Sıcak Hücre Soğuk Ranza...
Ard arda inen yumruklardan,gözlerini kapatan kan damlaları yüzünden onu tanımayan birinin ona yardım ettiğini de görmedi.Üzerindeki dayağın hafifler gibi olduğunu fark etti ve o an gördü bu yabancı çocuğu.Kimdi? Niçin hiç tanımadığı biri kavga ediyordu? Hem niçin başına gelebileceğini bildiği halde yediği dayağı paylaşıyordu? Daha cevap bekleyen birçok soruyu soracaktı ama önce şu dayak faslı sona ermeliydi.Nihayet dayak atanlar yoruldular ve sona erdi bu klasik tablo.Bu kez de ayağa kalkacak gücü bulamadı dizlerinde.Dayak yemekten heryerikan-revan içinde kalan yabancı ayağa kalktı ve yerde duran arkadaşının yanına gitti.Kan içinde kalan ellerini uzattı.Birbirlerini dirseklerinden kavradılar,kanları birbirine karıştı ve o gün "kan kardeşi" oldular. -farkında olmasalar da- Allah Allah! Şimdi de sırtına almış nereye götürüyor beni diye düşünmeden edemedi.Yağ tenekelerinin çatı vazifesi gördüğü yıkık-dökük tuvalet kadar bir yere girdiler.Yabancı annesine seslenip kendilerine yardım etmesini istedi ve düştü...
Gözlerini açtığında annesini misafirlerinin başucunda görünce oldukça sevindi."Yiğit Anam" dedi.Anne sadece misafir ve oğlunun yüzündeki kanları eski,kirli bir bez parçasıyla silebilmişti.Oğlunun kendisini izlediğini görünce:
-Eh be oğul! Kavga etme ne yaranı saracak pansumanım,ne de ağrını dindirecek ilacım yok demedim mi?
Oğul güldü annesinin bu sözlerine:
-Hayatımızdaki haksızlıklara seyirci kalma diyen de sen değilmiydin be Ana.Hem senden pansuman,ilaç isteyen mi oldu.Bu feri sönmüş gözlerin,bu pamuk gibi yüreğin ne iş görüyor sanıyorsun.
Daha başka şeylerde söyleyecekken misafir genç mırıldanmaya onu dövenlerin yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını sayıklamaya başladı.Ana kendi oğluna dönüp:
-Uyu oğul. Dedi. "Sabah ola hayrola"
Misafir genç gözlerini açtığında bu kümesi andıran yeri hatırlamaya çalıştı.Yabancı,eve girdiğinde misafirini aval aval etrafı seyretmekle meşgul buldu.
-Ooo uyandın mı arkadaşım! Öyle gözlerini oynatmana falan gerek yok ev o kadar küçük ki göz sabit kaldığı halde heryeri görebilir.Bu arada adım Fakir,bu gördüğün sarayda anamla birlikte kalıyorum.
Neden sonra "saray" lafına ikisi de çok güldü.Misafir genç adının Emre olduğunu söyledikten sonra: "Annen nerde" diye bir de soru sordu Fakir’e.
"Kapıda çamaşır yıkıyor." Dedi. "Bizim çamaşırımızı değil tabi Yandan Sosyetik olanların." Emre "Yandan Sosyetik" lafını anlamayınca Fakir’e sordu. Fakir:
"Bunlar karınlarını doyuracak paradan hariç 3-5 kuruşu olup bu parayla sosyete insanlarına özenen onlar gibi konuşup onlar gibi davranmaya çalışan bir avuç ibne" dedi. "Ha sosyeteyi soracak olursan o da eski burjuvazinin şahı,bu bir avuç ibneninde piri" diye açıklama getirince Emre karşısındaki yabancının hiç de boş olmadığını görüp için için sevinmeye başladı.
-İşte bu söylediklerine çok sevindim Fakir.ÇÜnkü dün benimde kavga ettiğim senin bu burjuvazi diye tanımladığın insanların bekçi köpekliğini yapan bir gruptu.İdeolojimiz çatışıyor.Bizler sen ve senin gibiler için kavga ederken,onlar bize karşı savaşıyorlar.
