HAYDAR DEDE...
Bir köşeye yığılıp dertop olmuştu…kendisinden başka kimse onu anlayamazdı..yaşlı yüzü hüzün kokuyordu…koca alnı yaşamın acı sıkıntılarından sonra kırış kırış olmuş derin yarıklara bürünmüştü…gözleri hep pörtlek duruyor, içindeki kahverengi boncuklar ölü gibi ölgün duruyordu…...bedeni iki büklüm olmuş,elmacık kemikleri dışarıya fırlamış gibiydi…avurtları bin yıllık bir çınarı yontan sincapların çıkardığı derin oyuk gibi içine çökmüştü…büzgün dudakları patlıcan gibi morumsuydu..kürek kemikleri tüm bedeninden çıkmış gibiydi…
altmış yıllık yaşamı zor koşularla boğuşmasına neden olmuştu..çocukları da onu terk etmesinden sonra kırk yıllık eşi Zeynep ana ile tek başına kalmışlardı..çocuklarda gittikten sonra bir dağ yamacına gelip yerleşmişlerdi….kerpiç duvarlardan ve toprak damdan yapılı iki göz odaları vardı….
Haydar dede eprimiş,eski püskü bir kerevitin üstünde ayaklarını bağdaş yapıp oturuyordu…bazen derinden bir of çekiyordu…soluğu tüm evin içine kadar yayılıyordu…bu çetin kışı nasıl geçireceğini derin derin düşünüyordu…boş bir oda kadar hüzünlü ve kimsesiz hissediyordu kendini…
Dışarıda da durmadan lapa lapa kar yağıyordu…her taraf bembeyaz olmuştu..kısa bir süre içersinde bir metreye varan karla dolmuştu tüm dağ ve taşlar…ara sıra pencereden çıkıp dışarıyı seyrediyor,nasıl dışarıya çıkabilirim üzerinde düşünüyordu…bir sonuca ulaşamayınca da tekrar eski yerine gelip bağdaş kurup dalıyordu…
tahta kapının açılmasıyla içeriye Zeynep ana girdi..
----kocamış ihtiyar bugün son azık kaldı…o da biterse ne yapacağız…burada ölüverirsek kimse paçavra olmuş cesedimizi bile bulamaz..kurtlara,kuşlara yem olacağız..”
derken dudakları titriyordu Zeynep ananın…
Oysa o yılların eskitemediği haydar dedenin gücünden hiçbir şeyin eksik olmadığını,aksine eskisine rağmen daha güçlü olduğunu düşünüyordu…hala aklında kalan yirmilik haydar dedeydi…Zeynep ana haydar dedeyi tüm olumsuzluklara rağmen ilk günkü gibi seviyor ona bağlılığını her defasında ağzından çıkan cümlelerle gösteriyordu…
----benim Haydar’ım sen olmasan ben bir dakikacık yaşayamam…Allah seni eksik etmesin başımdan…o zalim çocuklar var ya bizi yalnız başımıza bıraktıkları gün senin değerini iki kat daha içimde büyüttüm…Allah seni benim başımdan eksik etmesin,seni aldığı gün beni de alsın..”deyip bu cümleyi diline pelesenk etmişti…her içeriye girişinde tekrarlıyordu.
----Allah seni başımdan eksik etmesin..seni aldığı gün beni de alsın”.
Haydar dede ansızın abandığı kerevitten bağdaş ayaklarını düzeltip dimdik bir çınar gibi kendini doğrulttu..ayağı kalkınca kürek kemiklerinden çatırtılar geliyordu…istese de eskisi gibi olamazdı…yaşam ondan çok şey almıştı….hele çocuklarının gitmesinden sonra biraz daha sinesine çökmüştü…yıllarca büyüttüğü ve everdiği iki erkek çocuğu bunu ona yapmamalıydı…ona çok koymuştu…karşılığı bu olmamalıydı emeklerinin…yinede belli etmemeye çalışıyordu…en azından hayat arkadaşı Zeynep ana şimdi ve her zaman olduğu gibi hep yanındaydı…geçim hırsı ve Zeynep ana gözlerini bir silah gibi hırslandırıyordu çetin kışa karşı….
-----Hanım ben azık bulmaya gidiyorum.Kara kış demeden yola koyulacağım..Yüce Allah’ım nerde kısmetimi verirse oraya doğru yol alacağım”..
Üzerine örttüğü eski paltosunu iyice kendine sarıp sarmaladıktan sonra ahşap kapıyı açıp soluğu dışarıda aldı…büzülmüş ellerini güderiden yapılmış eldivenle kapattı..
