- 1345 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Eski Mahalle
Ekim ayının ilk haftasıydı. Okullar açılalı on beş gün olmuştu, derslerimiz hep boş geçiyordu.
Bu boşlukta arkadaşlarımızla birlikte otobüslere biniyor, uzaklara gidiyorduk. ilköğretim birinci sınıfa başlamıştım.
Başarılı bir öğrenci sayılmazdım; yaramaz, içe kapanık bir çocuktum. Arkadaşlarımızla birlikte (genelde üç kişiden fazla dolaşmazdık) biri Ali Erkan diğer arkadaşımsa Murat oluyordu, Otobüslere biniyor bazen de Sirkeci Tren istasyonunda oynayıp duruyorduk.
Cankurtaran durağında iniyor, biraz bekledikten sonra tekrar binip Halkalı’ya kadar gidiyor ve trenin açık kalmış kapısından bakarak rüzgarı yüzümüzde hissediyorduk.
En son vagona oturduk, kimseler yoktu. Tren Yenikapı’da durdu. Üç kişi gelip yanımıza oturdular, bunlar yirmili yaşlardaydı. Ne zaman nerde ne yapacağı belli olmayan kopuk bir tiplere benziyordu.
Üçü de bizi süzüyordu.
Bir tanesi atıldı, Ne yapıyorsunuz lan siz burada!!
Bunu öyle bir söylemişti ki çocukluk işte o kadar korkmuş ve bir o kadar da çaresizce birbirimize bakmaya başladık, Erkan gözleri korkuyla dolu bana bakıyordu.
Bu sefer diğeri yüksek sesle bağırmaya başladı.
Çıkarın lan cebinizde ne varsa
Çok korkmuştum hızla elimi cebime attım, on bin lira kağıt para vardı cebimde, çıkardım, alıp kaçtılar. On bin lira onlar için bir sigara parası bile değildi.
Apar topar geri döndük, herkes bir yerlere dağıldı.
Erkan ve ben kaldım.
Erkan
Burak gel Şişli’ye çıkalım dedi.
Tamam dedim.
Neden? Oraya gitmek istediğini yıllar sonra anladım.
Erkan’la birlikte birkaç defa şişliye çıktık, beni hep arka sokaklarında dolaştırıp duruyordu. Bir yerlere gitmiyorduk, sadece yürüyordu, düşünüyordu, yürüdüğümüz yollarda kimseler yoktu, kaldırımlarda çöp kırıntılarının kenarlarında sokak kedileri oluyordu. Belli başlı sokaklarda da pencerelerde yaşlı teyzeler oturuyordu.
Bir sokak bitiyor sonra diğer sokağa gidiyor, ayaklarımız çatlayıncaya kadar yürüyorduk. Neden niçin Hiç bilmiyordum.
Hadi gidelim Erkan dedim
Hayır biraz daha yürüyelim dedi.
Gel birazdan otururuz yoruldun Herhalde…
Evet gerçekten de çok yorulmuştum, bir apartman kapısının önünde basamaklara oturduk, kimseler geçmiyordu.
Erkan’la böyle garip, anlayamadığım, çözemediğim bir arkadaşlığımız olmuştur.
Okullar bittikten üç dört yıl sonra onu bir berberde gördüm. Berberle muhabbet ediyor, şakalaşıp gülüyorlardı. Ama Erkan hep gülüyordu.
Nasılsın? Erkan dedim
Gözlerimin içine bakıp gülmeye başladı.
Sürekli gülüyordu. Berber koltuğuna oturdu, aynanın karşısında kendine bakıp bakıp gülmeye başladı. Erkan hiçte normal değildi. Bir tuhaf olmuş, sanki bir şeyler içmiş gibiydi, Ayağa kalktı.
Birazdan geliyorum Burak bir yere ayrılma dedi.
Çıktı ve bir daha bayağı uzun bir zaman görmedim
Berbere sordum, Erkan’ın nesi var ağabey dedim.
Hiç iyi değil Burak, sorma; işten ayrıldı Erkan, sürekli bunalımda, geliyor, gidiyor, bir şeyler soruyor, hiç anlamıyorum. gülüyor, sürekli gülüyor. Biraz kuşkulandım doğrusunu söylemek gerekirse ama kuşkum orda kaldı.
Birkaç yıl daha görmedim.
Hakkında sürekli bir şeyler anlatılıyordu.
