YENİ ZAMANLAR
MERHABA
“Proletarya devrimleri, 19. Yüzyıldakiler gibi, kendi kendilerini durmadan eleştirirler; gidişlerini sık sık durdurarak tamamlanmamış olan bir konuya yeniden el atarlar; tereddütleri, güçsüzlükleri ve ilk teşebbüslerinin basitliğini amansızca alaya alırlar, ta ki; geriye dönüşü olanaksız kılacak bir durumu yaratmış olsun. O zaman bütün koşullar haykırırı. Haydi, Halep orada ise, arşın burada”(1)
“Hic Rhodus, hic Salta
haydi atla
gül burada, burada raksetmelisin” Eosope
Osmanlıdaki komitalardan birinin adı şair Rigas’ın da kurucuları arasında bulunduğu Sinomasia adlı komitadır. Komita özellikle 17.yüzyıl Arnavut ve Rum halkları arasındaki kurulmuş olan akrabalık, komşuluk ve dostluk geleneklerinden ilham almıştır diyebiliriz. Bu bir bakıma Anadolu’daki kan kardeşliğinin de biz benzeri olan hissi akrabalıktır. Bu hissi akrabalık Beşa (Arnavut geleneğinde and içmek)’laşmak ile doruğuna ulaşır. Beşalaşmak genellikle Beşa’ların köy veya kasabanın orta yerinde olabildiğince yüksek sesle “hayatın hayatım, Canın Canımdır!” haykırışıyla tüm topluma ilan edilir. Rigas’ında içinde bulunduğu Sinomesia ve benzeri örgütler Osmanlı egemenlik yapısına karşı ulusal dozda bir savaş ve direniş örgütleyebilmek için yola koyulurlar. Tarihsel çıkarları o günler için uyuşan Avusturya Fransız ve Osmanlı üçgeninde yenilirler ve Osmanlı’ya iade edilirler. Şair Rigas ve yoldaşlarının sonu boğdurulmak suretiyle acı bir ölüm olur. Ki tarih Osmanlı ülkesini ve diğer Fransız, Avusturya, Rus, Alman ülkelerini uluslaşma süreci içerisindeki dalgalanmalarla darmadağın etmiş. Rigas ve yoldaşlarının ruhu efsanedeki kuş gibi kendi küllerinden yeniden doğmuştur. Bu isyan ateşi Spartaküs’ün özgürlük ateşidir. Görev sırası Anadolu’nun proleter Devrimcilerindedir. Bizi ulusal olmayan sınıfsal bir savaş bekliyor. Bu onurlu göreve talip olanlar var, aynı zamanda talip olmayı reddedenler de. Bu ayrışmayı yaparken mekanik açıdan yaklaşmak Marksizm’in iyi bir öğrencisi olmaya çalışan birisi için hiçleşmek olur. Bundan önceki olaylı metinde bazı noktaları aştığımızı iddia etsek de mevcut konjonktürün her türlü baskısından tam anlamıyla sıyrılamadığımızı iddia etmiştim. Zaman bunu kısmen onayladı. Bu baskıyı ne kadar azaltabilirsek ufkumuz da o kadar geniş olacaktır.(2)
Yeniden ve bir kez daha iddia ediyorum. Bugün ne kadar çok marjinal olsak da, yeni bir sıçramanın, YENİ ZAMANLAR’ın politik sınıf savaşımının potansiyel enerjisini bağrımızda taşıma misyonu her an yeniden ve yeniden örgütleniyor.
