AĞIT
AĞIT
Yağmur neden yağar bilir misiniz? Sanırım bu soruyu duyan herkes bilirim diyecektir. Klasik yağmur hikâyesi olan bulut aşkını anlatacaktır. Bu farklı hikâye farklı. İşte gerçek sevginin hikâyesi…
Evren yaratıldığından beri aşk vardır. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin. Aslında bu aşkların hepsi bir aşktan doğmuştur.
Evren yaratıldığında; toprak sere serpe uzanmışken yaratıldığından beri gördüğü en güzel şeyi, gökyüzünü gürmüş. En güzelmiş o…Vurulmuş; maviliğine, temizliğine âşık olmuş. Onu izlemeye doyamamış. Üzerinde kocaman bir çiçek varmış sapsarı. Toprağın gözünü alıyor, içini ısıtıyormuş. Kendini kaybetmiş. Gökyüzüne bakakalmış. Gözünü bir saniye bile ondan ayırmamış. Yavaş bir kıpırdanma olmuş gökyüzünde. Gökyüzü elbisesini değiştirmiş. Üstüne giydiği elbise en az diğer elbisesi kadar güzelmiş. Lacivert bir renge bürünmüş. Üstünde küçük küçük parçacıklar. Bu sefer büyük aksesuar olarak kocaman beyaz parlak bir çiçek. O çiçek toprağın karanlık yüzünü aydınlatmış. Günler böyle geçip gidiyormuş. Peki gökyüzü… Gökyüzü de boş değilmiş yeryüzüne. Oda ilk gördüğünden beri âşıkmış onun mütevazılığına, özgürlüğüne, sevgisine…
En sonunda birbirlerine aşklarını itiraf etmişler. Kavuşmak tek arzularıymış. Ama bunun nasıl olacağını bilmiyorlarmış. Onlar kavuştuğunda biliyorlar her şeyin yok olacağını başkalarına zarar verceklerini… O yüzden hiçbir şey yapamamışlar. Ama hasretlik o kadar zor geliyormuş ki… Bir gün her şeyi göze alıp birleşmeye, hasreti bitirmeye karar vermişler. Hareket etmişler, gökyüzü ikiye ayrılmış sanki. Öyle bir gürültü duyulmuş. Şimşek çakmış. Yeryüzü param parça, deprem olmuş. Gökyüzünden çıkan yıldırımlar toprağa düşmüş. Sanki toprağı öldürmek istermiş gibi. Canları çok yanmış. Kendi canları yanarken başkalarının canlarını da yakmışlar. Gökyüzü toprağın yaralanmış halini görünce dayanamamış ağlamaya başlamış. Gözyaşları toprağa düşmüş. Toprağın yarık yerleri kapanmış, üstünde ki kirleri süpürmüş. Ama o kadar çok ağlıyormuş ki toprak suya doyduğu için artık suyu alamıyormuş. Sular birikmiş.
Kavuşamayacaklarını anlamışlar ama yinede içlerinden bir ses kavuşacaklarını söylüyormuş onlara. Toprak aşkına onu iyileştirdiği için bir şeyler hediye etmek istiyormuş. Ama bunu ona nasıl verecekti ki… Toprak gökyüzünün gözyaşlarıyla ona güzel çiçekler yetiştirmiş. Çiçekler gökyüzünü gördükçe yaşarmış.
Ama yaptıklarından dolayı cezaları vardı onların. Toprakta bazı zamanlar depremler olur toprağa yıldırımlar düşer. Gökyüzü de onun acısını hisseder her seferinde ağlardı. Toprak her susadığında; gökyüzünün güzelliğinden aşkından kavrulduğunda ona su verirdi gözyaşlarıyla. Bu sonsuza kadar sürecekti.
Yeryüzü ve gökyüzü arasında bir elçi olmuş bülbül ile gül. Bülbül gökyüzünün; gül yeryüzünün aşkını anlatmış durmuş.
Bunları yaşamayı en başında göze almışlardı. Ama bir gün kavuşacaklardı. Onlar aşklarını yaşamıyordu ama onların sayesinde başka şeyler üzerlerinde yaşıyor ve aslında onların aşkını devam ettiriyorlardı. Gül ile Bülbül, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin aşkın sembolü olmuştu. Ama onlar sadece birer elçiydi.
Aşk, buydu fedakârlıktı, hediyeydi, canın yanmasıydı, sevgiydi, sabırdı, hasretti…
Bana göre yağmurun hikâyesi…
FUNDA SAK