- 909 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Pembe Hırka
Mevsim kış, şubat ayının beşinci günü... Dokuz yıldır ailenin en küçük çocuğu olma saltanatımın son günü. Doğmasını hiç istemediğim, annemin şişen göbeğine yumrukla vurup, ``ben bunu istemiyorum, ona yorganımı vermeyeceğim`` diyerek ağladığım kardeşim ``dünyaya ben geldim`` dercesine ağlıyor. Koşarak odaya giriyorum. Annem baygın yatıyor. Babaannem ve yaşlı bir kadın annemin yüzüne kolonya sürerek, ona seslenerek onu ayıltmaya çalışıyorlar...
Yeni, kırmızı bir yorganın altından ağlama sesi geliyor. Kimse onunla ilgilenmediği için ağlıyor sanıyor ve yorganı açıp bakıyorum, küçücük kara-kırmızı bir bebek...
Otuzyedi yaşında evde doğum yapmanın zorluğuyla hâla baygın yatan anneme bakıyorum. Ve odadan fırlayıp, yüz metre ilerideki kahvehaneye koşuyorum. Kahvehanenin camına vurup, ilk bakan amcaya ``babamı çağır`` diye emrediyorum.
Az sonra babam çıkıyor.
-Çabuk doktor getir, annem ölüyor, diyorum.
Babam şaşırıyor, ne tarafa gideceğine karar veremezcesine bir kaç adım eve doğru gidip, geri dönüyor. Ve kahvehaneden birini çağırıp, ilçenin iki doktorundan biri olan İsmet doktoru alıp, gelmesini söylüyor. Babamla eve dönüyoruz. Annem hâla baygın yatıyor. Diğer dört kardeşim de annemin başına toplanmış... O an ``hiç sevmeyeceğim`` dediğim bebeğe acıyorum. Kimse onun yüzüne bakmıyor. Küçük kırmızı yorganı açıp bir kez daha bakıyorum. İçime ılık ılık bir şeylerin aktığını hissediyorum. Sanki hiç kimse onu sevmiyormuş da onu benim sahiplenmem gerekmiş gibi bir his uyanıyor içimde...
Az sonra doktor geliyor ve hepimizi dışarı çıkarıyorlar. Bebek beni çağırıyormuş gibi durmadan ağlıyor, odaya girebilmek için can atıyorum.
Bir saat sonra doktorun:
-Geçmiş olsun, diyen sesini duyar duymaz kendimi odaya atıyorum...
Annem kendine gelmiş, fakat bitkin bir şekilde yatıyor. Annemin yüzünü okşuyorum ve onu o an sanki daha da çok seviyorum.
Bebek sesini kesmişti. Öldü mü korkusuyla yorganı açıp elimi burnuna doğru tutuyorum, sıcacık nefesini duyunca içim rahatlıyor ve yorganın bir ucunu bebek boğulmasın diye aralık bırakıyorum.
Doğmasını hiç istemediğim bu bebeği şimdi en çok ben seviyorum.
Yaz geldi.Tarla işleri yoğunlaşıyor. Kardeşlerim ve annem tarlaya gidiyorlar. Nasıl güveniyorlar bilmiyorum ama, bakmam için bebeği bana bırakıyorlar. Ona bisküvi ile mamalar yapıyorum, bezini değiştiriyorum, uyutuyorum, kendimi küçük bir anne olarak görüyorum artık...
Yıllar geçiyor, büyüyor bebek...Tabi ben de...
Üç kardeşim evlenip evden ayrıldılar, benden büyük olan ağabeyimde askerdi, babam öldüğünde... Evde; annem, ben ve kardeşim kalmıştık. Birbirimize adeta kenetlenmiştik.
İlk, orta derken, ticaret lisesi de bitmişti. Mezun olduktan kısa bir süre sonra işe girdim. Bir yıl sonra da ağabeyim askerden geldi. Kardeşim ilkokuldan mezun oldu, ortaokula kaydını yaptırdık... Birbirimize öylesine bağlanmıştık; ki beni ikinci bir anne, kaybettiğimiz baba, abla, onun deyimiyle; ben onun herşeyiydim...
Yıllar geçti. Ben evlendikten sonra; benim yokluğum, babanın olmayışı, maalesef onu kendinden on yaş büyük biriyle arkadaşlık etmesine demeyeceğim, adeta sığınmasına neden oldu.
