CENNET BAHÇESİ
İlk gördüğümde hayretler içinde kalmıştım etrafı çevrilmiş sınırları belirlenmiş sıradan bir tarla görüntüsü. Ama ne tarla içinde taşlar hem de daha önce irice olanları temizlenmiş tel örgü kenarlarına sıralanmış buna rağmen insana bu ne yahu aynen Türk filmi “Taşlı Tarla “gibi dedirten bir görüntü ……… Oyuncuları hatırlamıyorum ama bir zamanlar böyle bir film izlemiştim “karı koca güç bela bir tarla sahibi olmuşlardı ama ekecek toprağa ulaşmak için epey bir zahmete katlanmışlardı”…….. Neyse biz gelelim bizim filme irili ufaklı taşlar ve arada yüzünüze gülen, kırmızı renkli, harika bir toprak. Gerçi toprağın arasına serpiştirilmiş taşlar daha hoş olacaktı ama her zorluğa karşın biz ekmeyi değil ama dikmeyi düşünüyorduk. Hem de koca koca taşları hiç kafaya takmadan ve dört arkadaş başladık taş temizleme işine. Bu sırada ilerde burası Cennet Bahçesi olacak ya ( bu benim koyduğum bir isim ilerde neden bu ismi koyduğumu açıklarım) şimdi işimiz çok.
Öncelikle ihtiyaçlarımızı karşılayacak ufak bir kulübe lazım malum bahçe malzemelerimiz olacak bunların kapalı bir yerde durması gerekir. Evet, birde yaşamın gerektirdiği bazı alışkanlıklar var yemek içmek gibi. Bunun içinde kap kacak lazım, en temel ihtiyaç tuvalet. Bunları içine alacak şöyle ufak baraka gibi bir şey olsun dedik. Oldu, ama hiç de öyle ufak değil önünde geniş verandası, deniz manzaralı terası ile içinde çok şirin bir mutfak bir tuvalet kocaman fırını minik buzdolabı ile sanki koca bir malikâne oldu. Biraz abartmış olabilirim malikâne derken ama ilerde üzerine bir kat çıkıp azcık sağa sola uzatıp gerçek bir malikâneye dönüştürebiliriz. Biz istedikten sonra neden olmasın? İnsan canı gönülden istedi mi olmayacak şey yok. Yeter ki istesin. Evet, ne demişler? “Dünyada mekân ahirette iman.” Bizimde başımızı sokacak bir mekânımız olmuştu.
Bu arada toprakta üzerindeki taşlar temizlendikçe sanki yüzümüze gülüyordu. Bu gelişmeler bahçenin eski sahipleri diyebileceğim kaplumbağaları da huzursuz etmişti. Nede olsa bizden önce buraların efendisi onlardı. Gerçi uzun süre hiçbir sorun yaşamadık kendileriyle. Aksine sanki onlar bizden biri gibiydiler hatta bir ara bendeniz onlara isim vermeyi bile düşündüm. Takdir edersiniz ki hepsi birbirine benziyor gerçi çocuklarla büyükleri ayırt etmek kolaydı, boyutları farklı ama hangisi anne hangisi babaya da dede kim? Bu gün “nasılsın kızım?” dediğine ertesi hafta “ne haber amca?” demek hoş olmazdı. Ta kii ektiğimiz domatesleri yiyip, çilekleri kökünden söküp kendilerine toprakta serin bir yuva arayışlarına kadar. Yinede onları doğal ortamlarından uzaklaştırmadan hemen yanımızdaki tarlaya gitmeleri için teşvik etmedim desem yalan. Her birini ellerimle götürüyordum yan tarlaya kadar. Bir yandan da bunu yaptığım için onlardan özür diliyordum. Daha sonra öğrendim ki kaplumbağaların kulakları yokmuş yani ben boşa çenemi yormuşum ama olsun eminim onlar beni anlamıştır bir şekilde ……..
