İHTİYARIN BİR AŞKI
Titrek adımlarla köşeyi dönüp karşısında Rönesans parkının girişini görünce rahatladı. Nasıl olsa artık çok yakın mesafede umumi bir tuvalet bulunuyordu ve çişini tutmak zorunda değildi. Hergün onca yolu otobüsle aşıp buraya gelmeyi ve deniz kıyısında bir banka oturarak kitap okumayı bir adet haline getirmişti. Parkın girişinde beklemekte olan kızlı oğlanlı bir grubu görünce göbeğini içine çekerek sağ elini pantolonunun cebine soktu. Grubun tam yanından geçerken oğlanlardan birisi gözlerinin içine bakarak ‘Beybaba saatiniz kaç?’ diye sordu. Öfkeyle başını öbür tarafa çevirdi. İçinden ‘Beybabana sıçayım senin’ diye haykırmak geliyordu. Gençlerin arkasından gülüşmelerine aldırmadan her zamanki gibi sağdan ikinci banka yöneldi. O da ne? Onun yerinde genç bir kadın oturuyordu. Bir an için, on metre ilerideki banka oturmayı aklından geçirse de sonra vazgeçti ve genç kadının yanına yerleşti. Bir süre denize baktıktan sonra pardesüsünün cebinden kitabını çıkararak kaldığı yerden okumaya başladı. Başka yazarlardan hiç bir zevk almadığı için, tam 25 yıldır Marcel Proust okuyordu. ‘Swann’ın Bir Aşkı’nı ise hiç elinden düşürmezdi. Geri zekalı çerkez bozuntusu arkadaşı Etem kendisiyle ne kadar alay ederse etsin, bu tutkusundan kesinlikle vazgeçmemişti. ‘Güzel fakat anlamsız cümlelere gizlenmiş bir küçük burjuva kusmuğu’ derdi Etem. Sanki edebiyattan bir bok anlarmış gibi. Geçenlerde onsekizinci kitabını bitirmiş fakat bir tanesini bile bir yayınevine kabul ettirmeyi başaramamıştı. Bedii’nin Marcel Proust’a yaklaşımı biraz daha farklıydı. Gerzek Etem’in aşağılamalarına katılmıyor fakat ‘bir kitabını okumak yeterli, hep aynı şeyleri yazıyor’ diyordu.
Kitaba bir türlü konsantre olamıyor ve yanında oturan genç kadına kaçamak bakışlar fırlatmaktan kendisini alamıyordu. Kadın tahminen 25-30 yaşlarındaydı ve oldukça düzgün bir vücuda sahipti. Özellikle bacakları ve bakımlı ayakları gerçekten nefes kesiciydi. Birdenbire kafasını ona doğru çevirip konuşmaya başlamasını hiç beklemediği için neye uğradığını şaşırdı.
- Afedersiniz, saatiniz kaç acaba?
Allah allah, neydi bu milletin saatin kaç olduğuna merakı böyle. Aksine yanında hiç saat taşımazdı. Telaşla ayağa fırlayarak sağ eliyle sol bileğini kavradı ve özür diler gibi açıklamaya başladı.
- Hay allah, yanıma saatimi almayı unutmuşum. Ama zaten büfeden bir çay alacaktım. Sorup gelirim şimdi hemen.
Genç kadının bir şey söylemesine fırsat bırakmadan hızlı adımlarla büfeye doğru yürümeye başladı. Daha doğrusu hızlı yürüdüğünü yalnızca kendisi sanmaktaydı. Beli ağrıdığı ve göbeği ağır geldiği için bir ördek gibi paytak paytak yürüyüşü komik bir görüntü oluşturuyordu. Büfedeki satıcıdan plastik bardakta iki çay alarak saati sordu ve 30 metrelik yolu elindeki çaylarla geri dönmek üzere ileri atıldı. Bu arada hayaller kurmaya başlamıştı bile. Bakarsın sohbeti kuyulaştırır ve buradan başka bir yere giderlerdi. Belli ki genç kadın da kendisinden hoşlanmıştı. Yoksa durup dururken niye saati sormuş olsundu ki? Genç kadının yanına yaklaşınca yavaşladı ve umursamaz bir tavırla konuşmaya başladı.
- Saat üçe on varmış. Kendime çay alırken size de alayım dedim. Benimle birlikte bir çay içersiniz değil mi?
Genç kadın ayağa kalkarak çaylardan birisini alırken cevap verdi.
- Aman amcacığım, neden zahmet ettiniz? Ben kendim alırdım. Yoruldunuz boş yere. Gelin oturun şöyle, dinlenin biraz.
‘Amca mı, ne amcası yahu?’ diye bağıracaktı neredeyse. Kaltak işte, ne olacak. Hiç de güzel değildi aslında. Kıçı mı büyüktü, yoksa bacakları mı kısaydı, tam karar veremiyordu. Somurtarak yerine çöküp çayını yudumlamaya başladı. Genç kadın biraz sonra çayını bitirip ayağa kalktı ve yüzünde geniş bir tebessümle ona yöneldi.
- Sizin gibi kibar bir amcayla tanıştığıma çok sevindim. Bana dedemi anımsattınız. Ayrıca çay için çok teşekkür ederim amcacığım. Kendinize iyi bakın. Hoşçakalın.
‘Yok artık deve’ diye söylendi içinden, ‘çüş be, daha neler artık, dedesini anımsatmışım, sen önce götünü incelt, on sene sonra değirmen taşı gibi götün olur bu gidişle.’ Siniri biraz yatıştıktan sonra kitabını okumaya devam etti. Fakat bu sefer de çişi gelmişti. Bugün burasının tadı tuzu yoktu nedense. Öfleye
pöfleye ayağa kalktı ve parkın girişindeki tuvalete doğru yola koyuldu. Donuna biraz kaçırdığını farketti. Günde iki üç kez don değiştirmekten bıkmıştı artık. Doktorunun tavsiyesine uyup şu sidik torbalarından bir tane alsa mıydı acaba?