Kimisi Erkan’ın mitlerden, ajanlardan söz ettiğini söylüyor, kimisi de giydiği gömleğin düğmelerinin birer kamera olduğunu söylüyordu.
Belli bir zaman geçti.
Askerlik bitti. Osmanpaşa mahallesin’den taşındık, daha sonra mahalleye uğradığımda Erkan’ı Osmanpaşa parkında otururken gördüm, yine gülüyordu
Yanına oturdum.
Cebinden Samsun sigarasını çıkardı ve yaktı.
Burak beni dinle dedi
Sen beni anlayabiliyorsun, bana bir şeyler oluyor, ailem bana doğru üstüme üstüme geliyor, baskı yapıyorlar. Geçenlerde babamla kavga ettim.
Araba mevzusuydu.
Erkan araba kullanmasını iyi biliyordu. Ehliyeti de vardı. Ancak hastalık söz konusu olunca babası araba vermemeye başlamıştı.
Anlatıyordu, konuşurken gözleri uzak bir yerlere dalmış gibiydi.
Burak beni dinliyorsun değil mi?
Senin yanında kendimi çok rahat hissediyorum. Keşke o doktor da senin gibi olsaydı o zaman beni çok daha iyi anlardı.
Hangi doktor?
Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi başhekimliği bölümünde, bir şey anlatmak istiyorum, gayet düzenli bir şekilde kafamda tasarlıyorum. Yalnız doktor bazı sorular soruyor, bir an kendimi kaybediyorum. Bambaşka bir yerlerde dolaşıyorum, söyleyeceklerim kafamdan silinmiş, karanlık sisli bir yolda durmadan yürüyorum.
Ne kadar zaman kaldın dedim.
Yüz otuz beş gün. Bazı zamanlar elektro şokta yaptılar, bunun bana iyi geldiği kanısındalar. Bir an durdu. Gözlerime bakarak sen söyle Burak dedi; benim bir şeyim var mı?
Var mı? Sen hastasın mı? Demeliydim. Belki de bir şekilde kendini kabul edebilirdi ama ben olmasam başka insanlara yönelebilir aynı soruyu onlara sorabilirdi.
Ben hasta mıyım?
Onun herkesten duymak istediği bir tek cevap vardı. Senin hiçbir şeyin yok olmalıydı.
Böylece kendini teselli edebilecekti, hatta doktora bile gidip bakın bakın doktor bey benim hiçbir şeyim yok herkes öyle söylüyor diyebilecekti.
Peki Erkan sen kendini nasıl hissediyorsun?
Bu soru karşısında tekrar o karanlığa düşüyordu.
Hastaydı. Ve bunu her hasta gibi kabul edemiyordu, bir süre sustu sonra tekrar konuşmaya başladı.
Her şey sana anlattığım gibi Burak beni dinledin, sorunlarımı anlattım sana.
Ama yine söylüyorum; bu öyle bir takıntı oldu ki bende, lütfen Burak bana içtenlikle bir cevap ver ve bana doğruyu söyle; benim bir şeyim var mı? Ben gerçekten bir ruh hastası mıyım Veya öyleysem neden bunu kabul edemiyorum.
Her şey çok boş geliyor, tek çarem sonsuzluğa kaymaktı yıldızların ötesinden, gökyüzünü seyretmekti, istiyordum ve isteklerimin içinde kayboluyordum, gördüğüm her şey gerçek gibiydi. Hızlı bir şekilde bir yerlere sürükleniyordum. Durmadan yürüyor, yürüyordum.
Erkan çok değişmişti, anlattığı konular tamamen gerçekti ve yaşadığı sorunları baştan sona kadar hepsini anlattı.
Doktorlardan, hemşirelerden, hastabakıcılardan nefret ediyorum. Doktor beni karşısına alıyor, sualler soruyor, cevap veriyorum. Bana deli olduğumu söylüyor, neden bunu yapıyor bilmiyorum ama onu öyle bir gebertmek istiyorum ki hayallerimde bile onu dövdüğümü, yaralayıp hastanelik ettiğimi düşlüyorum.
Bütün gün boyu ilaç verip uyutuyorlar, içim dışım diazem oldu. O ilaçtan nefret ediyorum. Burak kusura bakma yıllar sonra seni gördüm, gerçekten bu çok mutluluk verici bir şey seninle iyi kötü anılarımız oldu. Ama gel gelelim sorunlarım var anlatacak kimsem yok.