“Halkın görenekleri alışkanlıklara dayanır; halk neye alışmışsa, onu akla uygun, haklı ve yararlı görür. Ve bir yüzyıl daha önce yeni bularak aynı derecede şiddetle karşı çıktığı şeyleri bir yüzyıl sonra şiddetle savunur.” (Belinski, Rus Düşünce Tarihi)
Yukarıdaki alıntıda “halk” kelimesi yerine “insan, kişi, vb.” koyarak yeniden okumak yol açıcı oluyor. Tüm toplumsal ilişkilerimizden soyutlandığımızı hayal ettiğimizde çok daha rahat anlayacaksındır. Kısaca değinmem gerekirse bir dönem hakkımda ilerici görüşleri savunduğun doğruydu, ama bu o dönemin özgünlüğü bittiği noktada gericileşmenin de sebebidir. Değişmeyen tek şeydi değişim. Bu yanı sen ve benim ilişkimi tarif ede dursun. Toplumsal bir ilişkide sınayalım: Sıradan olmayan en azından “devrimci demokrat” olan arkadaş senin yanında ifade etti, “orası Çin, Rusya ve onlar Türkiyeli insanlara benzemezler...” işte gericileşme (inançsızlık) tam da burada ortaya çıkıyor. Göreve talip olmak hakkını vermektir. Ki sen de “Hiçbir şey yapmadım diyorsun; bir şeyler yaptığımı iddia etmek, yapmamaktan kötüdür.” O halde hakkını nasıl vereceğiz. Nasıl olmaması için birkaç şey kafamda biçimlendi. Tüm eksiği ile paylaşmak isterim. Kantinlerde entelektüel gevezelikler etmekle devrimcilik yaptığını, hatta hiçbir şekilde kapitalist bir savaşımla bütünleşmemiş hatta daha özelinde yapılan kantin savaşımını bile içselleştirememiş bir yürüyüşün talibi insanlar bunu söyleyeceklerdir. Liberal solcu olan bu insanlardan ne kadar kopulursa, o kadar çok marjinal olacağımız kesindir. RSDİP başlangıçta tam da bu noktadadır. Onlar bir yandan ideolojik savaşım verirken örgütlü bir yürüyüşü de düzenlemekteydiler. İğneyle kazarak yapmaya çalıştığımız da tıpkısı olmasa da benzeridir. RSDİP’ in o dönemiyle ilgili olarak N.K.Krupskaya’ya başvurmak istiyorum:
“O sıralarda etkin Marksistler (Narodnizm’den sıyrılanlar -m.d-) başlangıçta zayıf da olsa bir örgüt oluşturdular. Kendilerine Alman İşçi partisi gibi Sosyal Demokratlar dediler.” (3 )
1917 Ekim devrimine akan süreç böylesine az sayıda, böylesine zor koşullarda kendine kanal aramış ve açmıştır. Görev vardır ve talip olma zamanıdır. Onlar talip olmasını bildiler. Ancak asla Rus çarı Petro gibi kişilere olduğundan farklı misyonlar biçmemek gerekir. Çünkü bu gelişmeyi engeller.
“Kalbinin özlemiyle hiçbir zaman yetinmedin
Ama amavatanını bir kadın gibi sevdin
Arzularını, emeklerini ve sanatını
Oma verdin, kabesinin çevresinde topladın
Tüm saf ve dürüst hisleri yeni bir yaşama
Neşe, sevgi ve bağımsızlık kutsaldır,
Vatan keder ve çekişmeyle dolu dedin.
Ancak ölüm saatinin çalması için çok erken
Daha fazla engellenemeyecek o ışığını o soylu aklı
Böylesi eşitsiz iktidarın kelimeleriyle konuşan
İnsanlığı kurtarmaya çabalayan kalbindir.” (4)
Aradan 1990’dan beri dört yıla yakın bir zaman geçti. İnsanların hayatında tesadüflerin rolü oldukça önemli olabiliyor. Karşılıklı etkileme ve etkileşmeler hayatın daha sonraki dönemlerinin temellerini atabiliyor. Meşhur bir Anadolu deyişi “boynuz kulağı geçti” der. Bu etkileşimdeki süreç tam da buna benzer bir sürece denk düştü benim için. Seninle tanıştıktan sonra bugün açıkça senden etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Bana geniş bir ufuk açtın. Bugün ben bu ufku yaşamaya gayret ediyorum. Ki benden etkilenen insanlar beni aştıkça seviniyorum.
Her gelişme kendisinden önceki birikimin üzerine oturuyor. Ve o birikimin bağrında oluşuyor. Sınıflı toplumların İlkel komünal toplumdan yabancılaşarak birbiri ardına yeni toplumsal örgütlenme biçimlerini üretirken proletaryanın her toplum biçiminde kendisini daha da bileyerek gelişmesi gibi.
