- 1551 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Seni Seviyorum,
( Dışarıda 35 - 40 derece soğuk var. Kar yağmış, elimim işaret parmağıyla karın üzerine… seni seviyorum… yazdım.)
Normal bir mesai günü.
657 sayılı yasaya bağlı Devlet Memuru olduğumdan günlük yazışmalar için önce taslak hazırlarım. Yine böyle bir yazı için el yazımla taslak hazırladım ve bilgisayarda yazması için arkadaşıma verdim.
Yazıyı yazdıktan sonra masama gelerek,
- El yazınız ne kadar güzel, inanın bilgisayarda yazmaya gerek yok.
- Teşekkürler, ama biliyorsun yazışma kuralları, dedim.
Bu kuralları kelimesinden sonra bir gülme krizine tutuldum. Arkadaşım şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken, ben yüreğimi kaplayan hüzün bulutları nedeniyle gözlerimden gelen yaşları silmeye uğraşıyordum.
Sonra özür diledim. Lise yıllarında bu el yazısı yüzünden yaşadığım bir hatıram olduğunu, bu nedenle dayanamayıp güldüğümü söyledim.
Aradan birkaç dakika geçmeden elinde iki çay masama damladı, hadi üstat Allah aşkına ne olmuştu anlatsana.
Yok, anlatamam desem de bir anda masamın etrafında sekiz on kişi birikti.
Peki dedim, ama aramızda kalacak (…kalmazya neyse )
Efendim,
Lise ikinci sınıfta okuduğumuz yıl, yani 1981/1982 eğitim dönemi.
İlk sevdaların, okul aşklarının alevlendiği ‘başımızda kavak yelleri estiği’ yıllar. Sınıfımızda hemen, hemen herkesin bir kız arkadaşı var. Ben garibim kara kuru bir çocuk olduğumdan öyle havalarda falan değilim.
Ayrıca kızlarla arkadaş olmak bana saçma geliyor, zaten biz okulda arkadaş değilmiyiz, gerçi çok sonraları * bu arkadaşlığın* hiçte masum arkadaşlık olmadığını, diğer adının flört, aşk, meşk olduğunu anladım ama geç anladım.
Neyse olayın özü şu;
Öğlen teneffüsünde sınıf arkadaşlarımdan Önder yanıma geldi,
— Engin senden bir ricam var, yapar mısın?
— Eh anlat bakalım, kolaysa neden olmasın.
Uzun zamandır bir kıza âşık olduğunu, ona bir mektup yazdığını söyledi. Ama biliyorsun benim el yazım çok çirkin senden ricam bu mektubu yeniden sen yaz,
Olur dedim, ama bir şartla, iki tane tatlı isterim.
İlk tatlıyı hemen aldı, sınıfa girdiğimizde en arka sıraya oturdum. Arkadaşımın yazdığı mektubu başka bir kâğıda temize çektim. Ama defter kâğıdına yazılmış, kargacık burgacık yazıyı alıp, kenarında kırmızı gül resmi bulunan özel mektup kâğıdına dolma kalemle yazınca ortaya bir şaheser çıktı.
Bu arada arkadaşın edebiyatı pekiyi değildi, ben hünerimi konuşturup gerçekten bir genç kızın hoşuna gidecek bir mektup haline dönüştürdüm.
Yıllar geçti, hatırımda kalan haliyle şunları yazmıştık.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
‘‘ Sevgili Birsen;
Biliyorum bu mektup eline geçince çok şaşıracaksın. Ama inan gönlüme söz geçiremedim ve seni kırmamak, üzmemek için bu satırları yazıyorum.
Sen sınıfımıza geldikten sonra anlatılması imkânsız bir duyguya kapıldım. Artık dersleri doğru dürüst dinleyemiyorum, sınıfta sen, dışarıda sen velhasıl artık aklımın her noktasında sen varsın.
Ah yüreğim laf dinlemiyor ki. Yapma diyorum şimdi kırılacak, bir çiçek gibi narin, bir kuş kadar ürkek arkadaşım, seni kaybetmek istemiyorum.
Duydum ki babanın bu sene tayini çıkacakmış. Sen gidersen ben mahvolurum, Uzaktan da olsa seni görmek, sesini duymak yetiyor bana. Ama gidersen ben ne yaparım.
Seni seviyorum.
Eğer sende beni seviyorsan dünyanın en mutlu insanı olacağım. Yok, bana karşı ilgin yoksa bu mektubu yırt at, olanlar aramızda kalsın.
Seni seviyorum… inadına seviyooooooorrrrrrrruuuummmmm.’’
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mektubu Önder’e verdim. Sonra normal dersimizi yaptık ve akşam evlerimize gittik.
Ertesi gün tekrar okula gittiğimizde her şey normaldi, ben bir gün önce olanları unutmuştum bile.
İkinci veya üçüncü derste Birsen Türkçe defterimi istedi, bir gün önce aldığım ders notlarına bakacakmış. Bende arkadaşların vasıtasıyla ön sıraya uzattım.
