- 1970 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Çoban uçtu kayası
-
…..Arka Toros dağlarının yüksek doruklarında, deniz seviyesinden 2000-3000 metre kadar yükseklerinde 300-500 yıllık kara çam ve ardıç, ormanlarının bulunduğu içinde geniş ve sulak otlakların bulunduğu, üzerinde rengarenk papatyaların, sonra yaban lalelerinin yetiştiği ve diğer çiçeklerle kaplı çayırlıkların olduğu ormanlık bir yerimiz yaylalarımız vardır.
…..Ormanlarının içinde ayıların yabani hayvanların dolaştığı barındığı, yabani yırtıcı kuşların tepelerde döne, döne uçuştuğu, asırlık kara çam ve ardıç ormanlarının diplerini, yine mantar türlerinden olan ve tadı çok güzel olan kuzu göbeği mantarların doldurduğu, renk, renk yabani lalelerin, ve hoş kokulu kekiklerin ve envai çeşit çiçekleriyle saleplerin bol olduğu bir yerdir bu Kan devir yaylası..
…..Bu gözde güzel mekan, asırlardır güzelliği ile süregeldiğinden, pek çok eski kavimlere, ve pek çok medeniyetlerdeki insanlara yaylak yazlık yeri olmuş olduğu da oranın bazı tarihi yerlerindeki tarihi kalıntılardan, tarihi mezarlardan ve tarihi aslan heykellerinin mermer sütun kalıntılarının oralardaki ören yerlerinde çokça bulunmasından hemen anlaşılmaktadır.
…..Bu oldukça gözde güzel mekanın, ve oradaki hayvancılar için değerli olan otlakların verimliliği otlaklarında otlayan hayvanlarının bol süt vermesi, ayrıca sütlerinin hoş kokusu yağının lezzetli olması bilinen bir gerçek olduğundan bu yerlere sahil köylerden Aladağ ve Keçimen köylerinin hayvanları her baharın gelişinde çıkarılır ve bu yerdeki yaylarda yaz ve güz mevsimi geçip kar düşünceye kadar bu yerlerde otlatıldıktan sonra oralarda göçebe hayatı yaşayan köylülerin halkı tekrar geldikleri kışlıklarına dönerlerdir.
…..Köy halkının müştereken tuttuğu bir çobana bu köylüler otlağa çıkacak hayvanlarını teslim ederler ve tuttukları o çoban, onları oralardaki otlaklarda kendi ailesi ile birlikte kendisine teslim edilen koyun keçileri otlatır, ve sonra akşam olunca yine köy halkının yurt tuttuğu yaylaya geri dönerlerdir.
…..İşte bu kiralık olarak tutulan çobanlardan , Aladağ köylüsünün çobanı olan Ali çoban bir gün on yaşındaki oğlunu da yanına alarak, her zaman olduğu gibi kendisine teslim edilen hayvanları otlatmak üzere sürer otlağa yaylıma götürürdür.
….Gittiği orman içindeki otlak geniş ve bol otların olduğu bir yerdir. Ali çoban, koyunlarını keçilerini oradaki orman içindeki bir çayıra salar ve kendisi de gider bir çam ağacına yaslanarak, uzaktan, uzağa onları izlemeye başlardır.
…..Arada bir de o gün yanında getirdiği on yaşındaki daha çocuk yaştaki oğluna seslenerek, sağa sola kaçan koyunları keçilerini toplatır, kendisi de elindeki kavalını çalar hem de ormanın sessizliğinde taşlardan yankılanan o güzel sesiyle yöreye ait ya da beğendiği başka yörelere ait olan türküleri söyler dururdur.
…..Ali çoban oldukça mutlu ve de neşesi yerindedir. Otlattığı koyunlar ise daha çok hayatından memnundur. Ot boldur ve koyunlar için lezizdir, her şey sorunsuz otlatmaya devam ediyor gözüküyordur.
…..Vakit geçer, artık ikindi vakti yaklaşmıştır köye koyunların keçilerin gitme zamanı gelmiştir.
…..Bu arada karşı yamaçlardan iki atlı belirir ve köye koyun keçileriyle dönmeye hazırlanan Ali çobanın yanına gelir dururlar.
…..Oraya gelen atlı adamların ikisi de silahlıdırlar. İçlerinden biri kızgın, kızgın Ali çobana çıkışır ve ona orada bağırmaya başlar.