Yukarıdakilerden sonra anlatmak istediğim (kavratmak da istemiş olduğum) bana karşı telaşlanman değil sevinç duyman daha sağlıklı bir bakış olmalı idi. En azından bir momentten sonra. Fakat telaşın, içinde bulunmak zorunda olduğun toplumsal ilişkilerin basıncı tarafından belirlendiği içindir ki gericileşiyor, dilim demeye varmıyor ama yinede diyeceğim bir bakıma onursuzlaşıyorsun. Tek kelimeyle yazık. Tam da burada Karl Marks’a kulak verelim:
“Dünyanın yaratılışı, en büyük darbeyi jeogeniden aldı –Yani dünyanın bundan sonraki gelişmesini bir süreç bir kendini doğurma süreci olarak gösteren bilimden. Yaratılma teorisinin tek pratik yadsıması, Generatio aequivoca’dır (kendiliğinden üreme, kendi kendini oluşturma –ç-)”dır.(5)
Bir kez daha beni affedeceğini umarak ukalalığa sığınarak sana bir öneride bulunacağım. Tabancadan çıkan bir mermi çekirdeğini durdurmak imkansızdır. Belki, ancak imkan dahilindedir de pekala. Eğer o mermiden daha hızlı hareket edilebilirse. Kısaca benim yürüyüşümü durdurabilmen için benden çok daha hızlı olman yani kulağı geçen boynuzu geçen kulak olman gerekiyor. Belki de efsanedeki gibi boynuzu kesersin kim bilir. Gerçi buna talip değilsin Tam da bu durumun aşağıda yazılanlardan ne kadar farklıdır.
“Alexander, üniversitede doğal bilimler okumak için Petersburg’a gitti. Orada Anna’dan bile gizleyerek devrimci çalışmalara katıldı. Ve yaz tatillerinde eve geldiğinde de bununla ilgili olarak hiç kimseye bir şey söylemedi.
...
Evindeki son yaz boyunca Aleksander, İlyich’le konuşmaktan kaçınıyordu. İlyich, solucanlar üzerine taziyle uğraşan – şafakta kalkıyor, saatlerce solucanları gözlüyor, mikroskopla ilgileniyor ve deneyler yapıyordu- ağabeyini gözlemliyor ve şöyle düşünüyordu. ‘Hiçbir zaman devrimci olamayacak’ hatasını çok geçmeden farkedecekti. Ağabeyinin trajik sonu onun üzerinde büyük bir etki bırakmıştı.
...
Alexander 8 Mayıs (1887-m.d-)’de idam edildi. Haberi duyduğunda İlyich şöyle demişti ‘Hayır biz aynı yolu izlemeyeceğiz. Başka bir yol izlemek gerekiyor’.”(6)
Senin praksisinden izleyebildiğim kadarıyla ki sürecin. (Yemek boykotu, dernek çalışması, Gözaltı vd.) Lenin’in düşüncelerinde açığa çıkanın bir benzerini bana da öğretmiştir. Başka bir yol arayışı, işte tam da burada Bolşevizm başlıyor. Nerodnizmden Bolşevizme akıştır bu süreç. Ve biz de bunun aranışı içerisinde savaşıyoruz. Anadolu devrimcilerinin sorması gereken sorusu, Rus entelijansı’nın (aydın takımı –md-) özellikle Katerina’dan beri kendilerine sordukları sorunun cevabını aramaktır. Tekrarlamak gerekirse kendilerine sordukları soru şudur:
“Rusların kendilerine sordukları soruların tümü ulusal (aynı zamanda uluslar arası –md-) kimlikleriyle ilgiliydi; ‘Nereden geliyoruz nereye gidiyoruz?’, ‘İnsanlığa yapabileceğimiz katkı nedir?’ ‘Bize verilen görevi yerine getirebilmek için neler yapabiliriz?’ Bu sorulara yanıt bulmaya çalışırken, düşünen Ruslar, kendi durumlarına daha ileri ülkelerin perspektifinden bakmak ve bu ülkelerin kuramsal kavrayış yönetmelerini kullanmak gibi bir olanağa kavuşturan ‘geri kalmışlığın ayrıcalığı’ denilen özel bir ayrıcalıktan yararlanmış oldular” (7)
Kısa bir nefes aldıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim.
“... Dolayısıyla, bu düşüncelerin alınıp benimsenmesini izlemek, yalnızca akademik bir ilgi sorunu olmayıp, Rus düşüncesinin içinde biçimlendiği ve hızla gelişmesini sağlayan düşünsel ortamın çıkartılması çabasının da önemli bir bölümünü oluşturur.” (8)
Öğrenmemiz ve bunun çabasını Anadolu’da yaratmamız, kendi coğrafyamızın gelişimini kavramamız için öğretici bir soyutlamayı önümüz koyuyor yazar. Bu yazılanları özümsemek 72 yıl sonra bugün gelinen noktada pratik hataları olan Sovyet sisteminin derinlerinde yer alan diğer bir sivri ucunu tanımamıza olanak tanımıyor mu. Rus insanı daima uçlarda yaşamasını bilmiştir. Ufak bir örnek Dostoyevsky’dir. Bu sorun hemencecik üzerinden atlanabilir türden değildir.
