- 696 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Etek ve Pantolon3
Emel okulda dejenere bir kızdı.Sınıfta yalnızca Süheyla adında arkadaşı onunla anlaşabilirdi.Okulu zar zor bitiren Emel, İstanbul’a çalışmaya gitmiş bir iş adamıyla evlenmişti.Bir seyahat acentasında çalışmaya da başlamıştı.
Yalnız Çaykara’da çocukluk arkadaşı Ahmet’i unutamıyordu.Çoban olan Ahmet zor şartlara dirayetliydi.Sorumluluk alabilecek yüreklilikteydi.Doğal şartlar içinde çelikleşmiş bir bedeni vardı.Esmerdi.Bronz heykele benzer yapısı vardı.Ahmet dağ suları kadar serin, kartal kadar karizmatikti.O ruh ve beden örgüsüyle tam bir erkekti.
Emel onun yanında kendini güvende hissederdi.Beraber çayırlarda oynaşır öpüşür sevişirlerdi.Yıldızlı gecelerde Samanyolu’na bakar kendilerine armağan ettiği hayat için Allah’a şükrederlerdi.
Sonra ne olduysa Emel kara çalı gibi topraklarından koptu.
Tutunamadı Çaykara’ya.
Okumak için gittiğinde bir daha Ahmet’i aramadı sormadı.
Artık İstanbul’daydı.Kocasıyla beraber Ortaköy’ün Kuruçeşme’ye bakan sahilinde butik otele giderlerdi.Bir gece butik otelin asansöründe Süheyla’ya rastladı.Lobiye geçtiklerinde Emel, kocasını odaya gönderdi.
-Nasılsın Süheyla seni görmek ne hoş
-Sağol Emel, seni görmek de güzel ne yapıyorsun.
-Ben evlendim.Eşim zengin ama dost olmayan mekanlara benziyor.
-Aşksızım.
-Ben de öyle.Bu Müslüman memleketinde aşk yasak.Gel Yunanistan’a gidelim.İki hafta aşk yaşayalım var mısın?
-İyi de Süheyla Yunanistan’ı bilmem ki!
-Kos adasına gidelim.Harika bir yer.Doğal güzelliğin olduğu bir yer.
-Kos adası nerde?
-Bu ada Rodos ile Bodrum yarımadasının kuzey batı ucunda.
-Süheyla tamam.Zaten eşim de bir yerlere gitmek istiyordu.
Adaya geldiklerinde tepede zeytinlikler arasında pansiyona yerleşiyorlar.
Dışarda küçük lokantası ile özentisiz bir araya getirilmiş tabure ve bir iki tane kütükten yapılma masa üzerinde değirmen kandilli dört direk üzerinde bir çardak.Bakımsızlıktan çürümeye başlamış bir at arabası leşi servis masası hizmeti görmekte.Agop Usta şarapları her doldurduğunda at arabasının yağlanmamış tekerlekleri gıcırdadıyor insanın içi bir başka hoş oluyordu.
İki kadın o gece sabaha kadar oturup içtiler.Önlerinde koskaca iki hafta vardı.İstanbul ve Trabzon o kadar uzaktı ki arada sırada Bodrum’dan esen meltemin getirdiği belli belirsiz bir zeybek havası kulaklarına ulaşıyor ya da öyle zannediyorlardı.
Sabah olunca iki kadın sabahın serinliğinde sahile doğru tepelerden her iki tarafı makilik kaynayan patikalardan birini takip edip kumsala indiler.Suya ayaklarını değdirdiklerinde gecenin bütün ağırlığının suya akıp gittiğini gördüler.Artık gece deniz olmuştu ya da yakamozlu gece.
Bu yakamozların birisinden beyaz renkli ahşap çift direkli bir sundurması iki paraketesi olan yelkenli çıkıp geldi.
Üstünde Hristo adlı ellili yaşlarda esmer tenli, kolları denizci dövmeli saçlarının dipleri kırlaşmış bir denizci vardı.İki kadını teknesine davet etti.Emel’in kocası o sırada şarap küpünün dibini görmekle meşguldü.
İçkiden başını kaldıracak durumda değildi.Hristo Kaptan mavinin en mavi adaların en ucra koyların en bakir zümrütün en yeşil olduğu bir kumsala kadınları götürdü.
Önce biraz güneşlendiler.Sonra yüzdüler.Emel ile Hristo tekneye
dönerken Süheyla kumsalda kalmayı tercih etti.
Yüze yüze tekneye geldiklerinde Hristo havlusunu Emel’e uzattığı sırada
hızla kadını kollarına doğru çekip öpmeye başladı.Emel direnir önce
-Dur Süheyla görecek!
Aslında sesini kendisi bile duymuyordu.Kolu kanadı kırılmıştı.Bir volkan misali kendini ateşten nehrin akışına bıraktı ve nehir denize ulaştığında
ikisi de kaskatı kesilmişti.Dalgaların bu aşkı dövme zamanı gelmiştir artık.
’Az önce yaşananlar neydi diye sorar kendi kendine Emel’
Hristo çatlayan gür sesiyle aşk aşktır düzülmekse düzülmek.Bütün mesele bu.Oldu unutuver.
Emel, her medeniyette kadının aynı olduğunu düşündü.Döl torbası görülüyordu her yerde.Kocası ise döl torbasının suratına vurulduğu birçok erkekten biriydi.Sürekli mağdur yetiştiriyordu kadın erkek ilişkisi.
Akşam pansiyona döndüklerinde Emel kocasını bıraktığı gibi küpün dibinde sızmış buldu.Süheyla’ya dönerek
-İşte benim eserim de bu.
Dönüş vakti geldiğinde uçarcasına hiçbir şey olmamış gibi Hristo’yu, koyları, Kos’u arkalarında bırakıp İstanbul’a döndüler.İstanbul’da iki kadın
bir daha görüşmemek üzere ayrıldılar.
Bir öğle vakti yemek için işyerinden Ortaköy’deki küçük bir kafeye
gidip kendisine hafif bir şeyler ısmarladı. Burası daima sakin
emsallerinden daha ucuz iki katlı eskitme tahta yapılı küçük bir verandası, üste terası olan salaş ve dost atmosferli herkesin birbirini tanıdığı ama nezih olmayan elit olmayan alt sınıf insanların geldiği bir yerdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.