Fakir susp konuyu değiştirmek istercesine:
"Sen ne iş yapıyorsun Emre?" "Öğrenciyim,Ankara Üniversitesi Siyasal Bİlgiler Fakültesi’nde okuyorum.Bahsettiğim bu karşıt görüş öğrencilerine dayak ata ata doğruyu öğreteceğim baktım anlamıyorlar yarın birgün bürokrat olup daha okkalı bir tokat savururum" deyince tekrar gülüşmeye başladılar.Fakir ise ilkokul 3 ten sonra okumamıştı.Günlerini tamirci kalfası olarak geçirip duruyordu bazen de öyküler şiirler yazardı.BU acı bu tatlı sohbetten sonra Ana eve girince konuda değişip kahvaltıya geldi.Hep beraber kahvaltı niyetine lokma lokma koparılıp salçada kızartılmış ekmek parçalarını yedikten sonra Ana-oğul Emre’yi kapıya kadar geçirdiler.Emre adres ve telefonunu Fakir’e verdikten sonra:
"Ara beni arkadaşım görüşelim,hem sen benim kan kardeşimsin artık ömür boyu yanında olacağım" deyip ayrıldı. "İyi çocuk" dedi Ana,Fakir’de katıldı annesinin bu sözlerine.
Aradan birkaç ay geçti.Emre,Fakir ve annesini ziyarete geldi.Fakir’e onu aramadığı için bolca sitem etti.Hak vermekten başka birşey diyemedi Fakir.Haftaiçi doğum gününü kutlayacağını davete Fakir ve annesinin de gelmesini istediğini söyledi ve ısrarıyla kabul ettirdi de.
Emre’nin doğum gününe Fakir,elinde annesinin hediyesi yalnız gitti.Emre Fakir’i görünce boynuna sarılıp : "İşte arkadaşlar beni o köpeklerin elinden kurtarmaya çalışan yürekli insan bu" deyince Fakir utancından başını öne eğdi ve hiçkimsenin adını hafızasına almaksızın herkesle tanıştı.Yalnız bir tek kişi başından beri çaykarası gözleriyle Fakir’e rahat vermiyordu.Doğum günü herkes için iyi,Fakir için kötü geçmişti.Kİmdi o gözleriyle ona rahat vermeyen insan.Birkaç gün sonra Emre’den sordu. "O mu Ebru " dedi Emre. "Hukuk 3. sınıf öğrencisi en az senin kadar yürekli bir kız arkadaş.İstersen cuma günkü toplantıya gel orda daha yakından tanırsın."
O cumadan sonra her cuma Fakir toplantılara katılır oldu.Sevmişti bu kızı ama aralarında bir tamirhane bir de çok yüksek bir okul vardı.Bu iki yapı hiçbir zaman yanyana gelemediği gibi hiçbir zamanda yanyana gelemeyecekti.BU yürek burkan gerçeği bilmesine karşın tamirhaneyi okula yaklaştırmaya kalktı Fakir ama her seferinde Yüksekokul yüksekliğini göstermekten çekinmedi.Ve hiçbir zaman sevdiği bu kızı kendine yaklaştıramadı.Artık içinde eskidiği bu ortamın dilde proleter,dil de devrimci ve daha dilde birçok şey olduğunu geç de olsa öğrendi.Ama yine de kopamadı o çaykarası gözlerden,kara talihi gibi.
İlkin anneden oldu.Soğuk bir kış günü omzunda battaniyesi kapı önünde oğlunu endişeli beklerken tipinin insanı yorgun düşürüp gözkapaklarını kapamasına engel olamamış ve uyumuştu bir daha uyanmamacasına.Fakir annesinin son kez neler sayıkladığını bile bilmeden,döktüğü gözyaşlarıyla onu kefensiz kara gömmüştü.Sonra uzun bir süredir işini aksattığında dolayı işine de son verildi.CUma günkü toplantılara da işsiziliğinin utancıyla katılamaz oldu.BU zamanlarda onu teselli edecek dostlarını bekleyip durdu.Bu bekleyiş çok uzun sürdü.O kadar uzun ki Emre’yi diplomat Ebru’yu savcı yapmıştı.
Bunca yıl bir serseri gibi,bir deli gibi gezip durmuştu sokakları.Soğuk kış günleri de yaklaşıyordu.Annesinin ölümünden sonra kış günlerinden korkuyordu.Birşeyler yapıp içeri girmeliydi,en azından boğazımdan sıcak bir çorbe iner diye düşündü.BU halimle beni deli sanırlar,belki karakola bile sokmazlar,önce üst-baş alayım dedi.Yıllar sonra ilkkez bu düşündükleri için kendi kendine güldü.Vay be! dedi.İçeri girmek için böyle bir hazırlık yaptığımı söylesem kim inanır...Ha...Ha...Ha...
