ÖNCE SIRADAN BİR GÜNDÜ...
Sıradan bir gündü… Her zamanki gibi… Havada keyif vardı ama, bende yoktu… Ayaklarımı sürüye sürüye geldim servis aracını beklediğim yere… Kendimi öyle yorgun, öyle yorgun hissediyordum ki… Dokunan olmasa günlerce uyuyabilirim diye düşündüm… Havalardandı herhalde… Bir bakıyorsunuz soğuk, bir bakıyorsunuz günlük güneşlik… İster istemez insanın nevri dönüyor… Sabahları, baharlık mı giyineyim, kışlık mı diye kara kara düşünüyorum elbise dolabının önünde… Eee İzmir’in havası bu şakaya gelmez. Sonunda hasta olup yataklara düşmek de var… Bu nedenle montumu bırakamıyorum bir türlü… Bendeki yorgunluk, sıkıntı biraz da işlerimin sıkışıklığından… Evdi, çocuktu, işti, alış-verişti bir koşuşturmacadır gidiyor… Hele de şu trafik yok mu?... İnsanı canından bezdiriyor…
“Gel bugün vapurla git!” dedi içimden bir ses… İkiletmedim… Hemen… İskelenin önündeki kulübeden gazetemi alıp, bindim 8.45 vapuruna…
Kalabalığın arasından sıyrılıp, cam kenarında bir yer kaptım kendime… Gazeteye göz gezdirdim öncelikle… Ama nafile!... İç sıkıntım ve vapurdaki gürültü, okuduğumu anlamama fırsat vermiyordu… birden, camın dışında, bir elin ara ara inip kalktığını fark ettim… Hani yerden bir şeyler alıp olanca gücümüzle fırlatırız ya… İşte öyle yüreklice inip kalkıyordu gördüğüm el…
Cama yüzümü yapıştırdım iyice… Elin sahibini ve ne yaptığını iyiden iyiye merak etmiştim çünkü… Bir türlü göremedim yüzünü… Ama bir poşetten ekmek parçaları çıkarıp, denize attığını görebildim…
Üşüşüverdi martılar bir anda… bir değil, iki değil, üç değil, onlarca martı sarmıştı vapurun etrafını… tam bir cümbüş… Tam bir şenlik… İnanmayacaksınız sevgili dostlar bir martı denizinin içinde ilerliyorduk sanki… Hızla denize pike yapıp, ekmek parçasını kapan martı, zafer kazanmış bir komutan edasıyla yükseliyordu göğe doğru… Yavru martılar bile vardı aralarında… Gri ve beyazın vals yapan resmiydi gördüğüm manzara… Bitmesin istemedim…
Pasaport iskelesine dek izlediler vapuru hiç vaz geçmeden… Ve hiç vaz geçmeden dost bir el onlara ekmek attı…
İçimdeki sıkıntının, bedenimdeki yorgunluğun uçup gittiğini fark ettim; her bir martının kanadıyla…
Vapur iskelye yaklaşırken, hızla fırladım yerimden. Bana bu sevinci yaşatan elin sahibini görmek istiyordum…
60-65 yaşlarında tonton bir ihtiyardı… başında kasketi, sırtında montu, ayağında kot pantolonuyla bir delikanlıydı aslında… Yüreği genç bir delikanlı… bir eli cebinde, bir eli boşalan ekmek poşetini kavramış bir halde, basamak tahtasını beklemeden atladı vapurdan iskeleye… Bir de bir türkü tutturmuştu ıslıkla…
Ben de atladım ve yürüdüm ıslık çal çala…
Önce sıradan bir gündü,
Şimdiyse günlerin en keyiflisi!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.