SERÇE AVLAMAK
Bir söğüt ağacının altında çocuklar toplanmış, meraklı gözlerle yerdeki bir şeye bakıyorlardı. İçlerinden biri sevinçle ve telaşla:
-Başını kopar, başını kopar Cengiz.
Cengiz, hemen kuşun başını eliyle koparıp yere attı. Sonra:
-Koparmasaydım mundar olurdu kuş dedi. O zaman yenmez,diye ilave etti sonra.
Oturup kuşun tüylerini yoldu Cengiz. Bu serçeydi, tüysüz küçük vücudu daha da küçük kalmıştı. Ayaklarını da kopardı. Diğer çocuklar çalı çırpı toplayıp küçük bir ateş yaktılar. Alevler yükselirken çocuklar da daldılar gittiler. Her biri başka bir dünyada gezindi durdu. Kimi çocuk da alevlerin girdiği şekillere çeşitli anlamlar verdiler.Ateş sönmeye yüz tutup közler oluşmaya başlayınca Küçük serçeyi Cengiz közlerin üstüne atıverdi. Közlerden cosss diye bir ses çıktı. Ve ince bir duman yayıldı. Sonra da etrafa ince taze bir et kokusu yayıldı.Cengiz eline bir çöp aldı ve serçenin kızaran tarafı üste gelecek şekilde kuşu çevirdi ve yine coss sesi duyuldu. Çocuklar yutkunmaya başlamıştı bile. Olmadı mı daha der gibi Cengiz’in gözlerine bakıyorlardı. Neyse ki sonunda çocuklar kızarmış kuşları bir çırpıda yediler. Hemen yakındaki pınara gidip ellerine birer avuç toprak alıp suya batırarak çamurlu suyla ellerini yıkadılar. Yine her biri kana kana buz gibi sudan içtiler. Keyifleri yerine gelmişti. Güle oynaya harmana koştular. Akşamlara kadar koşup oynadılar.
...
Herkes evine gitti. Cengiz de eve gitti. Sofaya girdiğinde sofra kurulmuş ve herkes sininin etrafında oturuyordu. Kokusu her yanı almış olan yarpuzlu tarhana çorbasına kaşıklarını daldırıp keyifle karınlarını doyuruyorlardı. Cengiz de hemen en büyük ablasının yanındaki boşluğa oturuverdi. Kaşığı aldığı gibi çorbaya daldırdı ve hızla içmeye başladı. Karnını doyurdu. Sonra üzerinde minder döşeli ve duvara renkli hasır yastıkların döşeli olduğu sedire çıktı ve oturdu. Annesi sofrayı kaldırdı. Büyük ablası da bulaşıkları yıkadı ve geldi. Mustafa’nın yanına çıktı oturdu. Altı kardeştiler. İki ağabeyi ondan çok büyüktüler. Kendinden küçük bir kız kardeşi ve iki ablası vardı. Cengiz ablasının dizine yattı ve biraz sonra gözleri kapandı. Ablası onu kucağına aldı ve yatağına götürüp yatırdı. Üstünü de ince bir battaniye ile örttü. Odadan çıktı. Kapıyı yavaşça kapattı.
….
-Anne anne, dedi Cengiz uykusunda.
-Anneee, diye bağırdı çocuk. Annesi telaşla girdi odaya. baktı, çocuk uyuyordu.Sayıklıyor dedi kendi kendine.Eğildi yüzüne baktın çocuğun.Çocuğun yüzünde korku ifadesi vardı ve dudakları hiç durmadan kımıldıyordu ve aralıksız anlaşılır anlaşılmaz sözler çıkarıyordu. Kayan battaniyeyi çocuğun üstüne çekti. Elini alnına dokundurdu hafifçe. Terini sildi. Ama, çocuk uyanmadı. Uyandırsa olmazdı. Sayıklayan çocuk uyandırılmaz diye düşündü. Nerden kalmıştı bu aklında. Çıkaramadı.Çocuk sakinleşti. O da odadan çıktı.
....
Kocaman bir kuş, serçe, Cengiz koşuyordu can havliyle, o da peşinden geliyordu. Kuş kah uçuyor, kah koşarak dev adımlarla Cengiz’i kovalıyordu.Bir yandan da anne anne diye bağıyordu. Dev serçe onunda yetişti çocuğa,koskacaman kanadıyla çocuğun omzuna şiddetle çarptı. Çocuk bir çığlı attı ve yere yuvarlandı, kokuyla hemen ayağa kalktı ve koşmaya çalıştı ama koşamadı. Sadece yanlara yalpaladı ve öne doğru şiddetle eğildi doğruldu. Kuş bu sefer dev gagasıyla çocuğu elbisesinden yakaladı ve havaya uçtu. Çocuk çırpınıyordu ya, boşuna… Kuşun gagası sımsıkı tutmuştu. Kuş, epey bir yüksekte tutuyordu çocuğu. Birden gagasını açıverdi. Cengiz hızla aşağıya düşmeye başladı çığlık çığlığa. Düşerken de sen beni öldürdün, boynumu kopardın diyen bir ses duydu sanki. Ses kuştan geliyordu. Tam yere çakılacak...
Uyandı Cengiz, terlemişti. Battaniye üstünden kaymış ve yere düşmüştü. Yastığı ıslanmıştı ve yatak sırılsıklamdı ve sıcaktı.Cengiz yatakta oturur durumdayken annesi geldi yanına. Korkma oğlum,ne oldu dedi , ben yanındayım.Çocuğa biraz güven geldi.Annesine düşünü anlattı. Anlatırken gözleri büyüyordu ve annesine iyice sokuluyordu.Bu düş, korkma dedi. Hiç adam düşten korkar mı diye cesaret verdi. Sonra yatağın çarşafını, battaniyeyi değiştirdi ve mavi çiçekli ince sarı bir yazlık yorgan örttü üstüne.
