- 1864 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İPLİ ALİ
Geçen yıl 18 mayısta felç geçirdim.Sağ gözüm cisimleri çift görüyor.Bilecik Devlet
Hastahanesi doktorları. çift görme sendromu ve beyin sapında daralma tanısıyla
Osmangazi Tıp Fakültesi Hastahanesine ambulansla sevketttiler gece saat 01.00
sularında.Ambulansta bir yaralı daha var.Trafik kazası. Bacakları kırık bir adam
inliyor bozuk yolda ambulans ilerlerken.Sürekli sövüyor kötü kaderine.Oysa kendi
çizmiş kötü kaderini.Alkollü bir şekilde otomobil kullanırken yapmış kazayı.Baş
ucunda oğlu da refakat ediyor kendisine.Gölpazarı İlçe Kütüphane Müdürü’ymüş.
Konuşmalarını dinliyorum.Arada bir çok konuştuğu için benden özür diliyor.Benim
sağ tarafım tutmuyor ama ,bilincim yerinde.Acısı büyük olduğu halde, mal canın
yongası derler ya , otomobilini soruyor oğluna:
-Oğlum ,kazadan sonra ben hiç bir şey hatırlamıyorum.Sen arabayı gördün mü?
-Gördüm baba.Hatta annem, arabayı o halde görünce"Bu arabadan kimse sağ salim
çıkamaz"diye ağlamaya başladı.Seni Hastahaneye kaldırmışlardı biz gelene kadar.
-Vay anasını be!Nasıl oldu anlayamadım.Büyük bir gürültü koptu.Dünyam karardı.
Gözlerimi açtığımda hastahanedeydim.Aaaah!Bacaklarıııım!Bozüyük’e geldik mi?
-Daha Küplü’ye bile gelemedik,diyor ambulans görevlisi.
-Yav bu ambulans mı be ...Manda arabası gibi .Bu yol bitmez bu gece.
-Beyefendi belki ağır gidiyoruz gibi geliyor size...Merak etmeyin, sizi mutlaka ,geç te
olsa götüreceğiz hastahaneye.Bu yollarda bundan daha fazla hız yapmaya kalkarsak,
senin durumuna düşeriz sonra.Bak sen hız yaptın sarhoş kafayla , sonuç meydanda...
-Aaaah bacaklarım!Ambulans sarsılınca dayanamıyorum.
Kütühane müdürünün bu inlemeleri ile arada bir benden özür dinlemesi arasında ,o
gece hastahaneye vardık.Tepebaşı eski SSK Hastahanesinde indirdiler bacakları
kırık kütüphane müdürünü.Ambülans görevlisi beni Tıp Fakültesi Hastahenesine
götürürken de sürekli söylendi kütüphane müdürüne:
-Bu kadar içersen, sonuç böyle olur işte.Hala leş gibi kokuyor.Kaç promil alkol
amldığını bilmiyorum ama ,kibrit çaksan yanacak kadar alkol almış galiba?
Ambulans beni de bırakıp, Bilecik’e geri döndü.Eşim telaşla oradan oraya koşuyor.
Onun hakkını ödeyemem.Gece yarısı uykusuzluk, yol yorgunluğu ,korku,telaş hepsi
bir arada.Ben sedye üstünde ,sabaha kadar süren yoğun bakım bölümünde, ölümle
yaşam arasında gidip gelmenin korkusuyla dalıyorum düşüncelere.İki kızımı öksüz
bırakmak istemiyorum dedeleri gibi.Eşim öksüz kalmanın acılarını yinelememek için,
pek anlatmaz bana ama, ben anlarım onun neler çektiğini bazan dudak büküşünden.
Sabah yoğun bakım bölümünden beni alıp odaya götürüyorlar.Odada yaşlı bir adama
refakat eden oğlunun yardımıyla sedyeden yatağa alıyorlar beni.Hepsini biliyorum da,
bu illet yüzünden bana yardım edenlerin işlerini kolaylaştıracak gücü bulamıyorum
kendimde.Öğleden sonra boşalan tek kişilik bir odaya alıyorlar beni.Birinci sınıf oda
burası.Benim de sağlık karnem uygun burada kalmama.37 ekran bir televizyonu var.
