BİR DELİNİN HAYALLERİ 1
"Ne dersin?" dedi. "Hafta sonunu değerlendirmiş olursun. Sana Ankara’yı göstermiş olurum ben de. Hem belki seversin İstanbul kadar olmasa da."
Acı bir kahkaha attı. "Ha ha hah! Ben istesem bile gidemem; malum evdekiler..Ayrıca bana yaptığın onca şeyden sonra seninle Ankara’ya gitmek isteyip isttemeyeceğimi de tam olarak bilemiyorum!"
"Hala mı aynı konu?! Unut artık!"
Hem yol hem de kahveleri bitiyordu. Ayrılma vakti gelmişti. Bu duruma çok sevindi. Bir zamanlar yanında ayrılmamak için türlü oyunar çeviren kişi sanki o değildi. Şimdi bu adam çok uzak bir tanıdık duygusu veriyordu gözlerine sadece. "Kısmet.. Bakalım." dedi "Kahve için teşekkürler görüşürüz." Tokalaştı uzak mesafeden. Kolunu uzatacak kadar uzaktan... Eskiden iki beden birmiş gibi hissederek yaşamışken! şimdi "Dur bakalım! Bir kol boyu uzağımda kal! Onun ilerisi sana yasak artık!" der gibiydi. Soğuk, kararlı, kendine güvenen ve sert bir tokalaşma..
Hemen otobüsün en arkadaki köşedeki koltuğuna atıverdi kendini. Tüm o kalabalıktan uzakta yapayalnız bir köşedeymiş ve en çok da kalbini kemirmiş sömürmüş bir kol boyu uzaklıkta tutma çabası içindeki adamdan uzak bir yerdeymiş gibi hissediyordu. Yine de olmadı. Otobüsün dışında hızlı adımlarla ona yakın cama yaklaştı. El salladı. Otobüs bir an önce kalksın diye dua ediyordu içinden zar zor gülmeye çalışırken. Tam bu sırada araç hareket etti. Hızla gözden kaybolurken gözlerinden yaşlar akıyor ve otobüsün camına bir kaç damla yaş bırakıyordu acılarıyla beraber...
BİR DELİNİN HAYALLERİ 2
Yine canını yakan bir ayrılık sonrası aynı kapının önünde bekliyordu. Defalarca tekrarlanmış ve bir türlü çekilememiş film sahnesi gibi. Aynı pişmanlığı hissediyor, aynı dersleri aldığını farkediyordu. Kendine şiddetle kızmaktaydı! Yaşananları hakettiğini düşünmesine neden olan bir kızgınlık! Tüm bunları düşünürken kapı açıldı. İçerden çıkan orta yaşlı esmer kadın soğuk bir bakış attı acıyarak. Başını önüne eğdi. Neden burada olmaktan utandığını ve insanların suçlayıcı bakışlarını neden kabullendiğini hala bilmiyordu.
Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve sıradaki hasta içeri girdi. Sonunda bekleyiş bitiyordu. Kendisiyle savaşmaya bir kişilik zaman kalmıştı. Onu en son terkeden adam geldi aklına. Gözlerini kapadı. Koridorda esen hafif rüzgarı yüzünde hissetti. Sanki onun büyük ve koruyucu elleri yüzünde dolaşıyordu. Ardından yeşil gözleri geldi gözünün önüne. Küçük bir gülümseme yerleşti yüzüne. Kısa mutluluğu can yakan acısına geri döndü. Gözlerini acıyla açtı. Çevresini çekingen bakışlarla kontrol etti. Bakışların hapsinde olmadığını görünce rahatladı. Koltuğuna yayıldı ve açık turuncu renkteki duvarları incelemeye başladı. Beklemekten sıkıldığında yaptığı gibi bacak bacak üstüne attı ve üstteki bacağını sallamaya başladı. Tıpkı böyle beklemekten sıkıldığı o konferans salonu geldi aklına bu sefer de.
