3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1633
Okunma
Ard arda inen yumruklardan,gözlerini kapatan kan damlaları yüzünden onu tanımayan birinin ona yardım ettiğini de görmedi.Üzerindeki dayağın hafifler gibi olduğunu fark etti ve o an gördü bu yabancı çocuğu.Kimdi? Niçin hiç tanımadığı biri kavga ediyordu? Hem niçin başına gelebileceğini bildiği halde yediği dayağı paylaşıyordu? Daha cevap bekleyen birçok soruyu soracaktı ama önce şu dayak faslı sona ermeliydi.Nihayet dayak atanlar yoruldular ve sona erdi bu klasik tablo.Bu kez de ayağa kalkacak gücü bulamadı dizlerinde.Dayak yemekten heryerikan-revan içinde kalan yabancı ayağa kalktı ve yerde duran arkadaşının yanına gitti.Kan içinde kalan ellerini uzattı.Birbirlerini dirseklerinden kavradılar,kanları birbirine karıştı ve o gün "kan kardeşi" oldular. -farkında olmasalar da- Allah Allah! Şimdi de sırtına almış nereye götürüyor beni diye düşünmeden edemedi.Yağ tenekelerinin çatı vazifesi gördüğü yıkık-dökük tuvalet kadar bir yere girdiler.Yabancı annesine seslenip kendilerine yardım etmesini istedi ve düştü...
Gözlerini açtığında annesini misafirlerinin başucunda görünce oldukça sevindi."Yiğit Anam" dedi.Anne sadece misafir ve oğlunun yüzündeki kanları eski,kirli bir bez parçasıyla silebilmişti.Oğlunun kendisini izlediğini görünce:
-Eh be oğul! Kavga etme ne yaranı saracak pansumanım,ne de ağrını dindirecek ilacım yok demedim mi?
Oğul güldü annesinin bu sözlerine:
-Hayatımızdaki haksızlıklara seyirci kalma diyen de sen değilmiydin be Ana.Hem senden pansuman,ilaç isteyen mi oldu.Bu feri sönmüş gözlerin,bu pamuk gibi yüreğin ne iş görüyor sanıyorsun.
Daha başka şeylerde söyleyecekken misafir genç mırıldanmaya onu dövenlerin yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını sayıklamaya başladı.Ana kendi oğluna dönüp:
-Uyu oğul. Dedi. "Sabah ola hayrola"
Misafir genç gözlerini açtığında bu kümesi andıran yeri hatırlamaya çalıştı.Yabancı,eve girdiğinde misafirini aval aval etrafı seyretmekle meşgul buldu.
-Ooo uyandın mı arkadaşım! Öyle gözlerini oynatmana falan gerek yok ev o kadar küçük ki göz sabit kaldığı halde heryeri görebilir.Bu arada adım Fakir,bu gördüğün sarayda anamla birlikte kalıyorum.
Neden sonra "saray" lafına ikisi de çok güldü.Misafir genç adının Emre olduğunu söyledikten sonra: "Annen nerde" diye bir de soru sordu Fakir’e.
"Kapıda çamaşır yıkıyor." Dedi. "Bizim çamaşırımızı değil tabi Yandan Sosyetik olanların." Emre "Yandan Sosyetik" lafını anlamayınca Fakir’e sordu. Fakir:
"Bunlar karınlarını doyuracak paradan hariç 3-5 kuruşu olup bu parayla sosyete insanlarına özenen onlar gibi konuşup onlar gibi davranmaya çalışan bir avuç ibne" dedi. "Ha sosyeteyi soracak olursan o da eski burjuvazinin şahı,bu bir avuç ibneninde piri" diye açıklama getirince Emre karşısındaki yabancının hiç de boş olmadığını görüp için için sevinmeye başladı.
-İşte bu söylediklerine çok sevindim Fakir.ÇÜnkü dün benimde kavga ettiğim senin bu burjuvazi diye tanımladığın insanların bekçi köpekliğini yapan bir gruptu.İdeolojimiz çatışıyor.Bizler sen ve senin gibiler için kavga ederken,onlar bize karşı savaşıyorlar.
Fakir susp konuyu değiştirmek istercesine:
"Sen ne iş yapıyorsun Emre?" "Öğrenciyim,Ankara Üniversitesi Siyasal Bİlgiler Fakültesi’nde okuyorum.Bahsettiğim bu karşıt görüş öğrencilerine dayak ata ata doğruyu öğreteceğim baktım anlamıyorlar yarın birgün bürokrat olup daha okkalı bir tokat savururum" deyince tekrar gülüşmeye başladılar.Fakir ise ilkokul 3 ten sonra okumamıştı.Günlerini tamirci kalfası olarak geçirip duruyordu bazen de öyküler şiirler yazardı.BU acı bu tatlı sohbetten sonra Ana eve girince konuda değişip kahvaltıya geldi.Hep beraber kahvaltı niyetine lokma lokma koparılıp salçada kızartılmış ekmek parçalarını yedikten sonra Ana-oğul Emre’yi kapıya kadar geçirdiler.Emre adres ve telefonunu Fakir’e verdikten sonra:
"Ara beni arkadaşım görüşelim,hem sen benim kan kardeşimsin artık ömür boyu yanında olacağım" deyip ayrıldı. "İyi çocuk" dedi Ana,Fakir’de katıldı annesinin bu sözlerine.
Aradan birkaç ay geçti.Emre,Fakir ve annesini ziyarete geldi.Fakir’e onu aramadığı için bolca sitem etti.Hak vermekten başka birşey diyemedi Fakir.Haftaiçi doğum gününü kutlayacağını davete Fakir ve annesinin de gelmesini istediğini söyledi ve ısrarıyla kabul ettirdi de.