…Der ki gelen adamlar.
…..Çoban, çoban seni bir daha bu otlakta hayvan otlatırken görmeyeceğiz, bu yayladan şimdi al hayvanlarını ve bu yaylayı çabucak terk et git bir daha da buralara gelme buralarda koyun keçilerini otlatma derler azarlarlar küfür ederler.
….Ali çoban duyduğu tehdit edici sözler karşısında şaşırır, o güne kadar, hiç kimse oralara sahip çıkmamıştır. Her yıl gelip kendi köylüsünün hayvanlarının otlattığı köylerinin merası olduğunu bildiği bu yerdir orası çünkü.
…..Ali çoban kendisine tehdit savuran yanına gelen adamlara kızar.
….Der ki;
…..Siz de kimsiniz be adamlar, buralar yıllardan beri bizim köyümüzün otlağıdır sen kimi kimin yaylasından kovuyorsun diye çıkışır adamlara.
…..Adamlar Ali çobana sinirlenmiştir, Elindeki kamçıyı var gücüyle Ali çobana vurmaya onu dövmeye başlarlar dağın başında.
…..Arkadaş sen bizim ne dediğimizi herhalde anlamadın galiba derler, ve arkasından artık buralarda bizim köyün hayvanları otlayacaktır diye de yine tehditler savururlar.
….Derler ki Ali çobana buralar bize padişah efendimizden fermanla kaldı ama, sizin köylüleriniz buraları yıllar önce elimizden silah zoruyla almışlar. Derler artık bundan sonra da gerekirse silah kullanarak bu yerleri Ali çobanın köylüsünden geri alacaklarını söylerler.
…..Ali çoban da, tekin adam değildir öyle kolayca pes edecek biri olmadığından o da bu sözleri söyleyen adamlara kızmaya onlara küfretmeye başlar.
….Bağırarak onlara çıkışır.
…..Arkadaş siz, neler söylüyorsunuz ey be arkadaşlar, buralarda bizler yıllardır hayvanlarımızı otlatırız diyerek karşılık verir. Şimdi mi aklınız başınıza geldi ne padişahı, ne fermanı bu diyerek, şimdi padişah falan mı kaldı memlekette diyerek kendisini kovan adamlara o da kızmaya başlar.
…..Ali çobanın o gün yanında getirdiği on yaşındaki oğlu Hasan da, koşarak onun yanına gelmiş, olanları izliyordur sessizce bir kenardan.
….Sonunda olan olur, iş kavgaya dökülür, Ali çoban atın üstündeki kendini kamçılayan adamı, yerinden tuttuğu gibi aşağıya yere indiriverir. Ve yanındaki on yaşındaki oğlunun da yardımı ile gelen bu adamlara vurmaya başlarlardır.
….Artık iş çığırından çıkmış onların arasındaki kavga büyümüştür. Bu defa öbür atın üzerindeki öbür adam kavgaya karışır. Ve orada silahlar çekilir Ali çoban oğlunun gözü önünde dağın başında vurulur. Oğlu Hasan ise, kavgada babasını korumak isterken ayağından yaralanmıştır.
….Ali çobanı öldüğünü, oğlunun da bacağından yaralandığını gören bu iki yabancı adam korkusundan atlarına binerek, hızla ormanın derinliklerinde kaybolup giderler.
….Ali çobanın ayağı yaralı oğlu Hasan, yerde cansız yatan babasının üzerine kapanmış devamlı ağlıyordur. Fakat o dağın başında ne ağlamasını duyan vardır, ne de oralara gelip giden birileri vardır.
….Kendinin ise bacaklarından oluk gibi kanlar akıyor nerdeyse o da kan kaybından ölmek üzeredir.
….Hasan sonunda oracıkta yorgun düşer bayılır ve babasının üzerine yığılıp kalır.
….Akşam olmak üzeredir ve hava kararmak üzeredir. Sürünün köylünün bulunduğu yere obaya geri dönmesi gerekirken köylüler gelmediğini görür ve telaşlanmaya başlarlar.
….Otlağa giden koyunların hemen, hemen hepsi kuzulu olduğundan, köye geri gelen yavrular obalarında kendilerine akşam dönünce süt verecek analarını bekliyorlardır.
