede ilerleyecekti. Birkaç adım attı. Kanı gördüğü anda bir çocuk dünyaya gözlerini açtı. İşte bu doğduğu andı.
Aslında böyle doğup, doğmadığını biliyordu. İçinden bir ses yıllarca böyle olduğunu, böyle olması gerektiğini söyleyip duruştu.
Geçen otuz beş yılın içersinde bu anı yüzlerce kez rüyalarında görüştü. Etrafındakilerde böyle olduğuna inanmışlardı. Onun doğumu sırasında olmazdı, olmamalıydı. Onun doğumu karanlıkları aydınlatmıştı. O gelecekti. O obanın beklediği kurtarıcıydı. Obanın reisi olarak geleceğe güvenle sarılmaları, onun doğumundan önce doğanlarla ondan sonra doğacakların yaşayacağı günler hepside ona bağlıydı.
Uçsuz bucaksız bir yurt ondan sorumluydu.
ÖBEK
Alkolün etkisi saatler önce kaybolmuştu. Şu anda bütün bedeninin ağrıdığını hissediyordu. Yavaşça yatağında doğruldu. Yıllardan beri omzunun üzerinde taşıdığı başının içinde binlerce çan aynı anda çalmaya başladı. Bu gürültüyü susturmak için ellerinin arasına alarak, gözlerini kapadı.
Tekrar gözlerini açtığında saat altı olmuştu. Saatin zili birkaç dakikadan beri çalıyordu. Elini saatin olduğu yere uzattı. Şimdi odanın içi tekrar eski sessizliğine kavuşmuştu. Bacaklarını yataktan aşağıya bıraktı. Bir an için ayaklarının bedenine bağlı olmadığını hissetti. Ayağa kalktı. Üstü gazete kâğıdı ile örtülmüş kusmuğun üzerinden basmadan geçti; pencereye doğru yürüdü. Kalın perdeleri araladığında anda güneşin parlaklığı yüzüne bir tokat gibi çarptı. Tekrar kusmuğun üzerinden atlayarak yatağına döndü. Yatağının ayakucunda duran buruşmuş pantolonunu ayağına geçirdi. Başındaki çanlar tekrar çalmaya başlamışlardı. O esnada kapısı çaldı. İsteksizce ayağa kalktı. Kapıyı açarken hala başını tutuyordu. Kapıdaki ise gülerek;
- Beni bu sefer çok uğraştırdın dedi.
Hiçbir karşılık vermeden kapıyı tutan elini bırakıp yatağına geri döndü. Adam da onu takip etmişti. Odanın içinde gezinmeye başladı. Birden bir küfür savurarak durdu. Ayağına yapışan gazeteyi buruşturarak odanın diğer köşesine fırlattı. Şimdi yerde kurumaya yüz tutmuş kusmuk tüm çıplaklığıyla karşısında duruyordu. Söylenerek;
- Böyle pislik içinde nasıl yaşayabiliyorsun? Diye sordu.
Bir cevap alamamıştı. Buna aldırdığı da yoktu. Ellerini yıkamak için banyoya yöneldi. Kapıyı açtı. Ayna kirden tam yüzünü göstermiyordu. Elerini suya tuttu. Kurulamak için etrafına bakınıp temiz gibi görünen kâğıt havlulardan bir tanesini çekti, işaretli yerlerinden özenle yırtarak kopartıp ellerini sildi. Islanan kâğıdı köşedeki çöp öbeğinin yanına attı.
PABUCU YARIM
Odaya geri döndüğünde çoraplarını giymeğe uğraşıyordu. Gözlerinin altındaki torbalar iyice belirginleşmişti. Alnındaki çizgiler, saçlarında artan beyazlıkla birlikte iyice derinleşmişlerdi. Hafiften kilo almıştı. Yanaklarının o sevimli tombulluğu çocukluğundaki gibiydi. Hele o bakışlarındaki masumiyet aynı şekilde duruyordu.
Çoraplarını giyip, konçlarını aşağıya doğru katladı. Yavaşça doğrulurken yüzündeki ifade bezginlik ve yorgunluk yüklüydü. Banyoya giderken:
- Neden geldin? Diye sordu.
Yüzünü hafif bir tebessüm kaplamıştı. Alaylı bir tavırla:
- Seni çok özlemiştim dedi.
Banyodan çıktığında güneş odanın içini tüm sıcaklığıyla doldurmuştu.
- Beni bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum? Dedi.
Karşısındakinin yüzündeki o tebessümü hala görebiliyordu ve bu ondan nefret ediyordu.
- Kalbimi kırıyorsun diye karşılık verdi.
Ceketinin içinden çıkardığı renkli kâğıda sarılmış bir paketi darmadağınık olmuş çarşafların üstüne attı. Kapıya doğru yöneldi. Arkasına dahi bakmadan
- Bu akşam tam saat on dokuzda
Bir müddet durup sözlerinin anlaşılmasını bekledikten sonra
- Unutma hepimiz seni bekliyor olacağız dedi.
Tam kapıdan çıkacaktı ki, arkasından seslendiğini duydu
- Hey!
Geri döndü. Başı öne düşmüş öylece duruyordu.
- Sigaran var mı?
Paketi cebinden çıkarıp yatağa fırlattı. Oyun başlıyordu. Evinden almaya gelmişlerdi. Çocukluğundaki tekerlemeyi hatırladı.
‘’…
Pabucu yarım
Çık dışarıya oynayalım ‘’
Zaman evden dışarı çıkma yaramazlık yapma zamanıydı.
