Kızmadım ilk defa
Dünyanın yerel saatlerinin zaman farkı aralığında, bir umutla ismini ezberlediğim, her bir kaldırımın ayak izimizin kokusunu taşıyan gölgesinde, dolunaylı bir gecede, uyuyan bulutların arasında, yıldızlarla karşı karşıyayken yazıyorum bu satırları sana...Kendi beynimde oluşturduğum tüm asılsız hikayeler, dün gece kabus olup rüyama girdiler. Neden az olan ve yitip gitmesi muhtemel, geriye dönülmesi imkansız zamanı bunca hoyratça kullanmış ve neden beni bu kadar zaman, bunca üzmene seyirci kalmışım; sorularına yanıt bulamadım.
Sana kızmadım bu sabah ilk defa... Kızamadım. Kıyamadım öfke bulutunun ardında nefessiz kalmana. Birkaç fincanlık kahvede saklıydın oysa, bir yudum bile kaçırmaya yeterken uykularımı...Bir sen vardın, bir de birkaç yıldızlık hayalin, ışık oyunlarında...
İpotek bıraktım gözlerine gözlerimi. Şaka değil, yalan hiç değil... Bugün daha çok anladım seni. Tası toprağı toplayıp, çekip elbise askılarından kişiliği, geride erimiş asfalt gibi bıraktım geleceği, çekip gidemem. Ellerin... Ellerin ağlar ellerin koynunda. Kahve telvelerinde çıkarsın karşıma. Yüreğin kabarmış der, kulağının arkasında soluk bir gül barındıran kenar mahalle çingenesi. Bakla fallarında göz yaşların çıkar... Ebedi istirahatına çekilirsin kimsesizliğin. Yurdun nemli aldığın sigaralardan geçer, dumanında gözlerini yakan hayaller...
Bu sabah ilk kez kızamadım sana... Yüreğimden ıslıkla sıkıştırılmış melodiler geçiyordu. Ağzımı açsam şarkılar söyleyecektim dolunaya. Ama olmadı... Çay buharı kadar bile yakın olamadım sana. Çatalına batmayan zeytin gibiydim. Oradan, oraya... Batıramadıkça daha çok hoyratlaşıyordun sen, vazgeçip başka bir zeytini seçmek yerine. Yoruyordun, kıstırıyordun tabağın bir kenarına. Seçeneğim kalmıyordu teslim olmaktan başka. Tüm saltanatım midene inene kadardı...
Bir bahçıvan gibiydin... Sözlerin, güllerinden ayırmadığın dikenlerin... Bir su damlacığı olup, buharlaşmış yüreğinden süzülsem, acaba yumuşatabilir miydim kalbini? Ya da yakınında yaşasam bir sobanın, evin kedileri gibi... Yüreğinde ki buz çözülür müydü?
Kördüğüm bir tutku... İpi kesip açmak, arkaya bakmadan kaçmak en kolayı... Ama hani emek? Hani erdemli sevmek?
Bu sabah ilk kez sana kızmadım... Kelebek kanatlarının izi vardı havada, kimsesiz köpeklerin kokusu, fırından yeni çıkan ekmeklerin sıcaklığı ve gök kuşağının salıncağı... Herkes kadar aşık, herkes kadar öfkeliydim bu yaradılışa. Bir cümlenin yankısı gibi gelgitleriyle sarsıldı ruhum, hayatın matemiyle randevulaşınca. Keşke birimizden biri, geç varmış olsaydı oraya... Bunca acıyı iki kişilik kılmazdık sadist bir savunmayla...
Elif SEZGİN