Sıra bahçeye dikilecek fidanları seçmeye gelmişti heyecan içinde yörenin en bol çeşitli en büyük fidanlığına gittik. Ogün biz dört arkadaşı gören fidanlık sahibi eminim arkamızdan çok gülmüştür. Neden; derseniz hepimiz bir yandan aklına gelen meyve isimlerini sıralıyor, bir yandan da fidanlıkta çiçekten çiçeğe konan arılar gibi dolaşıyorduk. Her biri birbirinden güzel çiçek çeşitleri, fidanlar arasında neyi alacağımıza karar vermek çok zordu
— Elma alalım
— bir yeşil bir kırmızı olsun
—portakal mandalina
—aaa! Narı unutmayalım
—çamlar girişin iki yanına çok yakışır
—kayısı, incir
— güllerde çok güzel
—ay, ay şu begonvillerin rengi harika hepsinden alalım ……………………İşte bu konuşmalar böyle uzayıp gitti. Fidanlıkta alacak meyve çeşidi kalmayana kadar aklımıza gelen her meyveden bir fidan aldık. Unutulanlar zaman içerisinde tekrarlanan fidanlık ziyaretlerinde tamamlandı. Etrafa serpiştirdiğimiz güller, çiçek ve sarmaşık çeşitleri de cabası. Tam bir Nuh un Gemisi olayı burası da Nuh un bahçesi olacaktı.
Beklenen gün gelmişti. Önceden hazırlanmış çukurlara büyük bir zevk ve heyecanla dikim işleri başladı. Hepimizde bir heyecan vardı. En çok ben heyecanlanıyordum galiba. Çünkü ilk defa toprakla bu kadar yakın olmuş, daha da ötesi ilk defa ellerimle ufak bir fidanı toprağa dikip onun büyüyüp gelişmesine şahit olacaktım. Bu beni o kadar etkilemişti ki sanki yanlış bir şey yaparsam onun yaşamına son verecekmişim gibi hissediyordum. Bu konuda hiçbir tecrübem yoktu evde saksıya çiçek dikmeye benzemiyor. Geleceğin kocaman ağacı şu an ellerimde ufak bir bebek gibi yapılacak bir yanlış onun tüm geleceğini etkileyebilirdi. Ben bu ürkeklikle genelde fotoğraf çekme işine dalıp bu anı belgelemek istiyordum. Sıra dikilen fidanlara su verme işine gelmişti. İşte o can suyu denilen fidanın toprakla bütünleşip, birbirine alıştığı, kavuştuğu ve uzun sürmesi temenni edilen sonsuz birlikteliğin başladığı an. Gerçi birliktelikler hiçbir zaman sonsuz değildir. Ayrılık vardır, bir yerlerde saklanmış beklemektedir. Ama başlarken birliktelikler, dillerden dökülen gönülden dilenen sonsuz birliktelik sonsuz mutluluktur bile bile bir son olduğunu yinede hep umut vardır yüreklerde. Evet, dökülecek suyla fidan yeni yerine alışacak toprakta onu sarıp kucaklayıp besleyip büyütecekti ve buna benimde bir katkım olacaktı. Sanki ben ona ihtiyacı olan yaşam enerjisini verecek şalteri indiriyordum. Boşuna can suyu dememişler kısaca ona can veriyordum. Akşama bütün fidanlar dikilmiş hiç alışık olmadığımız bu uğraş sonucu hepimizi tatlı bir yorgunluk sarmıştı ama bu çok farklı bir yorgunluktu insana huzur veren mutluluk veren bir yorgunluk. Şehir yaşamının yüklediği tüm olumsuz enerji toprakla uğraşmamız sonucu bedenimizi terk etmiş yeniden doğmuş gibi arınmış huzur bulmuştuk.