…..Yaylada çobansız kalan sürünün önderi olan kara koyun dönme vaktini geçirmez, sürüye önderlik etmeye alışkın olduğu için başında çoban olmadan köylünün bulunduğu yere doğru yürümeye başlarlar.
….Kara koyun akşamın yaklaştığını anlamış olduğundan, obanın bulunduğu yere doğru yönelir, ve arkasından da onu öbür koyunlar takip ederler. Ve obaya doğru çıngıraklar çalıp koştururlar varırlar.
….Hava nihayet kararmak üzereyken, koyunlar çığlık çığlığa sesler çıkararak çıkarak, obaların olduğu yerde onların otlaktan gelmiş ve emmek için bekleyen yavrularına kuzularına varıp karışırlar.
….Olan bitenden haberi olmayan oba halkı, bir taraftan gelen kuzulardan süt sağmaya çalışırken, çoban Ali’nin eşi de eşi de, arkadan geleceğini umduğu çoban Ali ile oğlu Hasan’ı aramaya başlar.
….Ama ne ortalıkta kocası çoban Ali vardır, ne de onunla koyun keçi gütmeye giden on yaşındaki oğlu Hasan vardır.
….Çoban Ali’nin eşi telaşlanır, ve hemen biraz ilerideki Muhtar Kerim’e koşturur. Çabucak bulmuştur aradığı muhtarı.
….Muhtar kara kıl çadırının önünde, akşam serinliğinde oturmuş kahve keyfi yapıyordur.
….Muhtar Kerim çavuş telaşla gelen kadını görür ve oturduğu yerinden ayağa kalkar.
….Kadınsa telaşlı, telaşlı ona bağırır.
….Kerim çavuş, Kerim çavuş, köylünün koyunları geri geldi ama, başındaki ne bizim çoban Ali ortalıkta var, ne de benim oğlum Hasan var der, mutlaka başlarına bir şey gelmiş olmalı diyerek ben böyle olmasından korkuyorum bir ilgilen şununla diyerek bağırmaya ağlayıp sızlanmaya başlardır.
…..Artık muhtar da onun kadar telaşlanmıştır.
….Ne olacak Satı kadın, bir şey olmaz onlara biraz sonra bir yerlerden çıkar gelirler onlar da dediyse de içine bir kurt girmiştir.
….Ama hava karamaya başlamasına rağmen köye ne çoban Ali gelir ne de onun oğlu Hasan geri gelir.
…..Halk artık onların başına bir şey gelmesinden huylanmıştır.
….Kimi dağda hayvan otlatırken bir ayının onları öldürebileceğinden kuşkulanır kimi bir yardan aşağıya onların ot toplarken düşmüş olabileceğinden kuşkulanırdır.
…..En doğrusu onu gittiği yerde arayıp bulmaktır diyerek fenerler yakılır, köyün erkekleri ormanın otlaklarına onları aramak için dağılırlar ve başlarlar çoban Ali ile oğlunu bulabilecekleri her yerde aramaya.
….Uzun aramalardan sonra geç vakitte onları bulduklarında, çoban Ali ölmüş oğlu Hasan ise yaralı hala yerde can çekişiyorken bulurlar.
….Derhal onları yerinden alarak obaya taşınırlarken, yaralı olan ve ölmek üzere olan Hasana da gerekli müdahale yapılarak ölümden kurtarılır ve kırıklarını sarmak üzere sırıkçı Ahmet efendinin ellerine teslim edilir.
….Ahmet efendi, bir hayli kan kaybetmiş olan ve doktor olmadığı için doktorun bulunduğu yere ulaştırılamayan Hasan ‘ın, artık sakat kalması kaçınılmaz olan bacağını orada ateşte dağlayıp akan kanını durdurur. ve onun acısını bir nebze olsun dindirir ama Hasan’ın esas dinmeyen gerçek acısı onun babasının ormanda kendi gözü önünde öldürülmesinin acısıdır gerçek olan.
….Artık Aladağ köylüleri ile, cinayeti işleyen Keçimen köylüleri arasında arasında otlak davasından ve cinayet olayından olan bir husumet başlamıştır. Bu iş kan davasına döner, ve nizalı yayla davasına dönerdir.
….Aradan yaz geçer, kış geçer ve tekrar bir bahar zamanında yeniden bunların yaylaya çıkma zamanları gelir çatardır.
…..Bu defa halk önceden hazırlıklıdır. Hepsi silahlanmıştır ve koyunların otladığı cinayetin işlendiği yaylada sırayla nöbet tutmaktadırlar.