-Yat yavrum. Korkma.. dedi
Cengiz, uyudu. Ama, düş görmedi. Sık sık uyandı ama çabucak uyudu. Son olarak uyandığında güneş epey yükselmişti. Kalktı. Kırmızı tişörtünü ve siyah kadife pantolonunu giydi. Tuvalete gitti geldi, ibrikle yüzünü yıkadı. Kahvaltıda gözleme vardı.Cengiz en çok peynirli severdi ve iştahla yaptı kahvaltısını. Son çayını bitirdi.
-Cengiz, cengiz! Bu ses Mıstık’ın sesiydi.Cengiz balkona çıktı ve MıstıK’ın yanında diğer çocukları da gördü.
-Şimdi geliyorum, dedi Cengiz.Merdivenlerden indi ve sakin sakin yürüdü, arkadaşlarının yanına vardı.Biraz kısa boylu, çiroz gibi zayıf olan diğer arkadaşı, Süleyman:
-Bugün, kuş avlayalım, bak sapanımı da aldım. Hem de serçe değil, daha büyük kuş avlayalım da karnımızı bi güzel doyuralım. Çocuklar sevindiler bu sözlere. Yalnız, Cengiz, biraz durgundu. Parlak canlı yüzü solgun gibiydi.Mavi gözlerinde, belli bellisiz bir korku vardı. Birden:
-Yok, ben avlamam, dedi. Çocuklar, şaşkın O`na baktılar. Ben kuş eti sevmiyorum artık. Oysa, kuş avlamayı en o severdi. Közde kızaran kuşları hemen yutuverirdi. Kolayda doymaz bazen arkadaşlarının paylarından bile yerdi.
Mıstık, küsmüş bir gibi:
-Hadii, Cengiz sen de oyunbozanlık yapma. Bak hava ne güzel. Karnım da bi aç ki. Dedi. Ama, Cengiz benzi biraz daha sararmış halde koşarak eve girdi.
...
-Sen beni öldürdün. Sapanla vurdun, taş göğsümü ezdi, ağladım, ağladım. Sen dinlemedin, beni. Yalvardım. Yavrularım, aç kaldı. Yolumu gözlediler ağızlarını açarak. Sesleri kulağımda çınladı günlerce. Ben yanlarına gidemedim. Onlar ağladıkça ben de ağladım.Yavrularım açlıktan öldü. Dev serçenin gözünden yaş geliyordu. Boynunu hafif bükmüştü.Sonra birden öfkelendi. Gözlerinden sanki alev saçılıyordu.Cengiz’i tişörtünden yakaladığı gibi havaya kaldırdı ve havalandı. Birden gagasını açtı ve çocuk çığlık çığlığa yere doğru hızla yol aldı. Tam, yere varmak üzereydi ki, serçe geldi, çocuğu gagasıyla elbisesinden yakaladı. Hop yere yavaşça yumuşak bıraktı.Çocuğun vücudu zangır zangır titriyordu. Gözünden seller boşanıyordu. Beni öldürme diye yalvarıyordu. Serçe konuşmaya başladı:
-Cengiz, seni öldürsem, annen ne kadar üzülür, ağlar. Ama sen, bana acımadın. Sapanla attın taşı ve boynumu kopardın. Bacaklarımı kırıp attın. Ben sana ne yapmıştım. Yavrularım sana ne yapmıştı. İnsanlar serçeleri öldürür ama, kuşlar, hele serçeler insan öldüremez. Çok canları yansa da öldüremez. Bana söz ver. Kuşları sapanla avlamayacaksın.Onları öldürmeyeceksin.Söz ver bana.
-Vallahi, öldürmem. Öldürmeyeceğim. Öldürürsem, beni aşağıya at. Öldürmem.Yavruları vardır. Ölmesinler yazık.dedi . Çocuk tir tir titriyordu ya, rahatlamıştı da. Serçe, birden üzerinde bir şeyler varmış da onu atmak istermiş gibi silkindi biraz küçüldü,bir daha silkindi biraz daha küçüldü bir daha derken Küçük bir serçe oldu. Cik cik cik diye öterek uçtu ve tekrar dönerek Cengiz’in omzuna kondu. Kanadıyla omzunu sıvazladı ve sonra uçtu ve gökyüzünde kayboldu.
Cengiz, içinde tanımlamaz bir mutlulukla uyandı.Güneş epey yükselmişti. Hemen üstünü giydi. Dışarı çıktı. Yüzünü yıkadı.Herkes kahvaltısını çoktan yapmıştı ve tarlaya gitmişti. Mutfağa gitti. Ocağın üstünde tencere vardı. Kapağını açtı ve baktı. Tarhana çorbası vardı. Raftan beyaz renkli bir kase aldı ve doldurdu. Yer oturdu ve kaşıklamaya ve bir yandan da yufkadan parça koparıp yemeye başladı. Karnını iyice doyurdu.kendi kendine söz verdi. Artık, hiç kuş avlamayacaktı.çünkü, onların yavruları da vardı ve açlıktan ölürlerdi. Hem arkadaşlarına düşünü anlatacaktı ve arkadaşlarından kim kuş avlarsa, onunla küsecek, konuşmayacaktı.Onlara, düşünü anlattı.Sapanını arkadaşlarının gözü önünde kırdı ve dereye attı. Bir daha da kuş avlamadı.