- 578 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOLCULUK
Her gün yeni bir sayfa açıyorum, bir önceki günün çala kalem yazılmış kirli sayfalarına inat. İçimdeki boşluk dolsun yeter... Ama boşlukları doldurmaya çabaladıkça günler üst üste birikiyor. Zaman, bekle dedikçe daha da insafsızca akıyor. Bugünde yeni bir sayfa açtım. Akşamla birlikte sıkılacağım. Bembeyaz bir sayfayı daha çevirip bir başka güne umut bağlayacağım. Sen de benim gibisin biliyorum. Bu ülkeden gittiğinden beri sürekli bunu düşünüyorum. Hep yeni sayfalar, hep ucu bucağı görülmeyen beyazlıklar... Sanki bir yerlere gizlenmiş, geleceğimizin cümle kapısını açan paslı bir anahtar var. Pas, bana eskimişliği duyumsatıyor. Dilimin ucuyla dokunduğumda kekremsi tadıyla irkileceğimi biliyorum. Ama yine de tadını yoklamak istiyorum. Önceleri bir pile değdirerek dilimizi alırdık nişadır tadını... Sado mazoşist bir haz vardı bunun ardında sanki... Hayatımız boyunca sevmedik mi seninle acıları? Hüzünler ince ince sarmalandı; kopkoyu bir acılığın içinde bulduk kendimizi sonra. Rahatlatıyordu acılarımız bizi, sorumsuzluğumuzu örtüyordu usulca. Annemizin üstümüzü örtmesi, uyurken göz kapaklarımıza üflemesi gibi şefkatli bir şeyler vardı acılarımızın ardında.
Uzun bir yola çıkmıştık seninle başlangıçta... Sonsuza kadar genç kalacağımıza dair söz vermiştik birbirimize. Ben sözümü tutamadım. Ama sen hala sözünün arkasındasın. İnsan yaşamadıkları üzerine ne kadar kolay ahkam kesiyor değil mi? Bugün baktığım yerde geçmişe, keşke diyorum keşke planlamasaydık seninle geleceği... Bizim bütün planlarımız bir akarsuyun duruluğunda akıp gitti. Hiçbir şey yapmadık. Seyrettik sadece...” Aynı suda iki kere yıkanılmaz” demiş Herakliatos... Biz yıkanmayacaktık ki... Sadece geleceğimizin renklerini imgelemiştik suya bakarak. Mavi olacak demiştik illa ki mavi... Gidemediğimiz denizler, uzanamadığımız gökyüzü kadar mavi... Olacaksa böyle olmalıydı... Maviliği hiç görmemiştik o zamanlar. Göremediğimiz ve arzuladığımız her şey gelecekteydi bu yüzden. Gelecek de geldi artık dostum. Ama sen yoksun. Ben de imgelediğimiz maviliğe rastlayamadım bugüne kadar. Sahi saçların orada da uzun mu? Kumrallığının çocuksuluğunu yitirmemişsindir umarım. Haylazlık sana öylesine yakışıyordu ki... Uzun saçlarının çocuksuluğunda, haylazlığının güler yüzlü başkaldırısı vardı. Gülümsediğinde ezilmiş ruhlarımız seninle avunurdu...
Bugün bir balıkçı kahvesine gittim. Seninle gittiğimiz çayhaneleri, kahvehaneleri, meyhaneleri yeni beyaz bir sayfada yeniden yaşarım diye umuyorum her zaman. Deniz kenarındaki en güneşli masaya oturdum. Kamçı gibi keskin ışıkta gözlerimi kapamak ve karanlığı duyumsayarak oyun oynamak hoşuma gitti. Gözlerimi açtığımda sen düştün yine aklıma... Sana anlatacak o kadar çok hikayeler birikmiş ki... Onlar da basitlikleri içinde demli bir çayın içine karışıp gittiler. Son yudumlar hüzünlüdür bilirsin. Ayrılık gibi bir tat bırakır insanın ağzında… Kalkıp gitmelerin son yudumudur o… Bu yüzden hiç bitmesin istedim çayım, aklımı daha fazla karıştırmasın.
Hala bir garsonu çağırmaktan utanıyorum biliyor musun? Bir demli çay daha içmek isterdim senin için... Söyleyemedim... İyi de oldu. Her dem seninle olan demlenmelerimizi anımsatıyor bana... Daha çok özlüyorum seni... Özledikçe bir gün çıkıp geleceğinin avuntusuyla mutlu oluyorum… Böyle yalanlara inanmak alışkanlığa dönüştü bende galiba…
Gittiğin o huzur ülkesinde rahat mısın şimdi? Ruhunun hafifliğini sevmişsindir eminim… Sen hep en uçarısıydın bizlerin… Bu yüzden içim rahat. Sanki yıllardır aradığın huzuru orada, bir tül hafifliğinde bulacaktın.
Seni yolcu ederken içimi tuhaf bir huzur duygusu kaplamıştı. O kadar şaşırdım ki kendime… İnsan yitirdikleriyle beraber hafifliyor sanki; kaybettiği bir daha gelmeyecek de olsa… Acının boyu kendi boyundan büyük de olsa… Belki de kaybetme korkusunun sonudur bizi rahatlatan…
Bir ara gülme geldi içimden dudaklarımı ısırdım… Bu adamın kapalı yerde kalma korkusu var diye düşündüm. Ya birden fırlarsa geriye dönmek için… Olabilecekleri düşünmek hiç de zor değil… Arkasından bakardık çığlık çığlığa kaçanların, kahkahalarımızdan seslerini duyamazdık. Ama her şey aslına uygun oldu… Ne sen kalktın, ne kahkahalarımız vardı.
Annen bir köşede ağlıyordu… Belki seni kendi elleriyle yolcu etmek için erkek olmayı hiç bu kadar istemiştir. Teselli etmeyi isterdim onu, beceremedim. Uzaktan seyrettim sadece… Beni kim teselli edecekti. Bir benzerinin dönüşü olmayan yolculuğa çıktığını bilen adam teselli bulabilir mi?
İlk kez büyük yolculuğa uğradım bir yakınımı… Oysa televizyonda ne yolculuklar görmüştüm. Ne ağıtlar yakılmıştı; dövüne dövüne toprağın ciğerini söküyordu kadınlar… Onların içindeki alevleri hissedebilmem için senin de gitmen gerekiyormuş demek ki. Acı bir deneyim belki ama; anımsatan ve bir daha da asla unutulmayacak bir ders gibi...
O gün senden başka yolcularını uğurlamaya gelenler de vardı. Ama kimsenin gözü kimseyi görmüyordu. Herkes kendi yolcusunun ayrılığıyla mahzunluğun kucağına gömülmüştü …
Ve ayrılık vakti geldiğinde mırıltılı dualar gönderdik sana anlamını bilmediğimiz… Umarım gurbette sana yardımı dokunur. Gurbet diyorum, şaşırma…Tatmadığımız, bilmediğimiz her duygu biraz da gurbet değil midir?
Sen asla dönmeyeceksin biliyorum. Ama, ben bir gün mutlaka senin yanında olacağım. Her yolcu hangi coğrafya da olursa olsun, mutlaka bu büyük yolculuğa çıkacak. Geldiğimde umarım orada demli çay bulabiliriz… Ama hatırım için garsona sen ısmarla, beni zor durumda bırakma…
Cenk Tinel
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.