EMANET
Her şey iki gün önce bir öğle vakti gelen mektupla başlamıştı. Gönderenin meçhul olduğu mektupta, babamın amcasının eşinin bildirilen adreste tek başına yaşam mücadelesi verdiğinden bahsediyordu. İnanamadım. Babamın bir amcası varmış ve aynı şehirde yaşıyormuşuz. Bu bir şaka olmalı diye düşündüm iki gün boyunca. Ama sonra içimde tarifi zor bir duygu beni adrese taşıdı.
Bina çok eski ve köhneydi. Üç kat zamana meydan okurcasına sanki yıkılmama mücadelesi veriyordu. Ahşap olması da ayrı bir hava katmıştı bu mücadeleye. Kim bilir ne rüzgarlara selam durmuştu, ne fırtınaları ne yağmurları karşılamıştı küçük ahşap köşk. Heybetli imiş bahçe kapısı bir zamanlar diye düşündüm. Bahçe ise çok bakımsız olmasına rağmen hala müthiş görünüyordu. Köşk, bahçenin tam ortasındaydı. Bu bahçede zamanında nadide güllerin açtığı belliydi. Bir zamanların en güzel kamelyası bu bahçenin en romantik köşesiymiş hissi hasıl oldu birden içimde. Birde metruk fıskiyeli havuz. Düşündüm,hayal ettim ,birkaç minik serçe birkaç güvercinle nasılda oynaşıyor fıskiyenin başında.
Şimdi gözlerim ahşap köşkte bir yaşam belirtisi ararcasına gezinirken , birden ikinci katın perdelerinin oynadığını hissettim. Heyecanlıydım. Biraz da korku vardı içimde. Adımlarım beni kapıya getirdiğinde parmaklarım bir zil aradı. Ama nafile. Sadece demirden kocaman el şeklinde bir tokmak kapının sağ kanadında hazırdı. Çaldım. Beklerken geçen dakikalar bir ömür gibi geldi. Bir an dönmeyi düşündüm. Sonra merdivenlerde ağır inen ayak sesleri bu düşünceden vazgeçirdi beni. Kalmalıydım. Hissettim. Bu viraneyi ve bahçe kapısının dışındaki şahane binaları düşününce neden burada yaşanılır diye düşündüm. Ama sanırım yürekler hatıraların izlerinin peşinde oluyor çoğu zaman. Belki de ben de bu ize takıldım. Birden kapı ağır ağır açılmaya başladı geçmişten bu güne. Karşımda küçücük bir beden ,saçları varla yok arası , son bir çaba ile hayata bağlanan bir kadın. Gözlerinde bir bebeğin daha belli olmayan o grimsi renk ,ama anlamlı bakışlar. Birden hayatın insanları nasılda bu kadar aciz bir hale koyduğunu düşündüm. Yeni doğan bir bebek, yaşamı öğrenerek büyüyordu ve sonra tekrar bebek oluyordu adeta. Belki çok daha aciz ve çok daha az direnen bir bebek. Yüzündeki çizgiler öyle derindi ki, sanki zaman ona kalıcı bir makyaj yapmıştı. Bu arada bir şeyler söylemem gerektiğini düşünerek, sadece ’’Halide hanım’’ dudaklarımdan dökülen iki kelime oluverdi. Beni sessizce içeri alan bir çift küçük el o kadar sıcak geldi ki bir an ve rahatladım adeta. Gözlerim sanki daima etrafta geziniyordu. Engel olamıyordum. Eşyalar o kadar tozluydu ki , anlaşılmaz güzel nadide eşyaların bu toza esir olmasına inanamıyordum. Ahşap merdivenden İkinci kata çıktığımızda tam karşıdaki odaya girdik. Burası köşkün belki de tek temiz odasıydı. Camın kenarındaki koltuklara oturduk. Hiç konuşmadan geçen dakikalar, ben de, içinden çıkılmaz bir cesaretsizlik örneği oluyordu adeta. Girişken ve konuşmayı seven ben ,şimdi bir kelime bulamıyordum sanki. Sonra kendimden bahsetmeye başladım. Nefes almadan konuşuyordum. Susarsam bir daha hiç başlayamayacağım gibi geliyordu. Birden elleri gene ellerimi kavrayıverdi, sevgi transferi bu olmalı diye düşündüm. Çok mutlu olduğunu hissettiriyordu. Hiç konuşmasa da anlıyordum, varlığım onun için çok önemliydi. Sonra beni ayağa kaldırdı zayıf bir hamle ile ,birlikte tekrar merdivenleri çıkmaya başladık. Evet tavan arasına kadar ağır ve soluk soluğa bir yürüyüş ile tırmandık. Arada boğazına bir şey düğümleniyor sanki ve bir iki öksürük. Ama