Teneffüse çıktığımızda Birsen yanıma geldi. Gözleri çakmak, çakmak sinirinden saçları havalara savrulmuş, dişlerini gıcırtadarak.
— Engin, bunu bana nasıl yaparsın? Sen sınıfta en çok güvendiğim insan, yıllardır beraber okuduğum arkadaşım, nasıl bana mektup yazarsın?
İnkâr edemem ya, şaşkınlık ve panik ile kendimi toparlamaya çalıştım,
— Özür dilerim, ya Önder’i kıramadım. Onun yazısı çirkinmiş benden yazdığı yazıyı temize çekmemi istedi. Haklısın yapmamam lazımdı, ne desen haklısın.
Yüzünde büyük bir şaşkınlıkla cebinden mektubu çıkardı.
— Şimdi bu mektubu Önder’mi? yazdı. Ya bu senin yazın bak altında Önder’in adı yazıyor mu? Bari yalan söyleme.!
Mektubu aldım, evet benim yazım, ben yazdım ama altında isim yok. Pis, Ş… herif adını yazmamış. Mektubu, Birsen’in sınıfta elbise askısında duran paltosunun cebine koymuş. Birsen’de akşam eve giderken cebinde bulmuş ve okumuş.
Okulun bahçesinde Önder’i aramaya başladık. Tam sınıfa girerken yakaladık. Birsen bana yaptığının iki üç katı sinir ve kızgınlıkla Önder’i haşladı, lakin adamın yüzünde en küçük bir utanma, kızarma yok. Birde inkâr etmesin mi. Yok delimiyim, niye mektup yazayım, ne sevmesi, zaten ben Ayşe’yi seviyorum, herkes biliyor dedi.
Biz Birsen’le orada kalakaldık, ah ulan Önder yapacağın en adiliği yaptın ya helal olsun dedim. Ulan beni vursaydın bundan iyiydi. Yakasına yapıştım, arkadaşların araya girmesiyle olaylar biraz yatıştı. O gün başımı sıradan kaldıramadım.
Okul dağıldığında başımı öne eğdim, kimseler görmeden ağlamaya başladım, çok ama çok zoruma gitti. Hem uğradığım hakaretler, hem de arkadaşımın ihaneti yüreğime oturdu.
Okuldan bayağı uzaklaştığımda arkamdan birisi seslendi.
Dönüp baktığımda Birsen uzaktan eliyle yanına çağırıyordu. Yanına gitmek gelmedi içimden, kenarda bulunan kaldırım taşına oturdum, onun yanıma gelmesini bekledim.
Yanıma geldiğinde nefes nefese kalmıştı, hava çok soğuk olduğundan ellerinin kızardığını gördüm. Alışkanlıkla kitaplarını aldım elinden.
Yüzüme hafif bir tebessümle baktı. Birbirimize bir şey söylemedik. O sırada yanımızdan gelip geçen insanların bana baktığını, olayları bildiklerini düşündüm, oysa kimsenin baktığı falan yoktu. Hava otuz beş, kırk derece soğuk, insanlar donmamak için bir an evvel gideceği yere koşuşturuyordu.
Subay lojmanları yolumuzun üzerindeydi, babasının görevi nedeniyle lojmanda oturuyorlardı evlerinin önüne geldiğimizde elimdeki kitaplarını aldı, yine yüzünde hınzır bir gülümseme, benim utanma ve sıkılmama rağmen o gayet rahat bir şekilde,
—Beni seviyor musun? dedi.
Cevap veremedim, Önünde durduğumuz duvarın üzeri kar kaplamıştı, Elimin işaret parmağıyla karın üzerine… evet… yazdım.
Arkama bakmadan oradan koşarak uzaklaştım.
Bu sevgimiz bir dostluk, bir arkadaşlıktan öte gitmedi.
Birkaç ay sonra okullar tatil olduğunda babasının tayini çıkmış, yaz tatilinde ben yaşam mücadelesinde tarlada, çiftte, çubukta, o da annesine yardım ederek eşyalarını toplamış ve başka bir şehre gitmişti.
İyilik ve sağlık haberlerini ortak arkadaşlarımızdan aldım. Sonraki yıllarda ne ben ona yazabildim, nede ondan bir mektup geldi.
Ne zaman biri el yazınız güzelmiş dese içim burkulur, ama yaşadığım bu olaydan dolayı gülmekten alamam kendimi ve gülerken garip bir hüzün kaplar içimi.
Nerede kar yağmış bir duvar görsem üzerine… seni seviyorum… yazarım, sonra ya güneşten erir gider yazılar ya da hoyrat rüzgârlar eser savurur sevdamı ama ben inadına 25 yıldır her kar yağdığında yeniden yazarım,
*********** seni seviyorum *************
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
www.enginkasap.com
Diğer öykü, şiir, makale vb. yazılar için adresim.