~YaLNıZLaR SoKaĞı~
.Yavaşça ayaklarını yatağından indirdi ve bir boşluğa bırakırcasına salıverdi yere. Hafifçe doğruldu, kambur bir şekilde bekledi biraz ve yaşlanmış halini düşündü bir an için. Bu düşünce onu ürkütmüştü, aciz kalma korkusu sardı benliğini ve bir anda kendini ayakta buluverdi. Yatağından bu ani kalkışı onu yormuştu. Omuzları çökük, başı yerde, boş ve ağır adımlarla odasından çıktı. Salon aydınlanmaya başlamıştı günün ilk ışıklarıyla. Aralık kalmış güneşlikten içeriye girmeye çalışan ışık hüzmesine baktı.Yüzüne hafif bir tebessüm geldiyse de çok sürmedi. Pencereye doğru bir adım attı, güneşliği çekmek ve içerisinin daha çok aydınlanmasını sağlamak için ,ancak vazgeçti. Vazgeçti ve sırtını güneşe dönüp tekrar o ağır ve yayvan adımlarını atmaya devam etti, lavaboya doğru...
Boynunda yataktan beri olan ağrı şiddetleniyordu. Başını bir sağa bir sola döndürmesine rağmen ağrısı daha da artıyor, bu da onu daha da çileden çıkarıyordu. Bu gün de her zamanki lanet günlerinden birisiydi işte.
Aynaya baktı...
Aynadaki aksi tanıyamadı, başını lavaboya eğdi ve yavaşça yüzüne su çarptı. Bir daha, bir daha...
Kafasını kaldırıp direkt eliyle havluyu bulmaya çalıştı, gözlerini açmadan. Aynadaki yabancı ve asık suratı görmek istemiyordu çünkü. Havlu her zamanki yerinde değildi sanırım, uzandı ama bulamadı. Daha fazla oyalanmak istemedi. Islak yüzünü ve ellerini kurulamadan yürümeye başladı yine, kapıya doğru. Gözlerini yavaşça araladı, kendi kendine bir saçmalık yapıp hala aynaya karşı duruyor olabileceğini düşündüğünden. Sonra, adımlarını hızlılaştırıp banyodan çıktı. Gittikçe hızlanıyordu adımları ve yüzünden düşen damlaları...
Güneşlik hafifçe aralandı önce, sonra bir hışımla açıldı. Oda yeni bir güne merhaba demenin verdiği heyecanla daha bir hoş duruyordu sanki; koltuklar daha bir rahat, halılar daha bir yumuşak ve duvarlar daha bir sarı...
Saçlarını geriye doğru itti elleriyle, derin bir nefes aldı sanki dünyadaki tüm havayı çekercesine. Pencereden dışarıyı izlemek için perdeyi kıvırdı hafifçe. Uzun ve derin bakışlar izledi bundan sonra, pencerenin dışındaki dünyayı.Çok uzak göründü her şey ve yabancıydı aynadaki aksi gibi...Korktu bir an için, ama zihninin tazelendiğini hissetti ve hemen çalışma masasına attı kendini. Temiz bir kağıt çıkardı masanın üzerine ve bir süre kağıda bakakaldı...
Kafasını kağıttan kaldırıp etrafı inceledi. Bir taraftan da liseden kalma hüneriyle eline aldığı kalemi çeviriyordu. Daha o zaman ileride kalemlerle haşır neşir olacağını biliyordu da elinden düşürmüyordu...
Bir an kalemi çevirmeyi durdurdu ve yavaşça kağıda yöneldi.
Gülümsedi.
Kağıdın üzerinde gözleriyle haleler çiziyordu.
Bir yazarın değil de sanki ressamın gözüyle bakıyordu kağıda...
Hafifçe kendini kağıdın üzerine doğru eğdi, kalemi kağıda dokundurdu. Sanki kağıdı incitmiş gibi yüzünü ekşitti ve kalemi geri çekti. Dokundurduğu noktaya doğru baktı, baktı, baktı...
Bir anda kalem kendiliğinden hareket etmeye başladı sanki, sıkılmışlığın verdiği o meçhul gizemlilikle...
Kalemin yazdığı iki kelimeydi sadece:
“ Yalnızlar sokağı”
Kaç gündür kafasını kurcalayan sorular cevaplarını bu ismin altında yatan sayfalarda bulacaktı...
Yeni kitabına merhaba dedi yalnız yazar, merhaba...