Daha düne kadar Reel olarak karşıtları için bile dayanak noktası olan Sovyet iktidarı artık fiili olarak yok. Bugün proletaryanın devrimci bir diktatörlüğü Hz. Süleyman’ın kullarını yolladığı neresi olduğu bilinmeyen Ofir ülkesi gibidir. Ama bu ülkeyi bulmak bugünden başlayarak sınıf savaşımının sert yöntemleriyle yakınlaştırılacaktır. Başka bir yolu ‘80 öncesinin devrimci pratik deneyimini, proletarya teorisiyle yoğurarak ona ruh (Bolşevizm) katarak yaratılacaktır. Biz bir yerde “devleti kurtarmak için örgütlenmeden, yıkmak için örgütlenmeye kolay gelinmedi”ğini söylemiştir. Yıkmak, iktidar mücadelesi için ciddi çalışmayla olanaklıdır.
“Nous commençons et il finissent / Biz başlıyoruz, onlar bitiriyor” (D.Fonvizin, Rus Düşünce Tarihi)
Bağrında yarattığın ruşeym (oluşum) halindeki düşünce hiç de bugünkü praksise denk düşmeye bilirdi. Kendimce cevabım: Birincisi kendi kişilik yapım olabileceği gibi ki ben bunu kabul etmiyorum an azından fazlasıyla etkin olduğunu kabul etmiyorum. İkincisi geçmiş hayatımdan onurlu bir kopuş, onurlu bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Tıpkı:
“Bu ülkede daha önce yaşamaya başlamışlarsa, bizim de elimizde yaşamımızı başlatırken, hiç değilse istediğimiz herhangi bir biçimi seçme olanağımız ve ülkemizde kök salmış uygun olmayan ve kötü davranışlardan kaçınmaya hakkımız var. Nous commençons et il finissent. (Biz başlıyoruz, onlar bitiriyor)” (D.Fonvizin) (9)
Elbette birilerinin bitirmiş olduğu bir şeyler için savaşmak olmaz. Ama yinede biz başlamak, bir yerlerden başlamak zorundayız.
“Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde ağır ağır kapkara öc alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gelecek yüzyılların ürünleri için boy atıyordu.” (10)
Bir defa daha Kropokin’in Etika’da ifade ettiği gibi çiçeğin çiçekleyeceğine bunun çiçek için ölüm bile olmasının bir şeyi değiştirmeyeceğine olan inancımı yineliyorum. Burada Hasan Hüseyin Korkmazgil’den bir şiir aktarmak istiyorum. İlk okuduğum zaman ürperten birşeyler buldum. Bu ürpertiyi dostluğuna sığınarak seninle paylaşmak istedim. Şiire geçmeden önce H.H.Korkmazgil ile ilgili birkaç noktaya değineceğim. Şair, devrimci-demokrattır. Devleti eleştiriyor ama bulduğu çözüm mevcut istemi aşmaya yetmiyor. Benzerleri gibi Kemalizm’in solunda kalıyor, Kemalizm’i aşamıyor. Tüm bunlarla genel anlamda tam bir sol liberalist çizgidedir. Ancak ne var ki tüm bu bitelemeler onun dar anlamda yada bunun biraz ötesinde sanatsal anlamdaki önemini geri plana atmıyor. Karl Marks için Hegel okumaları, dahası Hegel önelidir. Bu niteleme ve ciddiyetiyle eğilmek gerekiyor. İspanyolca’sı ve Türkçe’sini alt alta yazdım. Okuyalım.
“Yüreğim sızladığı zaman
(Cuanda me duele el alma)
Gece yarılarından sonra şafaktan önce
(despues de la medianoche, antes del amanecer)
Bilmediğim bir istasyondan, bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma
(duste una estacion que ignoro, una musica que descanozca)
Uzak
(lejona)
Vahşi
(Salvaje)
Karanlık
(Oscura)
Gece denizleri gibi bir müzik
(Una musica como los mares nocturmos)
Batık gemileri gece denizleri gibi bir müzik
(Como los barcos hundicios)
Çağırıyor, çağırıyor beni durmadan
(mellama, mellama sinparar)
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim
(Quizas, sez entonces, cuanda empieza a dolarme el alma)” (11)
Son günlerde “Örgütlü hep, örgütsüz hiç” cümlesini kendi kendime tartışıyorum. En azından bir devrimci, örgütsüz (düşünsel olarak değil ama, fiziki olarak örgütsel ilişkilerden muaf) da olsa yine de düşünsel üretimlerinde örgütlü olarak davrana bilir mi? İllaki devrimci mücadele örgüt mekanizması içinde mi olmalıdır? Elimde bir noktaya kadar Marks ve tabiki Engels var. Hatta Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı var. Ama bu bir noktaya kadar gelip dayanıyor. Böylesine etkin bir varoluş ve yaratım Proletaryanın bir savaşçısı olarak var olduğumuzu her halükarda kabul ve hissedersek anlam kazanıyor. Tersi ise çürümedir diye düşünüyorum.