Akşam bir mağazanın bir taş atarak indirdi,kendi işini görücek olan bir pantlon,bir de gömlek alıp yarın yapılıcak olan mitingi bekledi.Birgün sonra mitingde en önde o durdu,en olmadık sloganı o attı ve en olmadık kişiye o saldırdı...
Gazeteler: "Cani,Katil,Terörist..." diye koca koca başlıklar attılar.Basit bir serseriyken,siyasi bir örgütün lideri konumuna getirildi.O ise ona kabul ettirilen hiçbirşeye karşı gelmedi.Her suçu kabul etti.Yeter ki bu kış dışarıda geçmesin diye düşündü.
İfadesi alınıp mahkemeye sevkedildi.Savcı Ebru ERTAŞ isimli odayı görünce dizleri titredi,yere yığıldı...Savcı sordu o sustu;savcı sordu o sustu.Bu gözler diye düşündü bu çaykarası gözler nasıl olur.Anayasanın her maddesine karşı olan bu kız nasıl oldu da savcı olmayı seçti,nasıl bu kadar değişti.Soğuk bir eli omzunda hissedince kendine gelirgibi oldu.Neler sorulup ne cevaplar bile verildiğini bile bilmeden ellerine kelepçe takılıp cezaevine gönderildi...
Yazdığı dilekçede iddianamesini istedi.Savcı idam olmasını talep ediyordu.Mahkeme Salonu’nda da kendini savunmayınca daha ilk duruşmada idamı oy birliğiyle onaylandı.Asılıcağı günü beklerken gazetede okuduğu bir haberle erkenden ölüp gitti: "Ülkemiz diplomatlarından Emre ÇUHAZ ile Savı Ebru ERTAŞ muhteşem bir düğünle dünyaevine girdiler..." Bu iki satırlık yazıyı bu içinde ruh bulunmayan can iki saat boyunca okudu.
Asılıcağı güne daha altı gün varken: "İddianamemden kesip ranzama bantladığım imza çaykarası gözlümün tek hatırasıdır bari ona karışmayın" diye bir notla kendini sıcak hücresinin soğuk ranzasına astı.
Gardiyanlar okudukları bu kısa nota bakıp öldükten sonra bile ona rahat vermeyeceklerini anımsatan sözlerle notu yırtıp attılar...
YORUMLAR
yüreğine kalemine sağlık
YAZMAK SANA YAKIŞIYOR
BUDA BENDEN OLSUN
TARİHÇİ SÜLEYMAN
Gönül soframda var...Beklerim
Otuzbeş yaşlarında,saçı sakalı uzamış ve ağarmış,
sıska,zayıf birisiydi.Bizim köyün terkedilmiş,çatısı akan
suyu akmayan,elektiriği olmayan,yıkık harabe halindeki
bir binasında yaşıyordu.İlginç bir kişiliği,mükemmel bir
hafızası vardı.Bütün sayısal işlemleri,aklından hesap ma-
kinasından önce yapabiliyor,tarihte yaşanmış bütün önem-
li olayları,savaşları,depremleri,felaketleri günleri ile söyli-
yabiliyordu.Hatta ve hatta gelecekteki önemli günlerin,bay-
ramların hangi güne rastlıyacağını bile biliyordu.Köyün yaş-
lıları ona TARİHÇİ SÜLAYMAN adını takmışlardı.Gerçek-
tende o yaşayan canlı bir tarihti.O varken ansiklopedilere,
internete,hesap makinalarına gerek yoktu.Bizim köyün ca-
hil gençleri,çocukları ona daha bir acımasız davranmışlar
ve ona DELİ SÜLEYMAN adını takmışlardı...
Amma,
Bana göre SÜLAYMAN,üstün zekalı bir DAHİYDİ
Köyde birinci derecede yakınımız,akrabamız olmaması-
na,kalmamasına rağmen sırf onu görmek,onunla sohbet
edebilmek,onun erzağını,bir takım ihtiyaçlarını giderebilmek
için sık,sık köye gitmeye başlamıştım.
