- 772 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kandırmaca Aşk Masalı
Hayat çıkmazında ilerlerken bulduğumuz bir kapıdır aldatmak. Kadın erkeğini, erkeği kadınını aldatır; bilirler aldatmanın kendi nefislerinin sesinden başka bir şey olmadığını ve yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını. Bilmelerine rağmen içlerinden gelen karanlık sesi dinler ve aldatırlar arkalarında kırık camdan bir kalp bırakarak. Kendi yalancı ve tekdüze hayatlarından kurtulmanın yolunun başkasının duygularını öldürmek olduğunu sanarak aldatırlar, aldatmaya çalışırlar. Oysa tek yaptıkları yalancı dünyalarını kendilerinden saklamaya ve ruhlarını temizlemeye çabalamaktır.
Duyguların en sade ve temizi olan aşkın pençesine düşmüştü Pınar. Sevda kuyusunun en dibine kadar düşmüş; kendisini yukarı çıkartabilecek yegâne merdiveni kaybetmişti. Bulamıyordu bir türlü. Sağına, soluna bakıyor ve gözleriyle aradığı merdiveni bulamıyordu; çünkü bulmak istemiyordu yüreciği.
Bir gün sonra Aykut’la yiyeceği yemek için hazırlanmak ve ona bir peri kızı gibi görünmek istiyordu. Görüntünün, insanın yürek gözü ile gördüğünden başka bir şey olmadığını aklına dahi getirmiyordu. İnsanın sevdiğinde ördeği, kuğu; nefret ettiğinde ise kuğuyu, ördek gibi gördüğü gerçeği onun zihnine uğramamıştı. Tek düşüncesi sevdiği adamın gözlerini kamaştırmak; kendine bir kez daha âşık etmek ve bağlılığını artırmaktı. Sevdiğinin de kendisine çelik görünmez halatlar ile bağlandığını sanıyordu. Görünmez halatların gerçekten görünmediğini, çünkü sadece kendi imgelerinde yaşadığını bilmiyordu.
Kendisini bir kuğu gibi gösterecek bir elbise bulmak için çarşıya çıkmıştı, kendisinin zaten bir kuğu olduğunun farkında olmayarak. Sonunda vitrininde beğendiği elbiseleri gördüğü butiklerden birinin içine attı kendini. Beğendiği elbiseleri denemek için defalarca kabinlere giriyor ve yeni elbiseleri deniyor; fakat iç güzelliğini keşfedememiş olduğundan dışını kaplayacak her elbiseye bir kulp buluyordu. Hiçbiri içine sinmiyordu. Sonunda butikten çıkmaya ve başka bir butikte şansını denemeye karar verdi.
Kabinin içindeyken birbirlerine delice tutkun olan bir çiftin sesi geldi, kulak misafiri oldu. Bir yandan kendi elbisesini giyiniyor, diğer yandan onların buram buram aşk kokan şakımalarını dinliyordu.
Erkek: “Sen her halinle bir kuğusun, hayatım!”
Kadın: “Senin, beni sevmene tutkunum… Bu elbiseye ne dersin? En sevdiğin renk, turkuaz”
Erkek: “Sen çuvalı bile Cemil İpekçi’nin elbisesi gibi değerli yaparsın. Sen, kendini güzelleştirecek elbiseyi değil; senin güzelleştireceğin elbiseyi seçeceksin. Hiçbir elbise seni gölgede bırakamaz.”
Kadın: “Aşkım…”
Sesler kesilmişti. Belli ki kadın diğer kabine girmişti. Pınar da üstünü giyinir giyinmez kabinden çıktı. Eşine görünmez çelikten aşk halatları ile bağlı olan adamı merak etmişti. Sözleri, müşfik ses tonu Aykut’u hatırlatmıştı ona. Kabinden çıkar çıkmaz adamla yüz yüze geldiğinde ise asla kurtulamayacağı büyük bir cehennem ateşinin beyninden çıkarak yıldırım hızıyla bedenine doğru yayıldığını hissetti.
Karşısında kendisini delice sevdiğine inandığı Aykut’u görmüştü.
Kendisinin olduğunu düşündüğü erkeğin asla bir kadın efendisinin olmadığını, aksine kadınları yalan bir aşk masalında figüran olarak oynattığını anlamıştı. Aptallığına, saflığına lanet etti. Butikten hızlı adımlarla çıktı arkasına bakmayarak.