RAB
Çınar ağacının yaprakları güneşin yakıcılığını engelliyordu. Hiç esinti yoktu. Saat daha öğle vaktini göstermiyordu. Gömleğinin kollarını katlamış bekliyordu. Şadırvanın başı kalabalıktı. Cami avlusunun içindeki çınar ağacının gölgesine sığınanların bir kısmı öğle ezanını bekliyorlardı bir kısmı ise sadece soluklanmak için oturmuşlardı. Gömleğinin katlı kollarını kontrol etti. Cebinden mendilini çıkarıp açarak ensesine koydu. Biraz daha bekleyecekti. Abdest aldıktan sonra terlemek istemiyordu. Hoparlörden gelen hışırtıları duyduğunda ezan vaktinin geldiği anladı. Oturduğu tahta sıradan kalktı, boş bir musluğa doğru yavaşça ilerledi. Ayakkabılarını sonra da çoraplarını çıkarttı. O esnada müezzinin sesi diğer camilerde okunan ezanların sesine karıştı. Ellerini suyun altına soktuğunda içini bir ferahlık kapladı.
Ezan sona erdiğinde caminin büyük kapısından içeri girdi. İçerisinin serinliği hissediliyordu. Ortadaki şadırvanın yanından geçip saf tutanların arasına katıldı. Kulaklarında suyun sesi ile okunan dualardan gelen huzurun sesi birbirine karışmış olarak yankılanıyordu.
Bu camiyi seviyordu. Çocukluk anıları saklıyordu. Ramazanlarda bu camiye gelirlerdi. İftar sonrası avlusunda koştururlardı. Uzun süren o teravih namazlarında arkadaşlarıyla en arkada saf tutarlardı. Hele o tespihleri toplayıp olmayanların önüne atmaları. Namaz esnasında dalmış olanları ürkütmeleri bütün gece anlatılıp, gülünen anlara sebep olurdu. Bu camide çocukluğunun saflığı ve inancı saklıydı.
Önüne atılan tespih ile kendine geldi. Farkına varmadan geçmişe gitmişti. Boğazına takılan yumruyla beraber bir damla gözyaşı aşağıya süzüldü. Başını geri çevirdi. Tespihin atıldığı yere doğru baktı ama çocukluğunu göremedi.
Âmin diyen seslerle daima acelesi olanların kalkması bir oldu. Hiçbir zaman acelesi olmamıştı. Hatta çoğu zaman birçok şeye geç kalmasının da sebebi galiba buydu. Bir müddet daha oturdu. Sonra yavaşça kalktı, sırtını bir sütuna dayamak için uygun bir yer aradı. Elinde tespih huzurla gözlerini kapadı. Bu dünyadaki tek amacı inançla huzurla gözlerini ölüme açmaktı. İnancı yüzünden zulmedenlere, elinden her şeyini alanlarla hesaplaşmak ve o son günde inanların yanında yer almak, inandığına sığınmak hepsi buydu.
SAADET
Aşkın bu tarafını yaşamadan göremezsin. Bazen yaşamakta yetmez. Acının şiddeti aşkın derinliğinin göstergesi de sayılabilir. O kadar çok acı çekmişti ki. Aşkının büyüklüğü asla bitmeyecek gibi görünüyordu. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildi. O son günü hatırlıyordu da sevdiğinin ağzından dökülen o sözleri, bir an için gerçek olamayacağını düşünmüştü. Yaşadığı sevgide gerçeküstüydü.
- Sen hayal âleminde yaşıyorsun demişti.
- Benim hayallerimde, dünyamda küçüktü.
Böyle söyleyip çekip gitmişti. Bir daha da görmemişti. Aslında arayıp bulabilirdi. Ama ne aradı, ne de buldu. Aradan tam on beş yıl geçmişti. Hala içinde bir yerlerde onu merak eden bir tarafı vardı.
Senden sadece şunu istiyordum. Hayatının bundan sonrasını planlarken beni de dâhil etmeni. Beni umursamanı, burada olduğumu hissetmeni. Asla böyle olmadı. Tek dayanağı dostu, eşi, annesi, babası her şeyi olacakken çekip gitmişti. Ne anlamı kalmıştı. Sadece bir hiçti.
Asla mutlu olamadı.
Öylesine bir karamsarlık yüreğine çökmüştü ki bu dünyayı taşımak öylesine yormuştu ki, her gece her doğan güneş her ses, her kelime ruhunun masumiyetini parçalıyordu. Bu öylesine bir şeydi ki ölüme yoldaşlık ediyordu.
Kimseye bunu anlatmamıştı. Hepsi onun duygusuz, gaddar ve asla pişman olmayan yanını biliyorlardı. Oysa yıllar önce her şeyin başladığı zamanı bilselerdi asla öyle olmayacağını göreceklerdi. O güzel günlerin ortağı bir kişi daha vardı. Dostu, kardeşi, arkadaşı olarak hep yanlarındaydı. O da yıllar önce buhar olup toza toprağa karışmıştı. Belki de her şey farklı olurdu.
Aklına dahi getirmemeliydi. Böyle şeyleri düşünmesine izin vermemeliydi. Zayıf yerini belli etmemeliydi. Bu onun kamburu olmamalıydı. Ne öğretmişlerdi.
‘’ Askerlerini zevk hayatı yaşamamaları ve şık giyinmemeleri yönünde alıştır.’’ O biliyordu ki ebedi saadeti başka yerde aramalıydı, yoksa onun kollarında değil. Bu onun kuralıydı.