Annem, babam, kardeşim, doktorlar anlayamıyorlar, ama sen beni anlıyorsun.
Tam o sırada önümüzden üç beş arkadaş geçti, yanımızda durdular, bizi selamlayıp
geçtiler.
Erkan’ın anlatacakları burada bu üç beş kişinin yanımızdan geçip gitmesiyle düşünceleri dağıldı. Hiç anlayamadığım bir dilde konuşmaya başlamıştı sanki; Sen hiç birileri tarafından takip edildin mi? Beni takip ediyorlar, bunu kimin yaptığını biliyorum. Ailem peşime adam salmış, ya da doktor beni takip ettiriyor, zaman zaman onları arkamda hissediyorum, bazen de hiç anlayamadığım bir şekilde ortadan kayboluyorlar.
Çok fazla kafana takma dedim. Duymadı bile başka yerlere dalmıştı
Ne yapalım biliyor musun? Burak
Küçük bir sandık bulalım, hani manavlardaki kasalar var ya onlardan, sonra o sandığa dört tane teker yapalım, bir tanede ip bağladım mı? Çok güzel bir araba oluverir. Sonra içine selpak, su, bilet, sigara koyarız, Eminönü’ne gideriz, orda insanlar var. Balık tutan insanlar, susarlar, burunları akar, satarız. Hem de gezeriz. Ne dersin.
Söyledikleri sanki küçük bir çocuğun kendine küçük bir araba yapma hayalleri gibiydi.
Belki de hep yapmak istediğiydi; çocukluğun bıraktığı bir eksiklikti bu. Kapanamayacak bir eksiklik. Erkan’ını aşırı derecede arabalara tutkusu vardı. Babasının Kartal marka bir arabası vardı. Onunla mahallede geziyor, kimi görse yanına alıyor, saatlerce durmadan aynı yerlerde dolaşıp duruyordu.
Şu anda o araba yoktu. Bu da onun hayatında, çocukluğunda yaşamadığı, hep arzuladığı ve yıllarca hep o hayalin eksikliğiyle yaşamış bir insanın yıllar sonra da karşılaştığı aynı eksiklik ve aynı hayal kırıklığıydı.
Bayağı uzun bir süre parkta oturduk, sıkılmıyordum.
Ama Erkan’ın çok farklı bir dünyası vardı. Benimle de hiç sıkılmadan yaşadıklarını paylaşabiliyordu. Belki bir uydurmaydı, tamamen kendi kafasında tasarladığı bir anlatımdı. Ama öyle bile olsa yaşadıklarının ispatı her yerindeydi.
Kafasında, yürüyüşünde bile bir farklılık hemen göze çarpıyordu. Yolda yürüdüğü zaman kimseye bakmıyordu. Ceketinin sol cebinde her zaman küçük bir pet şişe taşıyordu.
Bunun bazen limonlu bir su olduğunu, bazen de normal, doğal bir su olduğunu söylüyordu.
Diğer ceplerinde ise küçük kağıtlara paket yapılmış, haplar duruyordu. Bunlardan bir tanesinin adı akinetondu. Bu Parkinson hastalarında kullanılan bir ilaçtı.
Osmanpaşa mahallesinde kimse Erkan’la konuşmuyordu, hatta bazı insanların dalga geçtiklerini bile işitmişimdir. Oysa insan hasta bile olsa bu kafada veya vücudun herhangi bir yerinde bile bir problem olsa bazı geri kalmış insanlarımız bunların üstlerine giderler sen hastasın, sen delisin, sen sakatsın, sen normal değilsin gibisinden abuk subuk kelimeler söylerler.
Erkan’ın sağlık problemini bu geri kafalı insanlar kendi gözlemlerine dayanarak ilk fark ettikleri zaman bütün bir mahalleye yaymaya başladılar. Bu insanlar asıl kendi sağlık problemlerinin farkında bile değiller. İşte gerçek sorunlu insan bunlar, o kadar yalnız ve öyle bir uydurmaca dünyada yaşıyorlar ki insan olmayı unutmuşlar.
Bir süre daha oturduk, hayatımın en tuhaf günlerinden bir tanesiydi.
Saatlerce oturduk, sıkılmadan, bıkmadan, o anlattıkça ben de farklı bir dünyaya sürükleniyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.