Zira,
TARİHÇİ SÜLEYMAN mükemmel bir şiir yorumcusuydu
ve bütün ünlü şairlerin şiirlerini ezbeer biliyordu.Hele,hele
büyük ÜSTAD,NECİP FAZIL IN SAKARYA şiirini onun yo-
rumuyla dinlemek,bana tanımı mümkün olamıyacak kadar
bir bir haz ve mutlulık veriyordu.SAKARYA şiirini onun yoru-
muyla kaç kere dinlediğimi unuttum bile....Beş,on,elli belki-
de yüz kere...
Şaşılacak şeydi...Benim otuz yılda yazdığım,defalarca
okuduğum halde bir tekini bile ezberliyemediğim,beş şiir
kitabında topladığım,kendisine hediye ettiğim kitaplarımdaki
tüm şiirlerimi TARİHÇİ SÜLAYMAN bir haftada ezberlemiş,
HARDDİSİKİNE almıştı bile.Onun yorumuyla insanın kendi
şiirini dinlemesi,mtluluk gurur verici bir olaydı.
Yaz yaklaşıyordu.Tatile çıkmadan önce hem TARİHÇİ
SÜLAYMAN IN ihtiyaçlarını gidermek,hemde onunla sohbet
etmek için,onun eşsiz yorumuyla kendi şiirlerimi dinlemek
için köye gitmiştim.Arabamı virane evin önünde park ettik-
ten sonra,bağajdaki poşetleri elime alıp tam kilitsiz kapıyı
aralıyacaktımki,BİR ÇOCUK
- AĞBİ DELİ SÜLAYMAN ÖLDÜ.HABERİN YOK MU?
dedi.İçim CIZZ ediverdi.Elimdeki poşetler yere düştü.
Hınzır çocuk bir ölüm haberi böylemi verilirdi.Sanki başımdan
aşağıya doğru kaynar sular dökülmüştü.Çocuğa hiç bir şey
söylemeden,emin olmak için evin kapısını araladım.
TARİHÇİ SÜLAYMAN gerçektende evde yoktu.Çocuğun
söyleiği doğru olmalıydı.Amma doğru olmaması için bildiğim
tüm duaları okumaya başlamıştım.Gözlerim yerdeki hasırın
üzerindeki benim son çıkardığım KARABORSA SEVGİ adlı
şiir kitabına takıldı.Garibim demekki en son benim şiirlerimi
okuyarak ölmüştü diye düşünüyordumki,kitabın yanındaki,
sayfaları yırtık,pırtık bir deftere gözüm ilişti.Defteri elime aldım.
Orta yerinde kurşun bir kalem duruyordu.Kalemde TARİHÇİ
SÜLAYMAN IN adeta ellerinin,yüreğinin sıcaklığını hissettim.
Bir hüzün çöktü üstüme.Ağlamamak için direniyordum...
TARİHÇİ SÜLEYMAN IN yazdıklarını okumaya başladım.
Aman ALLAHIM neydi bu güzellikler...ÖZLÜ VE GÜZEL SÖZ-
LER,HADİSLER...En son sayfadan başa doğru,
-KRAL OLUP PARAMI DİLENCİ GİBİ HARCAMAKTANSA,
DİLENCİ OLUP,PARAMI KRAL GİBİ HARCAMAYI TERCİH
EDERİM
-PARANI VER,GÖNLÜNÜ VER,CANINI VER AMA SIRRINI
VERME
-İŞİNİ BEĞEN,AŞINI BEĞEN,EŞİNİ BEĞEN AMA KENDİNİ
BEĞENME
-DAVET ET,HAYRET ET,İKRAM ET,AFFET AMA İHANET
ETME
-ZENGİNLİK MAL ÇOKLUĞUNDAN OLMAZ,HAKİKİ ZENGİN-
LİK,ANCAK GÖNÜL ZENGİNLİĞİDİR
-MAL CİMRİ,SİLAH KORKAK,KARAR DA ZAYIF KİŞİLERDE
OLURSA İŞLER BOZULUR,DOĞRU GİTMEZ
-GÜNÜN ADAMI DEĞİL,HAKİKATIN ADAMI OL
-BÜTÜN CİHANI ARAŞTIRDIM,İYİ HUYDAN DAHA İYİ BİR Lİ-
YAKAT GÖRMEDİM
-MIZRAK YARASI İYİLEŞİR,DİL YARASI İYİLEŞMEZ
-KUSURSUZ DOST ARAYAN,DOSTSUZ KALIR
-HAKSIZLIK ÖNÜNDE EĞİLMEYİNİZ,ÇÜNKÜ HAKKINIZLA
BERABER ŞEREFİNİZİDE KAYBEDERSİNİZ
-YALAN ÖYLE ZEHİRLİ BİR OKTURKİ,HEDEFİNİ DEĞİL ATA-
NI YAKALAR.