“Kendi kendinize sorun; bu kör bu ışığa nasıl katlanabilir!” (12)
Benimle, senin aramızdaki savaşım tüm bu zaman içinde tüm insani zaaflarımıza rağmen, tekrar belirtiyorum ki bir momentten sonra Aysbergin su altındaki suratını açığa çıkartmasını andırır. Viktor Hugo’dan seçtiğim şu satırlar öğreticidir.
“Topraktaki oluşumun biçimi insana hareket edebileceği bir çok yön gösterir. İnsanın üstünde sanıldığından çok daha fazla etkilidir. Kimi Vahşet dolu manzaraların varlığı insanda görme bozukluğu yaratır ve yaratılışı suçlamaya kalkışırız. Bu tür manzaralarda doğanın ağır kışkırtmasıyla karşılaşmış gibi oluruz. Çöl bazen bilince, özellikle yarı aydın insan bilincine zararlıdır. Ama bu devasa bir bilinçse, işte o zaman Sokrat ya da İsa ortaya çıkar. Cılız bir bilinçse ancak Atree’yi ya da Judas’ı yaratır. Bilincin cılızı çabucak bir sürüngene dönüşür. Karanlık ormanlar, çalılıklar, dikenler, ağaç dallarının altındaki bataklıklar onun için kaçınılması mümkün olmayan birer sığınaktır. Oralarda kötülüğün gizli etkisine teslim olurlar. Görme bozukluğu, nedeni bilinmeyen seraplar, zaman ve mekanın korkunçluğu insanı yarı dinsel, yarı hayvani bir korkuya sürükler ki o da, vahşeti doğurur. Katilin yolunu aydınlatan meşaleyi yanılsamalar tutar. Haydudun başı döner. Eşsiz doğanın yüce ruhları aydınlığa boğan, çılgın ruhları ise kötü eden iki yönü vardır. İnsan cahil, çöl de seraplarla dolu olunca, yalnızlığın karanlığı zekanın karanlığına eklenir. İnsanın yüreğinde uçurumların açılması da işte bundandır. Kimi kayalar, kimi hendekler, kimi bataklıklar: Kimi vahşi görünüşlü açıklıkların akşam karanlığı insanı delice insafsızca davranışlara iter. İnsanın neredeyse, bazı yerlerin insanı kötülüğe sürüklediğini düşünesi gelir.
...
Geniş ufuklar insanı genel düşüncelere götürür. Dar ufuklarsa bölük pörçük düşüncelerin ilham kaynağıdır. Bu da bazen büyük yürekleri küçük ruhlu insanlar olmaya mahkum eder...
Küçük düşüncelerin, bölük pörçük düşüncelerin büyük ve genel düşüncelerden nefret etmesi; bu ilerleme için verilen savaşın ta kendisidir.
Memleket ve Vatan. Bu iki sözcük bütün Vendee Savaşının da özetidir. Yerel düşüncenin evrensel düşünceyle kavgası. Yurttaşa karşı köylüler” (13)
Şu an için gerçek olan, kutsal kitaplarda anlatıldığı biçimiyle Havva’nın Adem’in sol kaburgasından yaratıldığı/ortaya çıktığı gibi senin içinden çıkan ben seninle girmeye çalıştığım (tüm süreç boyunca) girdiğim bu mücadele sonucunda tıpkı birer ikiz kardeş ama bir birinin zıddı iki kardeş gibi uçup gideceğiz. Aksi şu an için koskoca bir hülya olur.
“Ve bu iki ruh, bu iki trajik kız kardeş, birinin gölgesi ötekisinin ışığına karışarak, birlikte uçup gittiler.”(14)
Zaman her şeyin ilacımıdır? Bunun köşe taşlarını henüz oluşturmuş değilim. Fakat ne trajiktir ki zamanında THKP-C öncülleriyle taban tabana çatışmaya girmiş olan Mihri Belli 6 mayıs ile ilgili köşe yazısında şunları söylüyor/yazıyor.