Peşinden Zeynep ana gitti…kadın çok korkmuştu…bu çetin kışta nereye gidecekti..nerede azık bulacaktı?çünkü her taraf apak bir örtüye dönüşmüştü…gidip de dönmemek vardı…Zeynep ananın tüm canhıraşlığı onu kaybetmekti…belki ağıt yakarım gelir diye bar bar bağırıyordu..
----Ah benim haydarım sen ölürsen ben bir başıma ne eylerim bu dağ başında”.
---beni öksüz koyma,öleceksek gel birlikte ölelim…aç kalmaya hazırım kocamış haydarım kocamış…”
deyip iki eli ile olduğu yerde dövünüyordu…dağ taş çığlığına yankı oluyordu…feryat figanlarının yersiz olduğunu da biliyordu…çünkü haydar dede mağrur ve soylu bir kişiliğe sahipti…o bunca yıl şerefi ve namusu ile çalışmış ve yaşamıştı…onu o kapıdan kimse geri çeviremezdi..
Zeynep ana artık içten içe çaresiz olduğunu biliyordu… Bağırsa çağırsa yer yarılıp da insanlar içinden çıksa yine de geri gelmeyeceğinden artık emindi…
Kapı eşiğinden son kez sesi karıncalanarak çıkıyordu…
----Ah Haydarım ben öleydim de sen gitmeseydin”
Derken sesi karıncalı çıkıyordu…
Eskimiş beyaz tülbent’ini yüzü görülmeyecek bir şekilde başına sarmış iki eli ile dövünüyordu yaşlı kadın…
Haydar dede son defa yüzüne bakıp yola koyuldu…Zeynep ananın yaktığı o kadar ağıttan sonra haydar dedenin gıkı bile çıkmamıştı…o acılara dayanıklı yaşlı bir dedeydi…yaşamın tüm olumsuzluklarını içine çekerek ayakta kalabilmişti…bugün azık için dışarıya çıkarken Zeynep ananın feryatları karşısında yine öyle yapmıştı…
Belindeki azık çıkını ile birlikte bata çıka yolda yürüyordu…giydiği uzun çizmelerinin içine kar dolunmuş,yalpalaya yalpalaya gidiyordu…bu arada karın hızı dinmiyor aksine gittikçe fazlalaşıyordu…Zeynep anayı ve açlığı düşündükçe daha da hırslanıyordu..uzun çizmelerini büyük kar kütlelerine bastıkça ayağının altından kırp kırp diye ses çıkıyordu…
İki fersah yol yürümüştü…akşam alacası da başlamak üzereydi..haydar dede hiç durmadan,sıkılmadan ve dinlenmeden yol kat ediyor mutlaka akşam olmadan Dilan köyüne varmak istiyordu…
Dilan köyünde Hasil ağanın namı meşhurdu…yolda kalanlar en yakın yer diye kendilerini onun evine konuk ediyordu…yardıma muhtaç tüm köylere azık yardımında bulunuyor,misafirlerine içten ve şefkatli bir baba hissi ile davranıyordu…bundan dolayı da hasil ağa tüm köylülerce mert yardımsever biri olarak tanınıyordu…
Haydar dede için de dilan köyü ve hasil ağa biçilmez kaftandı..uzun yolculuğundan sonra amacına ulaşıyordu artık…birden bire gözlerinin feri parlayıverdi…
Beyaz kar örtülerinin sarıp sarmaladığı toprak damlardan çıkan soba buğusunu görünce yüzü çocuklar gibi şavkıdı..içi içine sığmıyordu.Sevincinden bar bar bağırmak,yeri göğü delmek istiyordu..
İçten içe sesi karıncalanıyordu…kendi kendine konuşuyor gibi oluyordu..
---iyi ki varsın hasil ağa sen olmasan şu dağda nereye gider nerede azık bulurdum”
Söylenirken içi hüzünlü bir hal alıyordu..
Çok geçmeden o kısacık mesafeyi bir solukta atıp kendini hasil ağanın evinde buldu…hasil ağa haydar dedeyi görünce içi acıdı…
---vay koca kurt!vay koca kurt! sen buralara kadar nasıl gelebildin”.