-EN YÜKSEĞE ERİŞMEK İSTERSENİZ,EN AŞAĞIDAN BAŞ-
LAYIN
-HATA ETMEK BİRŞEY DEĞİL,HATA ETTİĞİNİ UNUTMAK
KÖTÜLÜKTÜR
-HARAMDAM MAL YIĞMAK,BALON GİBİDİR.ŞİŞER,ŞİŞER
BİRDEN PATLAR
-KİTAP OKU,MESLEK OKU,DÜNYAYI OKU AMA LANET OKUMA
-YALAN BACALARI KARARAN İS GİBİ,İNSANLARIN İÇİNİDE
KARARTIR
-YENİLMESİ GEREKEN İLK DÜŞMAN NEFİSTİR
-GURUR,KİBİR ŞEYTANIN ARKADAŞIDIR
-MEZARLIKLAR VAZGEÇİLMEZ SANILAN ŞÖHRETLERLE,KAH
RAMANLARLA DOLU.SAKIN ŞÖHRETİNE GÜVENME
-EVLİLİK KUŞATILAN KENTE BENZER.İÇİNDEKİLER DIŞARI
ÇIKMAYA,DIŞINDAKİLER,ÇERİYE GİRMEYE ÇALIŞIRLAR
....
....
Ve....Daha neler,neler
TARİHÇİ SÜLAYMAN IN yazdıklarını okumaya doyamıyordum.
Elimdeki defterle eşikten dışarıya adımımı atmıştım ki,HASAN EMMİ
ile karşılaştım.Belliki birileri haber vermişti geldiğimi,
Hasan Emmi,
-GEÇ KALDIN EVLAT.TARİHÇİ SÜLEYMAN DA TARİH OLDU
dedi.
-EVET GEÇ KALDIM HASAN EMMİ.KOSKOCA BİR KÖY,BİR
GARİBANA BAKAMADI.YAZIKLAR OLSUN BU KÖYE.HİÇ Mİ SİZ-
LERDE ACIMA DUYGUSU YOK.HİÇ Mİ ÖLÜMLERDEN DERS AL-
MIYORSUNUZ,BİRGÜN ÖLECEĞİNİZİ DÜŞÜNMÜYORSUNUZ.ME-
MARK ETMEYİN BU KÖY SİZLEREDE KALMAZ...
Ağzıma geleni söylüyordum.Neler söylediğimi dahi bilmiyordum.
Belki bu yaşlı adamın kalbini,suçu olmadığı halde kırıyordum.HASAN
EMMİ,görmüş,geçimiş olgun birisi,söylediklerime ağzını açıpta tek
bir kelime dahi söylemedi,karşılık vermedi.Elleri ile sırtımı sıvazladı.
Belliki çok acı çektiğimi oda anlamıştı.Yaraya tuz basmak istemiyor
gibiydi.
O üzüntüyle,kızgınlıkla arabama nasıl bindiğimi,köyden nasıl ayrıl-
dığımı dahi bilmiyorum.TARİHÇİ SÜLAYMAN IN mezarına gitmek
bile aklıma gelmemişti.
YAŞ OTUZBEŞ YOLUN YARISI EDER demiş,merhum usta şair
CAHİT SITKI TARANCI...Daha yolun yarısında kara topraklarla bu-
luşmuştu dostum,DAHİ SÜLEYMAN...Bizim köylülerin deliliğe layık
gördüğü TARİHÇİ SÜLAYMAN IN yokluğuna alışmam hiçte kolay
olmayacak çok zor olacak gibi...
Sırf bizim köylülerin değil,TÜRKİYE NİN kımetini bilmediği bir
DEĞERİ,DAHİYİ kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum.
BAŞIN SAĞOLSUN TÜRKİYE...BAŞIN SAĞOLSUN