Dialoglar-6 (Yaşayan geçmiş)
- Belki de tedaviyi yarım bırakır, kaçar giderim buralardan. Bana engel olabilir misiniz dr?
- Hayır, bunu sakın yapma.
Diye atıldı Ufuk. Bu onun zaafıydı, gitmelere asla müsaade edemezdi. Hatta kendisine bile. Bu yüzden hala bir yanı İstanbul’a bağlı kalmıştı. Görünüşte belli olmasa bile aralarına görünmeyen bir çelik halat germişti şehirle.
Gitmelere artık tahammülü kalmamıştı. Irmak’tan, eşinden, çocuklarından ve ailesinden ayrı kalmak öğrencilik ve gizli depresyon hayatı da dahil yıllar boyu çekeceği kadar çektirmişti genç adama ve şimdi bir yabancıyı dahi bırakamıyordu. Ama biliyordu ki onları isteyerek bırakmamıştı, bunu İpek istemişti. Belki haklıydı, Ufuk geçmişini geride bırakamıyor ve sanki orda yaşamaya devam ediyordu.
Irmak kardeş gibi değildi. Onunla birlikte kendiside göç etmişti sessizliğin mekanına. Yarı ölü buna denirdi herhalde. Ya da yarı canlı. Bedenini bir yanı çürüyordu sanki. Kalbinin sızladığını hissetti. Şimdi kalan yarısı onun anısına yaşatmaya çalışıyordu kendisi gibi kalanları. Belki iki yarım bir bütün olamıyordu gerçekte ama öyle farz etmeyi tercih ediyordu. Ettiği yemin sadece gerçeği, bilimin getirdiklerini öğütlüyordu belki. Ancak onun branşı buna müsaade etmiyordu. Evet, bazı ruhsal bozuklukların altında fizyolojik nedenler yatıyordu belki ancak bu olsa olsa yüce yaratanın bilimsel gerçeklik için inanmayanlara verdiği bir yanıt olsa gerekti.
Gitmek isteyen her seansta tanıdıklaşan bir yabancıysa hiç şansı yoktu bu yaralı genç doktorun. Müsaade edemezdi.
Seans bitene karşın onu yarıda kesme çabalarını fark etmesine karşın içerisinde mücadele verdiği tek şey ona telkin amaçlı sarf etmesi gereken sözlerin telaffuzu için ne söyleyeceğini, doğrusunu aramaktansa daha çok kendi korkusunu bastırabilme yönündeydi.
Bundan, hasta için değil kedisi için endişe ettiğinden çekiniyordu.
Yağmur, belki buraya destek almak için gelmişti _ne kadar inkar etse de_, ancak yine de Ufuk’tan kat kat daha güçlü görünüyordu. Köprüden düşen bir insanı tutabilecek kadar güçlü.
Evet, izin vermemeliydi hasasından evvel kendisi için. Bu, ondan önce doktor için büyük bir yıkım olabilirdi. Daha öncekilerin enkazı kalkmamışken yüreğinden henüz, bir ‘yabancının’ gidişi dahi yok edebilirdi bu bağışıksız bedeni. Hastalarında olduğu gibi kendisinde faydalı olmuyordu etkileyici kelimeleri. Ve artık kendisini düşünmemeliydi.
Aklından Irmak çıkmıyordu. Zaten bir tek onu silmek istemiyordu. Oğluyla dahi eskisi gibi sık sık görüşmüyordu. Sadece bir kere yeniden bir aile gibi toplanabilmişlerdi bu yeni evde, bir aile gibi. Çocukların tekrar gelmek istemesine karşın İpek müsaade etmemişti Yalova’nın bu nemli toprağa sahip köyündeki akrep telaşından. Oysa onların gördüğü meyve bahçeleriydi.
Onlar geldiğinde Irmak’ta ordaydı, öyle kabul etmişti. İşte anne ve babasının arasında oturuyordu bahçede ikiz kız kardeşi, canının yarısı. İşte küslüğünü bir kenara bırakıp kalkıp gelmişti. O soğuk hastane odasından.
Yoktu ki hiçbir rahatsızlığı, şizofreniyi unutur, bir tak anında kocaman farlarını yakıp üzerine gelen kamyonun altında altına hiç girmediğini sayarsak. Hadi saymadık, uyanmıştı ama. Haftalar sonrasında da olsa.
Ve o süre zarfında Muğla’da yaşamıştı Irmak, gidişinin ardından oraya ve anlattığı yerlere gitmişti Ufuk. Vardı gerçekten.
Şimdi neyi kabul etmeliydi bir bilim adamı olarak. Yok muydu yani metafiziksel olaylar.
Kafasını çok takmıştı ki bu konuya biran irkildi. Yağmur bir şeyler söylemeye karar vermişti sonunda. Ancak yine kısa kesti. Bugün sessizliği oynuyordu anlaşılan.
İlk günler çok düşünmüştü, bu kız böyle susmaya devam ederse nasıl anlaşacağız diye. Hatta gerçekten gitmesini bile dilemişti bir ara ilk hastasının.
Ancak şimdi neleri anlattığını biliyordu onun, sadece orda oturarak bile. Ufacık mimikleriyle Irmak belirdi yine gözünün önünde. O da hayallerine daldığında böyle ufak mimikler yapardı sadece, saatlerce hareketsiz oturduğu yerde. Sadece kendisinin anladığını savunurdu kardeşini o anlarında.
Ona;
- Gitme, ölürsün. Diyemedi.
Binlerce lanet yağdırdı evde olmadığı o geceye. Daha on yediydi. Birkaç dakikaları da olsa aralarında ağabeyiydi işte. Olmasa ne çıkardı sanki, bu acı baki kalacaktı.
Şimdi Yağmur’a da;
- Gitme. Diyemiyor.
Bu kızın güçlü ama dengesiz kişiliğine rağmen ölümden kaçamayacağına öyle emindi ki kendisine kızıyordu buna inandığı için.
Yanında olmayan herkes savunmasız kalabilirdi sanki hayata ve de gizli, görünmez güçlere karşı. Bu tür filmleri de izlememeliydi galiba. Çok etkileniyor ve daha fazlası inanıyordu. Ölen şaşkın insanı yerden çıkan siyah gölgelerin sürükleyerek götürdüklerine.
Düşünmemek için elinden geleni yapıyordu ve gözünü kapadığında Irmak mı, Yağmur mu olduğunu ayıramadığı ama sıcacık bir kızın yumuşacık karnına yüzünü gömmüş ağlıyordu. Ve biliyordu anlamını rüyasının, yumuşacık bir karın, sıcacık ana rahmi gibiydi her ‘zayıf’ için. Ve de huzuru özleyenler için…
gülden
Dialoglar-6 (Yaşayan geçmiş) Yazısına Yorum Yap
"Dialoglar-6 (Yaşayan geçmiş)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.