- 1384 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİYİ SÖYLEMEK
Asistanlığa başladığım ilk yıldı. Aynı yıl sınavı kazanan bir arkadaşla birlikte bir ev tutmuş, mesleğimizin ilk yıl adımlarını birlikte atıyorduk. Aynı zamanda sırlarımızı karşılıklı paylaşıyor, sorunlarımıza birlikte çözüm arıyorduk. Yeni asistanlar, özellikle son sınıf kızlar arasında özel bir ilgi gurubunu oluşturuyordu. Daha doğrusu bu ilgi karşılıklıydı sanırım. Arkadaşım, laboratuar derslerine girdiği bir son sınıf kız öğrenciye abayı yakmıştı. O gün yaşayanlar için kolayca hatırlanabilineceği için ve farklı kurulan hayatlar için olumsuz etkiler taşıyabileceği için kızın ismini değiştirerek ona “Belma”; arkadaşım da İlker diyelim. Belma’nın da arkadaşıma adı konulmayan bir ilgi duyduğunu gözlüyorduk. Bizim dönemimizde pek revaçta olan bu kelime, aşkı aşk gibi taşıyanlar için söylenirdi. Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Kartal Tibet ve tabi ki Cüneyt ağabeyli yıllardı ve hala aşk, o dönemin kutsal Hollywood atasözlerinden “ Aşk, hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır” ile tanımlanırdı. Bir gecelik aşklar, laf olsun diye aşklar yoktu. Sevdin mi tam seveceksin vardı, bir karşı cinsin elinden tutmak, sonu uzun yıllara taşınacak bir beraberliğin göstergesiydi. En azından bizim yaşadığımız taşra dünyasında böyleydi. Yani genç bir erkek için aşk; bir kıza karşı duyulan en coşkulu bir duyguydu ve mutlu ya da mutsuz ama uzun süreçli bir birlikteliği içeren kutsal, masum, dürüst ve ilkeli bir tutkuydu.
Arkadaşım bu platonik duygularını söylediğinde, oturup ciddi ciddi ne yapmamız gerektiğini tartıştığımızı hatırlıyorum. En son arkadaşımın bir yolunu bulup kız ile görüşmesine karar vermiştik. Çünkü gerçekten platonik de olsa, gerçek bir aşk taşıyordu yüreğinde. Kız deney raporları vb. için laboratuara çağırılacak ve açıklanacaktı.
Akşam fakülte çıkışı arkadaşımın suratında işlerin hiçte iyi gitmediğine dair bir ifade vardı. Daha ne oldu bile demeden “Maalesef” dedi arkadaşım. “Başka birisiyle ciddi bir ilişkisi varmış; kalbime gömmekten başka çarem kalmadı. Lütfen bu konuyu bir daha açmayalım, çünkü ziyadesiyle üzgünüm. Hatırlamazsak, daha kolay olur unutmak” dedi. “Peki” dedim, “ne zaman konuştun, çünkü öğleden sonra Belma benim odama geldi ve oldukça neşeliydi. Yani önemli bir teklif almış ve kabul etmemiş, bir havası yoktu”. “Boş ver artık, bu kız bana yar olmaz” dedi. “Sabahtan cesaretim yok gibiydi. Bu nedenle en yakın arkadaşını çağırarak durumunu sordum; maalesef ki sözlüymüş”.
Yıllar geçti, bir eski mezunlar günü için toplanmıştık. Belma da vardı, eşi ve çocuğu ile birlikte. Ayak üstü bir şeyler atıştırırken Belma yanıma geldi. Öteden, beriden konuştuk. Bir ara bana İlker’i sordu. Artık burada çalışmadığını, çünkü mutsuz bir evlilik geçirdiğini ve boşandığını, dolayısıyla burada kalmasının onu mutsuz ettiğini söyledim. “Üzüldüğünü” söyledi. Belma’nın bu ilgisi, bana yıllarca merak ettiğim konuyu açma cesareti verdi. “Fakülte yıllarında sözlü olduğun kişi ile mi evlendin ?”. “Hayır, ben sözlü değildim ki” dedi ve nereden çıktı bu laf gibi de bana anlamsız anlamsız baktı. Çok şaşırmıştım. Ona İlker’i ve o gün olanları anlattım. “Öyle mi ?” dedi. Şaşırma sırası ondaydı, badem yeşili gözlerine garip bir hüzün çöktü, yüzünün şekli değişti, neşesi kayboldu. “Artık hiçbir yararı yok !” dedi, çok üzülmüş olduğu her halinden belli oluyordu. “Bende onu sevmiştim ve bana gelip bunu söylemesini beklemiştim. Ne yazık ki o gidip arkadaşım bile olsa beni kıskanan ve bu anlamda iyiliğimi istemeyen birine sormuş. Ne büyük talihsizlik” dedi. Gözleri yaşlanmıştı, hafifçe gözlerini sildiğini hatırlıyorum ve izin isteyip bayanlar tuvaletine doğru koşar adım uzaklaştı. İlker’in büyük platonik aşkını düşündüm. Birkaç yıl hiç Belma konusunu açmamıştı ama gizliden gizliye sevdiğini biliyordum. Konuştuğu günlerin hemen ardından, hocadan izin isteyip Belma’nın sınıfının danışmanlığı ve uygulama görevliliğinden ayrılmıştı ama aklı fikri ondaydı. Daha sonra bu aşkın küllenmemiş duyguları üzerine ani bir evlilik yaptı. Mutluluğu ne yazık ki, bulamadı. İki yıl içinde boşandı. Çok zayıfladı, güçsüz düştü. Bunalımlar yaşadı, tedavi oldu ve bir daha eski sağlığına ulaşamadı. Hocaların da desteğiyle memleketine yakın bir fakültede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Beş yıl önce de öldüğü haberi geldi.