Artık fidanlarımızın büyümesi için yapılacak görevler bizi bekliyordu. Aynen bir çocuğun annesine muhtaç olduğu gibi onlarda bizim ilgimize muhtaçtı. Sulama, gübreleme, ilaçlama, çapalama kısaca ihtiyaçlarını yerine getirdiğimiz zaman karşılığını hemen görebiliyorduk. Yemyeşil yapraklar arasından minik çiçekler yüzümüze gülüyordu. Doğacak çocuğunun müjdesini veren heyecanlı anne adayı misali, yakında bu çiçeğin yerinde meyvem olacak der gibiydiler…
İşte sonunda emeğimizin karşılığını almaya başlamıştık. İlk kopardığımız meyvenin tadı unutulur gibi değildi. Nasıl unutabiliriz? Kendimiz yetiştirdik uğraştık, otunu temizledik ellerimizle, gübresini suyunu eksik etmedik kısaca gözünün içine baktık. O’da baktı ki bu kadar ilgi alaka gösteriyorlar bari bende şu doğal ortamın hatırına şimdiye kadar tatmadıkları lezzette en güzel meyvelerimi vereyim dedi. Ve verdi hem de ne lezzet.
Şimdi gelelim bahçemize benim verdiğim henüz kimsenin bilmediği isim meselesine. Yazımın başında dediğim gibi burası Cennet bahçesi. Nedir cennet bilen gören yok tek bildiğimiz kitaplarda yazan güzelliklerle dolu altlarından ırmakların aktığı çeşit çeşit meyve veren ağaçlar kötü sözün duyulmadığı güzel insanların bir arada olduğu güzelliklerle dolu bir bahçe.
Sorarım size her gün biraz daha büyüdüklerine şahit olduğumuz ağaçların gölgesinde, güllerin çeşit çeşit çiçek kokularının arasında dostlarımızla beraber neşe içerisinde yenilen yemekler, hoşsohbetler, semaverde demlenen o nefis çayı yudumlarken udi eşliğinde hep birlikte söylediğimiz şarkılar. Bunlar azmı bir bahçeye cennet demek için. Akan ırmaklarımız yok ne gam. Yüreğimizde coşkuyla akan sevgi ırmakları olduktan sonra candan dostlarımız var oldukça bu bahçe cennet olacak. Güzellik paylaşıldıkça çoğalır anlam kazanır dostlar olmadıktan sonra dünyanın ne anlamı var cennet neymiş .Bu kısacık hayatta kendi cennetimizi kendimiz yaratalım güzellikler içinde yaşamaya bakalım.Öldükten sonra ?.........işin o kısmı Allaha kalmış nereyi uygun görürse boynumuz kıldan ince.
YORUMLAR
Bu cennet bahçede nice güzel anıları paylaşan kardeşleriniz olarak eşim ve ben sizlere yani yazınızda bahsettiğiniz dörtlere en içten, en candan teşekkürlerimizi, sunarız...
yazıyı daha önceden okumuştum ama şimdi yeniden okuyunca çok duygulandım...
Olsun, Allah sizlerin o güzel kardeşliğinizden ve dostluğunuzdan mahrum bırakmasın yeter...
Sizin gönül bahçelerinizdeki güzelliği, zenginliği biz biliriz...
selam ve sevgiler sonsuz...
şenseverler adına...
Yüreğimizde coşkuyla akan sevgi ırmakları olduktan sonra candan dostlarımız var oldukça bu bahçe cennet olacak. Güzellik paylaşıldıkça çoğalır anlam kazanır dostlar olmadıktan sonra dünyanın ne anlamı var cennet neymiş .
Tabiata karşı verilen mücadeleyi ve bunun neticesinde oluşturulan güzellikleri anlatan güzel bir öykü-anı arası gayet başarılı üslupla zaman zaman islami terminolojiyle de özdeşleşen güzel benzetmelerin oldugu bir eser oluşmuş,bir şeyi merak ederim 60'ın üzerinde insan okumuş Allah sayıyı artırsın.Acaba iki kelime yazmak zahmetine katlansalar hem yazarı onure eder hemde cesaretlendirmez mi?
Tebrik,takdir ,selam ve nice güzel öyküler yazmanız temennisiyle..