Hemen hanımlarına eski elbiselerini getirmelerini emretti.haydar dede üzerinde kaskatı donan elbiseleri bir çırpıda çıkarıp kuru elbiseleri üzerine çekti…içerde çıtır çıtır ses çıkaran sobanın yanına bağdaş kurdular…sobanın etrafı kızgın bir yalıma dönüşmüştü…ağa sobaya soluk aldırtmıyordu..daha sönmeden içine odun parçalarını atıyordu.
Hasil ağa haydar dedinin aç olduğunu ve içinin geçtiğini o kadar uzun bir yoldan sonra biliyordu..haydar dedenin de içi gurlayarak ses çıkarıyordu…
Uzun boylu ve gürbüz kalınlığında iriydi ağa….iki kez evlenmişti..hanımlarını da çok seviyordu…ikisini birbirinden ayırt etmiyordu..ikisine de aynı mesafe de yaklaşıyordu…
Tok bir sesle hanımına seslendi hasil ağa..
---hemen bir tarhana çorbası kaynatın,haydar uzun yoldan geldi”
belki içi ısınır haydar dedenin.. tarhana iyi gelir diye düşündü..…
tarhana piştikçe içeriyi mis gibi baharat kokusu alıyordu…sofra kurulduğu gibi haydar dede bir tas çorbayı bir dikişte içine boşalttı…bunun devamını iki tas daha aldı…
artık karnını doyurmuştu…başından geçenleri buraya niye geldiğini tek tek anlattı hasil ağaya…çok duygulanmıştı merhametli ağa…
o geceyi orada geçirdikten sonra azık dolu çantası ile dilan köyünden ayrıldı..hasil ağanın tüm uyarılarına rağmen tek başına yola koyuldu…çıkarken hasil ağanın haydar dedeye olan tedirginliği yüzünden okunuyordu…
haydar dede yola koyulurken bir an önce onu bekleyen yaşlı Zehra’sına kavuşmak istiyordu….uzun çizmeleri ile kalın kar kütlelerini ezip geçiyordu…dinlenmeden yolda yürüyordu…bu tehlike sinyallerini de beraberinde getiriyordu…çünkü haydar dede kalbi yaşlı bir insandı….her an kalbi oracıkta durabilirdi…
bir ara gökyüzünü koyu bir mavilik aldı..bu karın birazdan daha da hızlanacağı anlamına geliyordu…haydar dede azıcık tedirgin ve endişe duydu havanın bu koyuluğundan dolayı..
beklenen kar hızlanmaya başlayınca haydar dedeyi bir ürkeklik sardı…aslında onun ürkekliği ne ölümden nede karın hızlanmasından idi..
o sadece Zeynep anayı düşünüyordu…o olmasa tek başına ne yer ne içerdi..en önemlisi tek başına nasıl yaşayabilirdi…
haydar dede bunları düşünürken karda sere serpe hızını artırarak geliyordu..köye yetişmeye az bir zaman kala haydar dede sendelemeye başladı ansızın..yolda yürüyecek takat kalmamıştı..her tarafı kar içinde kalmıştı…tüm bedenini bir soğukluk almıştı..tir tir titriyordu…bazen kısa arlıklarla duruyor,kendisi ile biraz cebeleştikten sonra tekrar yola koyuluyordu…
kar yavaş yavaş hızını kaybederken,karartı ayaz bir soğukluğu beraberinde getiriyordu…şimdi daha çok üşüyor ve titriyordu..üzerindeki eski giyitler bedenine kaskatı yapışmıştı…
Zeynep ana bir an önce haydar dedenin gelmesini bekliyordu…hüzün dalgası sarmıştı tüm her yerini sanki onu bir daha göremeyecekti hissine kapılmıştı.. sobanın içinde yanan bir tutamlık odunun karşısında el pençe divan olmuş ısınmaya çalışıyordu…
Birdenbire ahşap kapının tıkırtısını duyar gibi oldu…cızırtı gibi gelmişti ses…tam duyamamıştı…abandığı minderin üzerinden kalkıp kapıya bakma hissi doğdu içinde..
Her şey kapıyı açtığı an başlamıştı….bağırtıları yedi kat arşa kadar yükseliyordu…
Zeynep ana nerden bilebilirdi kapının arkasından gelen tıkırtının haydar dedenin cansız bedeni olacağını….
Yaşlı bedeni soğuğa dayanamamıştı…Zeynep ana kapıyı açtığı zaman kaskatı kesilen haydar dedenin cansız bedeni kapı eşiğinden içeriye uzanıvermişti….
Sırtında taşıdığı azık çantasını iki avucu ile sıkı sıkıya tutmuştu son nefesini verirken bile...
Turan ETGÜL...