dönüp bana baktığında artık önemli değil, endişelenme der gibi bir edayla gülümsüyordu. Nihayet tavan arasındaydık ,bu mekana yıllardır kimsenin uğramadığı belliydi. Kasvet havasızlık ve toz adeta boğazıma düğüm olmuştu. Ceviz bir sandığa yaklaştığımızda , yılların bu sandıkta saklandığını hissettim. Halide hanımın gözyaşları hatıralarıyla özdeşleşmişti ve o hatıralara tekrar ulaşmanın verdiği bir hüzünle akıyordu. Birden hayatımı ve yaşadığım anlamlı anları düşündüm. Yaşadığım en anlamlı andı belki de sandığın başındaki zamanlar. Sandığı açtığımızda bohçaların çatal iğnelerle kapatıldığını , iğnelerin paslandığını gördüm. Bana bohçaları açmamı söylediğinde ,bir panikle açmaya başladım. bohçaların içindeki her şey o kadar temiz ve o kadar yeni kalmıştı ki. Tüller ,giysiler, takılar, danteller daha bir sürü geçmişin izlerini taşıyan nadide eşyalar karşısında donmuştum adeta. Bu günle olan tüm bağımın koptuğunu hissettim. Göz yaşlarımı tutamıyordum nefesim kesik kesik bambaşka bir zamanda kaybolup gittiğimi hissettim. Son bir bohçanın kaldığını gördüm ,onu açtığımda ise bembeyaz bir gelinlik ,incilerle süslü bir taç ,işte o an Halide hanımın aşkını ve hatıralarını onun üzerine yerleştiriverdim hayalimde. Muhteşem görünüyordu. Ona sarıldığımın farkında bile değilken bana sıcacık bir öpücükle karşılık verdiğinde kendime geldim. Hiç tanımadığım bir yürekte nasıl da sevgiyi hissediyordum ta derinden. Bir çok insanla hem de çok iyi tanıdığım dostlarımla bile yakalayamadığım dürüst paylaşımı ve sevgiyi yüreğime hapsetmek istedim. Sonra tekrar ellerimi ellerinin içine alarak ’’hayat bu evlat,hiç beklemediğin bir anda karşına çıkan süprizler sana nasıl da taze kan veriyor değil mi? Ama unutma zaman çok zalimdir. Senin dostun değildir. Hızla tükettirir sana yaşamı bir gün bir bakarsın her şey için çok geç , zamanı çok iyi kullan ,boşa harcama,çünkü pişmanlıkların bile sana kaybettiğin ömrünü geri bağışlamaz. Hatıralarına çok iyi sahip çık ,onlar senin en önemli hazinen ve emanetin. Onları bir gün devredersin ve ölümsüzleşirsin böylece.’’ Sadece dinliyordum bu arada sandıkta bir sürü siyah beyaz fotoğraf ve mektup dikkatimi çekti, onlara elimi uzattığımda beni durdurdu, ve; ’’ onları okumak için çok vaktin olacak evlat, onlar senin bundan böyle. Nice zamandır bekliyorum birini, gelecek ve emaneti devredeceğim. Nihayet buradasın. Çok beklettin, ama geldin. Şimdi git artık ,dinlenmem lazım, çok yoruldum. Bunlar köşkün anahtarları. İstediğin zaman gel ve al onları. ’’ derken sanki bir daha onu hiç göremeyecekmişim gibi geldi. Köşkten ayrılırken kafam ve yüreğim allak bullaktı. Ağlamak değil,gülmek değil, hüzün değil ,neşe değil tarifi zor ama anlamlı bir his vardı. Arabaya bindim ve eve giderken ,neden ben? diye düşünürken ceviz bir sandık almaya karar verdim aniden. Gün boyu yaşadığım bir ömrü bundan böyle unutmayacaktım.
Üç gün sonra köşke gittim. Kapıya vurduğumda hiç ses yoktu. On dakikadan fazla bekledim. Daha sonra bana verilen anahtarlarla kapıyı açıp içeri girdiğimde ,köşkün içi bomboştu. Birden ne yapacağımı şaşırdım. Halide hanım yoktu artık hissettim. Ayaklarım beni tavan arasına çıkardığında ceviz sandığı ve üzerindeki notu gördüm. Parmaklarım titriyordu notu elime aldığımda ;
’’KİM OLDUĞUNUN HİÇ ÖNEMİ YOK EVLAT. EMANETİ İYİ KORU. ZAMAN ÇOK ZALİM OLSA DA SAKLAMAYI BİLİRSEN ÖMRÜNÜ BİR SANDIKTA ,SANA ASLA ZARAR VEREMEZ. BEDENİN BİR GÜN YOK OLSA DA RUHUN DAİMA YAŞAR VE YAŞATILIR.’’
EMANET Yazısına Yorum Yap
"EMANET" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.