Haberleri izliyorum sağ gözüm kapalı.Bülent Ecevit’in beyin kanaması tanısıyla Gata’-
ya kaldırıldığını söylüyor haber spikeri.Üzülüyorum kendime halime bakmadan.Bir
zamanların ,adını dağlara taşlara yazdığımız Karaoğlan’ı, şimdi ölümle cebelleşiyordu.
Bütün bunları yazmama, babasına refakat ederken hastahanede bana yardımcı olan
Emin bey sebep oldu.Babasını hastahaneden taburcu ettirdikten sonra da ziyaretime
gelmişti.Ben onsekiz gün kalmıştım hastahanede.Bu gün ,Gölpazarı’ndaki jandarma
taburunda asker olan yeğenini ziyarete gelmiş kardeşleriyle .Onlarla da hastahanede
tanışmıştık.Bilecik’e gelipte seni görmeden geçip gidemedik dediler.Bizim milletimiz
böyle işte...İnsanların zor durumlarındaki dostluklar unutulmuyor hiç bir zaman.
Ben aslında İpli Ali’nin hikayesini yazmak için oturmuştum masaya.Oturunca da
nereden başlayacağımı düşünürken, bu hastahane macerası ağır bastı .Lisede çok
iyi bir edebiyat öğretmenimiz vardı.Adı Mustafa Şanlı...İlk öğretmenlik yaptığı yerle
ilgili, öykü-anı tarzında basılı bir kitabı vardı.Okumayı sevdirmişti bütün sınıfa.Aruz
kalıplarının öğretilmesiyle ilgili müfredatı , uygulamamak için bizi serbest bırakırdı.
-Alın bir cumhuriyet gazetesi elinize, okuyun.Daha çok yararlı olur öğreneceğiniz
"mefulü mefaulü" den ,derdi.Bazan da:
-Çıkarın kağıt kalemi ,herkes serbest bir şey yazacak Yazılanları hep birlikte değer-
lendireceğiz,derdi.İşte böyle bir gün ,sınıf arkadaşlarımızdan Hatice’nin yazdığı bir
tasvir ,birinciliği almıştı.Tasvirin adı "İpli Ali" ydi.Bilecik te meşhur olmuştu İpli Ali.
Oysa onu herkes tanıyordu ama, şimdiye değin hiç kimsenin dikkatini çekmemişti.
Daha sonraları İpli Ali’ye çok dikkatli baktığımda Hatice’nin tasvirinin bir fotoğraf
kadar başarılı olduğunu anımsadım.Onun çok başarılı başka bir yanını da ,okulun
yıl sonu etkinliklerinde Cevat Fehmi’nin" Buzlar Çözülmeden" adlı oyunununda
Emine’yi oynarken keşfettim. Oyunu hiç seyretmemiş bir amatörün bu kadar
başarılı olması ,bir yetenekten başka bir şey değildi.Lise arkadaşlarımızın çoğu
üniversite öğrenimi için çil yavrusu gibi dağıldılar. Sonra iş yaşamı ,geçim derdi...