…..Keçimen köylüleri de, Aladağ köylüleri de, otlaklarını hatta yıllardır çıktıkları yaylalarını birbirlerinin elinden geri almaya, orada padişahlık zamanından kalan hakları olduğunu savunmaya azimlidirler ve onlar’ da silahlanmışlardır.
….Sonunda bu güzel Kandevir yaylasında, bu iki köy halkı karşı karşıya gelirler ve silahlar sonunda patlamaya başlardır. Karşılıklı pek çok insanlar yapılan karşılıklı çatışmada ölür, ve bu güzel Kandevir yaylası uğruna, köylülerin pek çok yuvası yıkılırdır.
…..Bir çok küçük çocuk da bu anlamsız çatışmada öksüz kalırlar.
…..Çoban Ali’nin, öksüz topal kalmış oğlu topal bacağıyla hayatını devam ettirip büyürken, köydeki bir saz ustasından saz çalmasını öğrenmeye başlardır.
….Daha önce babasından, bir nebze aldığı kaval çalma dersini de kendi imkanlarıyla geliştirir ve daha da iyi çalar hale gelir.
….Aradan zaman geçer ve bu Hasan büyür, saz çalmayı kaval çalmayı iyice öğrenmiş olarak, o da babası gibi aynı köyde çobanlık yapmaya başlardır.
…..Koyunlarını keçilerini alır, ve her zaman gittiği bol yeşillikli yayladaki güzel otlağa götürür ve koyunlar orada otlarken kendi de sazını alıp yaylada söylemeye başlardır.
Yaylanın otlağında, vuruldu babam,
Ağla sazım ağla, yaralı şuram,
Ben öksüz kaldım, nerede babam,
Ağla yüreğim ağla, dinlesin dağlar.
Ne çayır ne çiçek, nede ağaçlar,
Hiç yardım etmedi, bizim karabaşlar,
Babam can verirken, ağlardı çamlar,
Ağla yüreğim ağla, dinlesin dağlar.
…..Çoban Hasan acılı yüreğinin sesini dinleyip, gittiği her yerde koyun otlatıp her oturduğu yerde kavalını çalıp dağa taşa sazıyla sözüyle dertlenirken, yırtıcı kuşlar ise dört dönüyordu onun bulunduğu yerdeki kayalıkların üzerinde.
…..Sanki o kuşlar bir yerlerden yine bir şeyler olacağını sezmişti Ak başlı uzun kanatlı kartallar sanki onun ölmesini bekliyordu.
…..Hasan o gün bir kayalığa çıkmış kendi çaldığı sazının, ve kendinin sesini dinliyordu ağaçtan takma bacağı ile kayalıklardan gelen yankıda.
…..Sesi çalıp söyledikçe kayalıklarda yankılanıyordu. Arada bir de elinden sazını yere bırakıp kavalını çalıyordu. Kavalın sesi de en az sazı kadar kayalıklarda inliyor ve yankılanıp duruyordu.
…..Bütün bu hoş seda içinde sazından sesinden, ve de çaldığı kavalın yankılanan sesinin çıkardığı hoş sedanın büyücülüğüne kapılmış olan Hasan yağmur yağmak üzere olan havadaki bulutları düşünmüyordu görmüyordur bile.
…..Kara bulutlar birden bire aydınlandı ve çam ağaçlarının arasında şimşekler çakmaya başladı. Bunlardan biri Hasan ’nın bulunduğu yerdeki Ardıç ağacına düşmüştü, Hasan çok korktu ve hemen geriye çekildi.
…..Aşağısı uçurumdu işte o sırada onun ayağı kayalara takıldı, ve Hasan dengesini kaybetti ve oradaki uçuruma yuvarlandı.
…..Ölüm onu, orada bir daha yakalamıştı. Bu defa ölümden kurtuluşu olmamıştı, babası ile ölümü aynı yaylada paylaşmışlardı Hasan.
…..O günden sonra da o kayalıklar, hep Hasan için ağladı, ve adı kimine göre çoban uçtu kayası kaldı, kimine göre ise ağlayan kayalar olarak kaldı.
…..Ama ortada bir gerçek vardır ki, oradaki kayalıklarda, geceleri hep ağlama sesleri duyulduğunun yöre halkı tarafından söylenmesidir.