pastoral ağıt
PASTORAL AĞIT
Önce hava grileşti sonra gökyüzü bangır bangır uyardı yeryüzündekileri yağmur geliyor diye.kargalar buna alkış tutar gibi hep bir ağızdan tempo tutmaya başladılar gelecek yağmura.Cılız bir çam ağacının belirsiz gölgesinde oturan yüzünü göğe çevirdi.Bu yaz ne kadar da yağmur yağmıştı,yine yağacaktı kesinlikle .Hep de ansızın sıcağın en hareretli gevşekliğinde.Yere baktı karıncalar hızlanmaya b aşladılar demek ki yağdı yağacak bereket diye düşündü.Elinde tuttuğu karaağaç dalıyla toprağı eşeliyordu,eştiklerini de sonra dalla süpürüyordu.bazenlikten çıkmış artık sürekli bir hal almıştı bu nerdeyse takıntı olan hali.Sonra düz ve temiz hale gelen boza yakın toprağa adını yazmaya koyuldu.Mahçup!
Yetmiş altı senesinde Muş ‘un Derecik köyünde üç gebe kadın vaktinden evvel yedi aylıkken doğum yapmışlardı.Bebekler doğduktan yedi gün sonra ölmüşlerdi.Köyde bir lanetin kol gezdiği dilden dile yakan top acelesiyle ordan oraya zıplayıp duruyordu.Köyde hamileliğinin yedinci ayına yaklaşan bir gelin daha vardı.Gülizar.herkes pür telaş ve acının tekrar etme olasılığının vereceği garip ,bu da öyle olacak beklentisiyle,gözleri kulakları hep Gülizar’daydı.Gülizar ,benim oğlum beni mahçup etmez bu laneti bozacak deyip duruyordu.Fakat tek başına kaldığında, ancak kocası yanındayken olabiliyordu bu,durmadan ağlıyordu.Çocuğunun aynı kaderi paylaşması düşüncesi bile gözlerinden can erik büyüklüğünde gözyaşı akıtmasına yetiyordu.Gülizarın annesi ve babasını amansız bir çicek hastalığı almıştı.Yetim büyümüştü Gülizar, on ikisine geldiğinde yine yetim olan otuz yaşına dek yaşına kadar parasızlıktan evlenememiş Cevdet’e vermişlerdi.
Cevdet saftan,iki adam eder ebatlarda,yumuşak huylu çekingen bir adamdı ve Gülizar onun sahip olduğ tek güzel şeydi.Gülizar onyedisinde Cevdet’ten gebe kalmıştı.uzun vakit Cevdet’in erkekliği köyde sakız olmuştu nifak ağızlarda çiğnenen samanların üstüne serilen ucuz naylonlardan yapılmış fakirhanelerinde karı koca sefaletlerinde de hamd getirmeyi çocuk bahis konusu olunca öğrenmişlerdi.
Gülizar,yeşil, yamalı naylon ayakkabılarını çıkartıp toprağın üzerinde biraz yürüdükten sonra bir taşın üstüne oturup az ilerde koyun sürüsünü güden kocası Cevdet’i uzun bir süre seyre daldı.Bu adam ona hem baba ,hem ana ,hem de koca olmuştu.İçinden sıcak bişeyler yüreğine akar gibi oldu .Kocaman yeşil gözleri yine nemlendi ,can erikleri yine saldı kirpiklerinin sıklığından.Gülizar aniden bir sancı hissetti karnında;yedinci ayın ilk haftasıydı gebeliğinin.
-Cevdetttt!diye bağırdı.
Cevdet koşarak nefes nefese Gülizar’ın yanına yetişti…
Cevdet çocuğa bakıyordu,sefilliklerinin tek hamd kaynağına.çocuk bir garipti ,hiç ağlamıyordu ve Cevdet’in oğlu da böyle olur anca dercesine iriydi.Cevdet neden ağlamıyor diyen küçük kıza:
-Daha çok ağlayacak ;nerdeyse bir ömür!Dedi.
-Adını ne koyacaksın ?Dedi küçük kız.
Cevdet gözleri nemlenmiş ,koca burnu kızarmış bir şekilde,dönüp;üstü beyaz bir örtüyle örtülmüş sessiz sessiz ölüme yatan Gülizar’a bakıp:
-Anası bizi mahçup etmez demişti.ama o benden tek şeyimi alıp ,hem beni hem anasını mahçıp etti.MAHÇUP’tur bu çocuğunun adı bir ömür anasını hatırlasın diye!Sonra gülizar’ın ayaklarının dibinde bir elinde Mahçup’la bağıra bağıra ağladı.
Nasıl olurda ben düşerim diyen bir iki kararsız yağmur damlasından sonra ,havanın griliği dağıldı,kargalar sustu,karıncalar tekrar ağırlaşıp saf saf gezinmeye koyuldular ve güneş bu sefer biriktirmiş gibi daha sıcak bir halde göründü.Cılız çamın gölgesinde oturan mahçup başını göğe dikti:
-Yağmur yağmadı;yine mahçup oldum!Dedi…
UFUK ATAMAN