Hatırladığımda içimden bir şeyler kopartan bu yaşanmışlık “sevgiyi söylemenin ve paylaşmanın” ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir elbet. Buna iki örnek daha sunmak istiyorum. Bunlardan ilki bir öykü. İkincisi ise çocuğum bana gönderdiği bir mail.
Öykü; “Rahip, mezarlıktaki işine bitirmek üzereydi” diye başlamaktadır. O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam: "Onu ne kadar çok sevdim." diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı.Yaşlı adamın yaslı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu. Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı, utanç içindeydiler.Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar : "Tamam, baba. Seni anlıyoruz." Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu. Rahip törene devam etti.Törenin sonunda,aile bireylerini ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı. Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar. Yaşlı adam hala : "Onu ne kadar çok sevdim" diye sesli sesli konuşuyordu. Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler, ama o devam etti, "Onu sevmiştim!" Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaşlı adam gitmemekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu. Rahip yaklaştı : "Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum, ama gitme zamanı geldi. Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız." dedi. Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sevdim." diyerek söylendi. "Beni anlamıyorsunuz" dedi Rahip’e "Ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim... "
Mail ise geçen yıl çocuğumun bana gönderdiği bir yazı. Sanırım bir yerlerden almış ama bana mesaj verdiğini düşünüyorum ve onu haklı buluyorum. Maildeki mesaj “Hayatım boyunca sadece iki kez mutluluktan ağladım” diye başlıyor. “1. İlkokuldayken babam bana ilk defa "Kızım" dediğinde yanaklarımdan yaşlar süzülmüştü. 2. Geçen hafta annemlere kalmaya gittim. Sabah işe geç kaldığım için babam beni uyandırmak için odama geldi. Uyandırırken de hayatımda ilk defa saçlarımı okşadı.
Babalar... Lütfen sevginizi gösterin. Dokunun, sarılın, öpün... Benim çocuğum anlar demeyin, çünkü anlaşılsaydı herhalde ilk ben anlardım”.
YORUMLAR
Merhaba sevgili arkadaşım. Öncelikle mesaj kutuma bırakmış olduğunuz mesaj, yorum ve güzel bilgileriniz için teşekkür ederim. Türk Felsefe Kurumu tarafından İnsanoğlunun mitolojik öyküsü adında yakın bir zamanda felsefe kitabım yayımlanacak. Ama mutlaka sizin bu değerli bilgilerinizi de orada işleyeceğim.
Ayrıca "Sevgiyi Söylemek" isimli bu güzel öykünüz son derece vurucu olmuş. Hele bir de gerçek yaşamdan alıntıların olması öykünüze güzel bir içtenlik katmış. Anlatım son derece sade ve akıcı bir dille yazılmış. Anlatılmak isteneni kolaylıkla okuyucuya anlatmışsınız.
Başarılarınızın devamı dileğimle.
kaleminiz daim olsun...
Geç kalmadan sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin....
bu nasıl bir keder böyle Allahım.
dan diye yüzüne aptal diyebilen insanoğlu, seni seviyorum lafını duydu duyulmaz seslerin arkasından sinik, silik, gizli gizli niye söylemeye meraklıdır anlamıyorum ki.
Vur masaya yumruğunu kardeşim usulünce sevdim seni deyiver gitsin. Yalnızmıymışın sevilmemiş misin tamam zaten çekip gitmeye hazırsın nasılsa çek git. yazık vallahi yazık...
yıkıldım pastoral. yıktın beni bu yazıyla...
niyetli niyetli ne deyim ben sana...
saygılarımla...