Liseden mezun olup, onsekiz yaşını doldurduğu gün, bu kişiye kaçarak onunla evlendi. Annemin yalnız kalmaması için bir süre annemin yanında kaldım. Çeyizini, giysilerini topladık ve gönderdik. Çeyizlerini toplarken, bana ait olan ve çok sevdiği için ``abla bırak da ben giyeyim biraz`` dediği pembe hırkam gözüme ilişti ve onu aldım. Çeyizini ve giysilerini aldığında bu pembe hırkanın yokluğu dikkatini çekmiş ve ``ablam bana bir hırkayı çok mu gördü`` demiş...
Bu kişiyle evlenmesini hiç ama hiç istememiştim. Aralarında hem çok yaş farkı vardı, hem de daha önce alkol tedavisi görmüş, ruhsal durumu hiç sağlıklı olmayan biriydi. Hatta babasını dövecek kadar da acımasız... Bunu duyduğum da:
-Yavrum, babasını döven, el kızını keser, demiştim ona... Sanki Allah söyletmişti.
Kardeşim evlendikten altı ay sonra, bir akşam üstü teyzem geldi.
-Cihansev kocasını bıçaklamış!
-Neeee?
-Cihansev`i kocası bıçaklamış, dedi.
İlk an da ben ters anlamıştım. Kardeşim kocasını bıçaklamış, demiş gibi...
-Bir şey olmuş mu? dedim.
-Hastanedeymiş, yaralıymış korkma, ama yarın nasıl-nice gitmeni istedi annen...
Allah`ım gece geçmek bilmiyordu. Kendi kendime bir şey olmadığına dair ne sebepler çıkarıyordum. ``Eğer ölmüş olsa, hemen gelmemi isterlerdi, demek ki gerçekten yaralı ki, yarın gelsin demişler`` diyordum.
Eşimin ve kızımın gözünün içine bakıyordum, ``acaba çok ağır yaralı da bana mı söylemiyorlar, yoksa......" o ihtimâli düşünmek bile istemiyordum.
Sabah oldu, harıl-harıl o çok sevdiği ``ablam bana bir hırkayı çok mu gördü`` dediği, pembe hırkamı arıyordum. Eşim:
-Bırak şimdi, daha sonra götürürsün, dedi.
Bu sözü içime su serpti sanki, ``demek ki yaşıyor, bir şey olsa ona söylerdiler`` diye kendimi teselli ediyorum.
Pembe hırkayı buldum ve çantama koydum, ona sürpriz yapacaktım. Unutmamışım diye, kimbilir ne kadar sevinecekti. Eşim:
-Teyzemi alalım, dedi.
-Neden? dedim şüpheyle...
-Canım, belki o da gelmek ister! deyince biraz rahatladım.
Teyzemi aldık, eşim bizi otobüse bindirdi ve ``ben çocuğu babaannesine bırakayım, izin alıp belki gelirim,`` dedi. Bu sözlerden ne anlamlar çıkıyordu yüreğimde... ``Demek ki kötü bir şey yok, gerçekten yaralı, yoksa eşim beni yalnız bırakmaz benimle muhakkak gelir`` diyordum.
Otobüs hareket etti ama otobüsün ilçeye gitmesini hiç istemiyor ve teyzemin yüzüne bakıyordum ara-sıra, ağlıyor mu diye...
Otobüs durağa geldiğin de ilk olarak kardeşimin oturduğu eve baktım. Evleri durağa çok yakındı. Hiç kimsenin olmadığını görünce içim rahatladı. Bir taksiye binip, adresi söyledik. Baba evinin sokağına dönerken taksinin şoförü:
-Cenazeye mi geliyorsunuz? dediğinde şok oldum.
Yalnızca ``hayıııııırrrrr!`` diye bağırdığımı hatırlıyorum. Kendime geldiğim de evin bahçesinin mahşer gibi kalabalık olduğunu gördüm. Annem:
-Neredeydin be yavrum? Anan yandı, nerdeydin? diyordu.
Annemi teselli edecek durumda değildim. Yalnızca;
-Hayıııııııııııııııırrrrrr! diye bağırıyordum
Birkaç saat sonra hastaneden cenazesini getirdiler. Tabutu açtılar, tabuttan başka bir ceset çıkacakmış gibi umutlanıyordum. Ama kardeşimdi, o çok sevdiğim, hiç kıyamadığım, doyamadığım kardeşim...
Çok sevdiği pembe hırkayı usulca tabutun üzerine koydum.
Sebahat Mayda Yavuz