Daha bir dağıldık yurdun dört bir yanına...1968 yılı mezunlarını Bursalı Erhan ,pilav
gününde bir araya getirmeye çok çalıştı.Olmadı.Sonunda Ertuğrulgazi Lisesinden
Mezun Olanlar Derneği adı altında, her yıl haziran ayında düzenlenecek bir etkinlik
düzenlendi.Bir kaç yıl devam etti bu etkinlik.Erhan ile Rıdvan’ın rahmetli olmasıyla ,
o etkinlik te sona ermiş oldu. Ölenlerin yeri belli biliyoruz da ,arkadaşlarımızdan
sağ kalanların nerede olduklarını bilen yok.Deve Muhlis,Panyotof Sami,Kürt Ersoy
genç yaşta kaybettiklerimizden.Hatice’nin nerede olduğunu bilmiyorum.Diploma
aldığımızdan beri, bir daha hiç görüşmedik.İpli Ali’yi o çok iyi tasvir etmişti.Ben bu
yüzden arkadaşıma saygısızlık etmemek için, onu tanıtmaktan çok neler yaptığını
anlatmaya çalışacağım.Onu çarşıda hep kağıt parçası, izmarit,çoluk çocuğun yiyipte
anasının, ses etmemesinden bulduğu yüzle yere attığı gıda maddesi ambalajlarını,
sürekli sırtında taşıdığı heybesine toplarken görürdük gündüzleri.Rüzgarın ,toplamak
için eğildiği kağıt parçasını uçurmasına mı sinirlenirdi yoksa , o kağıt parçalarının
yere atılmasına mı bilinmez ,ne dediği anlaşılmaz bir mırıldanmayla sürekli söylenir;
acele adımlarla işi götürü almış bir işçi gibi, inanılmaz bir çaba gösterirdi.Hatice’nin
tasvirinden sonra ,İpli Ali’yi daha bir dikkatle gözlüyordum.İpsiz diye kime denildiği
malum da, niçin birine ipli denildiğini düşünürdüm çoğu kez.Üzerine giydiği eski ,
kışlık bir asker paltosunun kollarından birine çavuş, diğerine onbaşı rütbesi acemice
dikilmiş.Belli ki sonradan kendisi dikmişti.Uzun konçlu yün çoraplarının içine soktuğu
paçaları eskimiş kışlık asker pantolonunun, dizlerine ve arkasına acemi bir el tarafından
dikildiği açıkça belli olan süvarilikler ayrı renk bir kumaştandı.Urgan incesi bir iple, bütün
vücudunu sıkıca sarıp sarmalamıştı.Ona İpli Ali yakıştırmasını yapanlar, bu sıfatını ölümsüz-
leştirmek istemişler belli ki.Her ne sebepten olursa olsun , kentimiz için çok faydalı biriydi.
Gün gelir de bir gün ,bir belediye başkanı onu maaşa bağlarsa ,yanlış bir iş bile yapmış
sayılamazdı.Çünkü bir işçi günde sekiz saat çalışarak , İpli Ali’nin dört saatte yaptığı işi
yapamazdı . İpli Ali gün ışıdığından, kararana değin hiç usanmadan severek yapardı bu işi.
Bazan da eşi ölmüş ,çoluk çocuğu iş veya eğitim amaçlı yuvadan uçmuş yaşlı kadınlar,
yalnızlıklarından bunaldıklarını belli etmek istemezcesine İpli Ali’yi çağırırlar;ona kapı eşiğinde
ikram ettikleri bir tabak yemeğin sevabına ihtiyaçları varmış gibi ,on dakika yemek molası
esnasında iki laf etmenin mutluluğuyla gülerdi yaşlı yüzleri.Ben İpli Ali’yi görmek isterim hala
sokaklarda kağıt toplarken .Yalnız yaşlı kadınların, yaşlı yüzlerindeki tebessümlerde ararım
onu.Kimseye de soramam.Korkarım biri "ÖLDÜ" diyecek diye...
Yazan:Osman Eker
YORUMLAR
Bu sayfaya "İPLİ ALİ" isminden ötürü giriverdim "Tanıdığımız, bildiğimiz, gördüğümüz İpli Ali'mi, acaba" diyerek.
Evet, aynen öyle... Bizim İpli Ali'mizi anlatmışsınız. Okurken gözlerimde canlandı anılar. Dile kolay: "11 yaşındayken, o zamanlar nüfusu 11.000 olan, 11 plakalı ilimiz Bilecik'te tam tamına 11 yıl kalmış olmak varken serde" İpli Ali ile karşılaşmamak olmazdı, olamazdı. Kendi halinde çalışıp, durmazdı.
Bir de Hüda vardı: Gülümbeli Hüda. Kara Sevda'ya tutulmuş ta hani... Korkardık ondan, Ertuğrul Gazi Lisesi'ne giderken yolda karşılaştığımızda. Göz göze gelmemeye bakardık.
Anlatımınız hoşuma gitti. Teşekkür ederim paylaşımınız için. Sevgi ve saygılarımla...