AŞKIM
Yazan: M. Sabri HABERVEREN
Ayla çocukluk, ilk gençlik aşkımdı. Gözleri çok karanlık bir geceden, kara üzümden bile, siyahtı. Uzun kıvrımlı kirpikleri vardı. Dudağı canlı parlak ve ruj sürülmüş gibi kıpkırmızı idi. Dudağının üzerindeki kıvrımlara, çizgilere gözüm takıldığı zaman kayıp düşerdim o kıvrımların içerisine ve kaybolurdum. Ne bulurdum dudağının çizgilerinde bilemiyorum hala… Ama bakmaktan kendimi alamazdım. Ayla uzun boylu sayılmazdı. Minyonca bir tipi vardı. Ancak orantılı bir vücuda sahipti. Her şeyi yerli yerindeydi. Hani sanki Tanrı’nın boş zamanında yarattığı gibi biriydi. Uysaldı. Dinlemekten hoşlanırdı. İri kara gözlerini hafifçe kısarak söylediklerimin tek kelimesini kaçırmadan dinlerdi beni.
Ailemle Anadolu’da küçük bir şehirde yaşıyorduk. Hayatımız tek düze geçiyordu. Okula gitmek, eve gelmek, evde verilen görevleri yapmaktan başka bir işimiz yoktu. Ayla ile evlerimiz birbirine yakındı. Genelde getir götür işleri verilirdi bize. Herhalde ailelerimiz bizim büyüdüğümüzü kabullenmiyor, “burnumuzun kulaklarımızın oynadığını” fark edemiyorlardı. Çarşıdan bir şey alınacağı zaman, eve veya çarşıya dükkâna, bir şey götürüleceği zaman Ayla ile ben beraber götürüyorduk. Yani ailelerimiz bizi birbirimize emanet etmişti. Önceleri birbirimizden utanıyor, konuşacak bir şeyler bulamıyorduk. Zamanla birbirimize alıştık. Aramızda iş bölümü yapmaya başladık. Taşınacak, götürülüp getirilecek şeylerin ağırca olanlarını ben taşıyor, nispeten daha hafiflerini Ayla taşıyordu.
İşte bu gidiş, gelişler sırasında aklımız, gönlümüz birbirimize aktı. Her ikimizde durumu olağan bir şeymiş gibi karşıladık. Yüreklerimiz pır, pır ederdi birbirimizi gördüğümüz zaman. Götürüp getirecek bir şey olmadığı zaman Ayla evine, annesine yardım etmeye giderdi. Birlikte olduğunuz zamanlar ya çarşıya gidiyor veya çarşıdan eve dönüyor olurduk. Hafif dokunuşlarımız, arada bir el ele tutuşmamız, bize yetiyor artıyordu. Genelde yapılacak işleri çok süratli bir şekilde yapmaya çalışır, kalan zamanı birbirimize ayırırdık. Hayallerimizi, umutlarımızı, duygu ve düşüncelerimizi birbirimize anlatırdık. Hiç susmadan şakıyan serçeler, bülbüller gibiydik. Ayla’da bende lise son sınıfta okuyorduk. Her ikimiz de ailemize muhtaç durumdaydık. Ama şurada liseyi bitirmeye ne kalmıştı. Liseyi bitirince dünya ayaklarımıza serilecek gibi düşünüyorduk.
Bir gün yine çarşıdan bir şeyler alınacaktı. Ben Ayla’nın gelmesini bekliyordum. Annem bana ne beklediğimi sordu. Bende:
—Ayla’nın gelmesini bekliyorum. Dedim. Annem de:
—Artık Ayla seninle bir yere gelmeyecek. Babası Ayla’yı Kız Meslek Lisesi öğretmenlerinden birine vermiş. Yakında nişanları yapılacak. Dedi.
Birden boğazıma hıçkırıklar düğümlendi. Dünya başıma yıkılmış gibiydi. Annemin acıyacağını düşünerek:
—Ayla’yı ben seviyordum, bana istemeni söyleyecektim anne. Dedim. Annem:
—Biliyorum, ama çok geç. Dedi.
O günden sonra Ayla’yı bir daha göremedim. Ayla’yı arayamadım bile. Sanırım Ayla da beni arayamadı. Mutlu oldu mu bilmiyorum. Ama bizim birlikte olma şansımız olsaydı, eminim onunla çok mutlu olurduk.