İçini boğan o karanlık sıkıcı salonda arkadaşlarını beklerken ne olacak halim diye düşünüyordu. Saatindeki akreple yelkovan bile yorulmuşlardı ona bakmasından. “Rahat bırak bizi özgürce koşturmacamıza devam edelim” der gibiydiler. Tam bu sırada gelmişti arkadaşları. Zoraki bir gülümseme sonrası sohbete başlamışlardı. Üçü de gergin ve sıkıntılıydı. Birbirlerine kattıkları tek şey depresif ruh halleriydi. Bu sıkıcı bunaltıcı sohbet sırasında arkadaki koltuklardan birinden izlendiğini hissetti. Soğuk bir ürperti gibiydi bakışları. Keskin koyu kahverengi bakışlar, utangaç bir gülümseme... Bir diğer aşk hikayesi de böyle başlamıştı. O da hızla başlamış aynı hızla bitmişti. Bir erkeğe bağımlı olma arzusu ve ardından gelen reddedilme korkusu kabus dolu zamanları birbiri ardına getirmişti.
Kapı açıldı. Son hasta da ona soğuk bir bakış atarak uzaklaştı. Sıra ona gelmişti. Uzun zamandır beklediği halde aslında bu görüşme için hiç hazır olmadığını anladı. Hızla kaçıp gitmek istiyordu. Bacakları izin verseydi belki de bunu gerçekleştirecekti. Gitmekle kalmak arasındaki savaşını kendi içinde sürdürürken kapı açıldı. Uzun boylu, esmer ve güler yüzlü doktoru “Gel bakalım” dediğinde artık kaçmak için çok geç olduğunu anladı.
Bu oda ona inanılmaz huzur veriyordu. Doktorunun sorularını içtenlikle güler yüzle yanıtladı. İçindeki fırtınaları istese bile belli edemiyordu. Konuşma uzadıkça rahatladı. Konuşurken düşüncelerini toparlamak için başını eğiyor cümlelerinin sonunda başını kaldırıp doktoruna bakıyordu. Doktoru şunu sormuştu:
“Sevilmek senin için çok büyük önem taşıyor sanırım. Bu konuda ne düşünüyorsun?”
Başını önüne eğdi:
“Evet sanırım öyle. Ama herkes aynı şeyi ister hayatında. Benimki de tüm insanlar gibi normal bir istek. Sadece şansız deneyimler yaşadım.” Başını kaldırdı. Gördüğü yüz onu dehşete düşürmüştü! Bu keskin koyu kahverengi bakışlar, bu çekingen gülümseme..!Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı! Karşısında az önce doktoru olduğuna yemin edebilirdi. Oysa şimdi konferans salonunun koltuklarından birinde oturuyordu. Gözlerini sıkıca kapadı. Açmaya korkuyordu tekrar. Doktorunun sesini duyunca irkildi:
“Peki bu yaşadığın şansız deneyimler yüzünden kendini suçlu hissediyor musun?”
Bir süre düşündü. Başını önüne eğdi:
“Elbette benim de yanlış tavırlarım olmuştur. Etki – tepki meselesi. Karşılıklı birbirimizi anlamadık bir çok ilişkimde belki de. Belki de anlaşamayacak kadar farklı insanlardık.”
Başını kaldırdığında karşısında o ruhu gibi asi darmadağınık saçları ve simsiyah gözleriyle bir diğer aşkı duruyordu. İlk buluştukları Beyoğlu’ndaki kafede karşılıklı oturuyorlardı. Başını salladı kızgınlıkla. Ona öfkesi aradan geçen bunca yıla rağmen devam ediyordu. Gözlerini kapadı. Doktorunun sesini zorlukla duyabildi:
“Peki şu an kendini nasıl hissediyorsun?”
Başını önüne eğdi:
“Kırgın, aldatılmış, terkedilmiş, savunmasız, sevilmeye layık olmayan zavallı biri...” İşte bu cümle acılarının kalbine sapladığı bir hançer olmuştu sanki. Gözlerini açtığında sevdiği tüm adamların ve onlarla birlikte bulunduğu mekanların imgeleri hızla değişiyor; bu hıza yetişemiyordu. Yeşil, siyah, kahverengi bakışlar, gülümseyen parlak yüzler, uzun kısa dalgalı düz saçlar, kısa orta uzun boylar geniş dar güçlü gövdeler kollar birbirine karışıyordu. Gözlerini hızla kapadı. Doktoru:
“Her insan gibi sen de sevilmeye layık bir insansın. Şu an yaşadıkların yüzünden böyle hissediyorsun. Bunlar geçecek. Unutma sen değerlisin”
Başını önüne eğdi:
“Sizce öyle mi? Ben hiç sanmıyorum.”
Gözlerinden yaşlar akıyordu. Gözlerini açtı kimin imgesiyle karşılaşacağı merak dahi etmeyerek:
“Siz ilacımı dozunu artırın lütfen!”