“... Martirler; temsil ettikleri özveri ruhu genç kuşaklara aşılansın diye anılır. Taşımış oldukları bayrak elden ele geçsin, yere düşmesin diye, pek öyle olmadı.
68 kuşağından eskilerin çoğu, aradan geçen uzun yıllar boyunca bu düzenin kurallarına uyarak geçim derdine düştüler. 6 mayıs ‘Martirleriyle’ saf tuttukları günler uzak geçmişte kaldı. Bulanıklaşmış bir hatıra oldu. Zamanla sararan eski fotograflar gibi. O geçmişe tümden sırtını dönenler var. Dönmeyenler de var. Gençlikleriydi o şanlı geçmiş.”(15)
Aynı dönemde Mihri Belli’nin “Martirler” dediği 6 Mayısta idam edilenlerin temsil ettiği 68’lilerin bir koluyla Kızıldere’de omuz omuza savaşmış bir diğeri ise Kızıldere Manifestosu için TV’ de 12 Mart adlı Belgeselde “Kapağı Atmak” deyimini kullanmaktadır. Belki de zaman her şeyi yerli yerine koyuyor. Ne söylediğimiz değil ne yaptığımızdır önemli olan. Mevcut moment sanki mistik bir tülden ibarettir.
Gerçeği, çırılçıplak gerçeği belki de hiçbir zaman göremeyeceğiz. Belki de buna ömrümüz yetmeyecektir. Yoldaş V.İ.Lenin, “Görmek istemeyen gözden daha kör bir göz yoktur” derken ne kadar da halkıdır. Müdahale etmeyi hep daima kutsal bir görev olarak algıladım algılıyorum da. Ki bu yazı ile de bir çakıl taşının büyük bir kaya bloğunu durdurması gibi küçük ama mütevazı bir şeylere soyunduğumu sanıyorum. Aslında açılabildiğim bir dost olman, belki de senden yararlanmam, bencilliğim bunda rol oynuyor kim bilir.
“Açıklık” diyordu bir yoldaş “Açtığı yarayı iyileştiren bir kılıçtır.” Ben de bunu yineleyerek sana yazdığım tüm yazılarımın açıklığa hizmet etmek için yazıldığının söyleyebilirim. Açıklık için yaratmaya çalıştığım bu praksiste kendi kılıç yaramı iyileştirdim. Bu senin yaralarını iyice açmayı göze alarak da olsa böyle olmak zorundaydı. Bir önceki metinde seni yoldaşça yürüyüşe çağırmıştım. Maalesef net bir cevap alamadım. Demek ki yüksekten uçan bir kartal olmayı istemedin. Kaybedecek zamanımız yok. Nasıl ki Kapitalizmin ve tüm diğer azınlık sınıf egemenlik biçimlerinin bağrında doğup gelişen Proletaryanın 1917 Ekim devrimiyle azınlık sınıf iktidarlarını yıkıp tarihin çöp sepetine attığı gibi, ben de bağrından doğduğum seni aşıp yıkıyor ve savuruyorum. Son sözüm ilk sözüm olmalıydı. DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN.
----------------------
* Henüz yayımlanmamış olan “Ofir Dostları” isimli kitap çalışması yazılarından
1 Karl Marks, 18.Brumeri, Yorum yayınları, Sf:...
2 Çoğul yazmak zorunda kalıyorum, sen çoğulları tekil olarak okuyabilirsin.
3 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, Sf:30
4 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, sf: ... “Lenin’in babası İlya Nikolevich’i çok seven Nekrasov, Dobrolyubov’a bir şiir adamıştı” -Krupskaya-
5 Marx ve Darwin, Dünya Solu, Sayı:8, Şubat 1992, Sf:81 içinde alıntı.
6 N.K.Krupskaya, Eğitim Üzerine, Yorum yayınları, sf:47, 48, 51
7 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:XV.
8 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:XV.
9 Andrzej Walicki, Rus Düşünce tarihi, V yayınları, Sf:...
10 E.Zola, Germinal, Oda yayınları, Sf:524
11 Hazan Hüseyin Korkmazgil, Oğlak, Bilgi yayınları, Sf:126 – kapak-
12 Viktor HUGO, 1793 devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:204
13 V.HUGO, 1973 Devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:218
14 V.HUGO, 1973 Devrimi, Kaynak Yayınları, Eylül 1984, Sf:436
15 Mihri BELLİ, Özgür Ülke, 15 Temmuz 1994
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.