Emre’nin doğum gününe Fakir,elinde annesinin hediyesi yalnız gitti.Emre Fakir’i görünce boynuna sarılıp : "İşte arkadaşlar beni o köpeklerin elinden kurtarmaya çalışan yürekli insan bu" deyince Fakir utancından başını öne eğdi ve hiçkimsenin adını hafızasına almaksızın herkesle tanıştı.Yalnız bir tek kişi başından beri çaykarası gözleriyle Fakir’e rahat vermiyordu.Doğum günü herkes için iyi,Fakir için kötü geçmişti.Kİmdi o gözleriyle ona rahat vermeyen insan.Birkaç gün sonra Emre’den sordu. "O mu Ebru " dedi Emre. "Hukuk 3. sınıf öğrencisi en az senin kadar yürekli bir kız arkadaş.İstersen cuma günkü toplantıya gel orda daha yakından tanırsın."
O cumadan sonra her cuma Fakir toplantılara katılır oldu.Sevmişti bu kızı ama aralarında bir tamirhane bir de çok yüksek bir okul vardı.Bu iki yapı hiçbir zaman yanyana gelemediği gibi hiçbir zamanda yanyana gelemeyecekti.BU yürek burkan gerçeği bilmesine karşın tamirhaneyi okula yaklaştırmaya kalktı Fakir ama her seferinde Yüksekokul yüksekliğini göstermekten çekinmedi.Ve hiçbir zaman sevdiği bu kızı kendine yaklaştıramadı.Artık içinde eskidiği bu ortamın dilde proleter,dil de devrimci ve daha dilde birçok şey olduğunu geç de olsa öğrendi.Ama yine de kopamadı o çaykarası gözlerden,kara talihi gibi.
İlkin anneden oldu.Soğuk bir kış günü omzunda battaniyesi kapı önünde oğlunu endişeli beklerken tipinin insanı yorgun düşürüp gözkapaklarını kapamasına engel olamamış ve uyumuştu bir daha uyanmamacasına.Fakir annesinin son kez neler sayıkladığını bile bilmeden,döktüğü gözyaşlarıyla onu kefensiz kara gömmüştü.Sonra uzun bir süredir işini aksattığında dolayı işine de son verildi.CUma günkü toplantılara da işsiziliğinin utancıyla katılamaz oldu.BU zamanlarda onu teselli edecek dostlarını bekleyip durdu.Bu bekleyiş çok uzun sürdü.O kadar uzun ki Emre’yi diplomat Ebru’yu savcı yapmıştı.
Bunca yıl bir serseri gibi,bir deli gibi gezip durmuştu sokakları.Soğuk kış günleri de yaklaşıyordu.Annesinin ölümünden sonra kış günlerinden korkuyordu.Birşeyler yapıp içeri girmeliydi,en azından boğazımdan sıcak bir çorbe iner diye düşündü.BU halimle beni deli sanırlar,belki karakola bile sokmazlar,önce üst-baş alayım dedi.Yıllar sonra ilkkez bu düşündükleri için kendi kendine güldü.Vay be! dedi.İçeri girmek için böyle bir hazırlık yaptığımı söylesem kim inanır...Ha...Ha...Ha...
Akşam bir mağazanın bir taş atarak indirdi,kendi işini görücek olan bir pantlon,bir de gömlek alıp yarın yapılıcak olan mitingi bekledi.Birgün sonra mitingde en önde o durdu,en olmadık sloganı o attı ve en olmadık kişiye o saldırdı...
Gazeteler: "Cani,Katil,Terörist..." diye koca koca başlıklar attılar.Basit bir serseriyken,siyasi bir örgütün lideri konumuna getirildi.O ise ona kabul ettirilen hiçbirşeye karşı gelmedi.Her suçu kabul etti.Yeter ki bu kış dışarıda geçmesin diye düşündü.
İfadesi alınıp mahkemeye sevkedildi.Savcı Ebru ERTAŞ isimli odayı görünce dizleri titredi,yere yığıldı...Savcı sordu o sustu;savcı sordu o sustu.Bu gözler diye düşündü bu çaykarası gözler nasıl olur.Anayasanın her maddesine karşı olan bu kız nasıl oldu da savcı olmayı seçti,nasıl bu kadar değişti.Soğuk bir eli omzunda hissedince kendine gelirgibi oldu.Neler sorulup ne cevaplar bile verildiğini bile bilmeden ellerine kelepçe takılıp cezaevine gönderildi...
Yazdığı dilekçede iddianamesini istedi.Savcı idam olmasını talep ediyordu.Mahkeme Salonu’nda da kendini savunmayınca daha ilk duruşmada idamı oy birliğiyle onaylandı.Asılıcağı günü beklerken gazetede okuduğu bir haberle erkenden ölüp gitti: "Ülkemiz diplomatlarından Emre ÇUHAZ ile Savı Ebru ERTAŞ muhteşem bir düğünle dünyaevine girdiler..." Bu iki satırlık yazıyı bu içinde ruh bulunmayan can iki saat boyunca okudu.
Asılıcağı güne daha altı gün varken: "İddianamemden kesip ranzama bantladığım imza çaykarası gözlümün tek hatırasıdır bari ona karışmayın" diye bir notla kendini sıcak hücresinin soğuk ranzasına astı.
Gardiyanlar okudukları bu kısa nota bakıp öldükten sonra bile ona rahat vermeyeceklerini anımsatan sözlerle notu yırtıp attılar...