- 818 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kentleşmeyle Biten Bir Sevdanın Ayak İzleri
Bana alışırsın deme…
Sen giderken ardında çırılçıplak bir mevsim bıraktın. Ağaçlar bile çıkarmıştı üstlerine giydirdiğimiz adlarımızın baş harflerini… Kaldırımlarsa yağmurun bastırmasıyla en yakın mazgala dökmüştü ayak izlerimizi ve gidiyordu ayak izlerimiz hiç bilmediğimiz yollarda… Hatırlar mısın bir gecekondunun köşesinde bıyıkları yenice terlemiş delikanlıyı andıran o ağacı. Hani o ağaçtan cesaret bulup dudaklarım ilk defa kuraklığını yenmişti usulca yaslanıp dudaklarına. Şimdi o ağaç yok sevgili… Dediklerine göre, koskoca olup sırtını dayadığı evi kökleriyle yıkmış sonra birileri gelip ağacı kesmiş ve yerine apartman dikmiş. Yani anlayacağın köy soylu sevdamız unutmak için bizi kendini ha bire kentleşmeye vermiş…ve gece kondular sırtlarını dayayacak ağaç bulamayınca kendiliğinden zamanın geniş caddelerine bir bir yıkılıvermiş. Şimdi zaman, bir ağaçkakan edasıyla beynimi didiklerken sev’ leri nasıl ertelediğimiz düştü birden aklıma. Hep yarın, yarın olunca yine yarın sonra bir baktık gece kondular gibi yarınlara yıkılıverdik…
Ne olur bana unutursun deme…
Sen bana, ayrılıkları boynuna fular diye takmış bir mevsim bıraktın. Düşlerimin ayağı kayıp bir uçurumdan yuvarlandıktan sonra anladım. Geri gelmez biliyorum en kestirme yoldan yürüdük çünkü biz sevgiye, zamanımız yokmuş gibi… Şimdi düşünüyorum da zamanın geniş yollarında bile beceremedik yürümesini ve her buluşmamızda muhakkak düşürüyordu birimizi o zamanın ıslak ve kaygan rakamları. Oysa köyde her şeye zam gelirken, buluştuğumuz zamanlar uzaklaşıp zamdan(zam… an) biz farkında olmadan koparıyordu bizi ve geriye zam’ı gitmiş bir an kalıyordu. İşte sevgili biz o anı bile yaşayamadık doyasıya, sonunda da zam…an, yaşantımızda neyi var neyi yoksa toplayıp gözyaşlarımıza karışarak terk etti bizi. O yüzden hiç anlamı yok… günün yirmi dört saati çalışan bir işçi gibi zamanın yorgunluktan bitkin düşüp tenimde dinlenmesinin. İnan anlamı yok, zamanın gözyaşlarıyla gelip kapımda beklemesinin… geri getire bilir mi ki o ağacı, gecekonduyu…
Bana unut deme;
Nasıl unuturum ki kışın göbeğinde baharı yaşamak için gizlice bir seraya girip orda uyuyakaldığımızı sonra sera sahibinin gelip bizi uyandırdığını. Derken saatlerce sohbete dalıp burada uyandırdığı âşıkların ilk biz olmadığını, nasıl unuturum… Kendini tutamayıp deliler gibi güldüğünü. Zaten ilk o zaman görmüştüm gülüşlerinden çocukların koşturduğunu… Nerden bilebilirdim ki sonuncunun da o gülüşler olduğunu…ve o gün ilk defa zaman, yerinde duramayan çocuklar gibi çekiştirip duruyordu pantolonumdan, niye biliyor musun… çünkü durup bizi izliyordu akreple yelkovan…
Bana alışırsın deme…
Tenimden silinmeyen bir mevsimdi sonbahar. Bu gün tam kaç yıldı oldu bilmiyorum aslında biliyorum da bilmezliğe vuruyorum. İnan hiç önemi yok zamanın, gidişinin ardından koca bir mevsim bıraktın çünkü, bense o mevsimin giriş kapısına yüreğimi koyup içeriye kendimden başkasını almadım, alamazdım da zaten gülüşünden arta kalan çocuklar hâlâ tenimde gezinirken. O yüzden hiç anlamı yok, hınzır bir kuş gibi durmadan öten duvardaki saatin. Kentleşme yosun gibi sarmışken her yeri ve gölgelerinde sıra sıra araçlar park etmişken anlamı yok bugüne kadar bildiğim tüm kelimelerin. Şimdi daha iyi anladım, boynundaki mevsim renkli fuları, yanağımdaki dudak ıslaklığını niye alıp gittiğini, kentleşme sarmışken tenini daha kolay unuturum zannettin değil mi?
Bana unutursun deme…
Sen unuttun mu ki…
Yıllar sonra mazgaldan dökülen ayak izlerimiz bir sahil kenarında uzaktan da olsa birleşmişti ve güneş sırtını dönüp gidiyorken yanağından süzülen sonbaharı adımla anıp denize salıyordun. Bense tuttuğum balıkların niye hüzünlü olduğunu ilk o zaman anladım. Sonra koşup yanına gelmek istedim,gelemedim… Yıllardır nadasa bıraktığım dudaklarımı salacaktım dudaklarına, salamadım.
Apartmanlar üstüme üstüme gelirken, gece kondu yıkıntılarından kurtaramadığım yüreğimi nasıl getirip verirdim ayak izlerinde heybetle duran kentleşmeye. Hem bakışlarıma düşen ağaç gölgeleri soluk kalıyordu bakışlarındaki apartman gölgelerinden…
Ne olur bana alışırsın deme.
Sen bana yaprakları dökülmüş köy soylu bir mevsim bıraktın ve büyüdükçe apartman gölgeleri sen hep yüreğimin arka bahçesinde gece kondu çatılarında gezinen kedilere taş atarken kalacaksın.
25.11.2005 / 04:26 / Burdur Akın Dursun
YORUMLAR
Bana unut deme;
Nasıl unuturum ki kışın göbeğinde baharı yaşamak için gizlice bir seraya girip orda uyuyakaldığımızı sonra sera sahibinin gelip bizi uyandırdığını. Derken saatlerce sohbete dalıp burada uyandırdığı âşıkların ilk biz olmadığını, nasıl unuturum… Kendini tutamayıp deliler gibi güldüğünü. Zaten ilk o zaman görmüştüm gülüşlerinden çocukların koşturduğunu… Nerden bilebilirdim ki sonuncunun da o gülüşler olduğunu…ve o gün ilk defa zaman, yerinde duramayan çocuklar gibi çekiştirip duruyordu pantolonumdan, niye biliyor musun… çünkü durup bizi izliyordu akreple yelkovan…
Harika bir uslup
kutlarım yürekten
sevgi ve hürmetle