Kana karışan saç telleri
…ve akmayan saatler (-im, zamanım, zamansızım…)
- Sadece sesini duymak için aramıştım.
- Bu kadar mı?
- ………..
Sabahın köründe kapanan telefonun ardından karanlık koridorda öylece kala kaldı. Eniştesi kapıyı araladığında burada ne kadar kaldığını anımsamıyordu. Sadece içindeki çöküntüyü fark ediyordu. Göğüs kafesi çökmüştü ve kalbi değişik bir dinginlikte çırpınıyordu.
Can mı veriyordu acaba, anlayamadı. Cevap vermeden odaya yöneldi. Kuzeninin yanına kıvrıldı yeniden.
- Kimdi o?
- Hiç, alarm. Unutmuşum kapatmayı.
Tavana bakmayı bıraktı bir süre sonra. Arkasını döndü, ağır
kırmızı perdenin aralıklarından yani
doğan günün ışıkları süzülüyordu. Dayanamadı, kalktı sıkı sıkı örttü perdeyi. Kıvrım süslerini dahi açtı. İğneleri koltuğun tepesine sapladı. Sonra yine kendisinin uğraşacağını bile bile. Sanki birkaç saat sonra kalkmayacaktı da
geceye hazırlanıyordu.
Birkaç saat sonraki düğünü düşünmek bile istemiyordu. Bitmiyordu bu kuzenler ve evlenmeleri. Eleştirmek geliyordu içinden, deli gibi. Derin bir soluk aldı dişlerinin arasından.
- neyse. Dedi.
Mırıldandığını sonra fark etti ve ağır ağır döndü yine arkasını. Sıcağa aldırmadan üstünü örttü. Yastığını da.
Dünyadan kopmuştu yine yüzünü yastığına gömünce.
Onu tanıdığından beri
zaman durmuştu sanki. Aklına geldiğinde zaten yavaş akan
zaman durduğu gibi onu da dondurmuştu sanki.
— ellerim titriyor, demişti. Seninle konuşunca… anlamıyorsun beni dimi? Dedi, bir başka seferinde.
Daha beterini hissediyordu kendi dizlerinde oysa. Sadece düşünüce bile.
Nasıl anlamazdı ki ölüyordu sanki. Onun içinde kapladığı yer yüzünden.
Teninden taşıyordu sanki. Engel olamıyordu ki çekimine. Tam da küsmüşken sonunda yıllar sonra alışmışken şimdi yine başa dönmüştü, kaybedeceğini bile bile. Hoş
savaşta vermiyordu, ama yine de kırgın, mağlup çıkmayacak mıydı bu ne olduğu belirsiz işin içinden.
Sadece susuyordu. Çözüm bulamıyordu. Çare yoktu, hepsi bu.
Susmak; belki dağlıyordu ancak açık kalan yaraları. Ama çözüm üretmiyordu. Başlı başına bir sonuç ise hiç değildi.
- İstiyorum, diyivermişti biranda ısrarlı sorusu karşısında. … ama istemiyorum. Diye de eklemeyi ihmal etmedi.
Yastığının altındaki telefonunun titremesini huzursuz bir
uykuyla beklediği sabahlardan biriydi yine hayallere daldığında, bilmem kaçıncı kez.
Gece çoktan bitmiş sevemediği ışık yine gelmişti. Ay yine terk etti
yeşil odayı.
Aslında buna gerek yoktu ama, yine de onunla besleniyordu
dünya. Işıkla.
— Düşün! demek istemişti. Sanki yastık, yastık değil onun göğsüydü.
— Ben karanlığı bu dünyada seviyorum, kendi çöplüğümde. Her şeyi gizliyor o, örtüyor.
Ne bilim sarıp sarmalıyor işte. Ama, şöyle olursa ışık; her
zaman her yerde olsun o
zaman. Mesela bak; diyip yanına oturdu, kolunun altına sokuldu.
— Kapat gözlerini. – sesim çocuk gibi.-
— Düşün işte.
Mesela birden kar bastırıyor yüksek binaların arasında ve önce binaların önlerindeki süs çimleri, yapay botanik bahçeleri
beyazlıyor. Kırmızı parke taşlı kaldırımlardayız. Mekan benim, senin oraları tanımıyorum henüz.
Öyle yoğunlaşıyor ki kar, gözünün önündeki
kırmızı binayı bile göremiyorsun.
Ama fırtınadan değil,
beyazlıktan. Soğukta değil sonra. Hatta ılık bir rüzgar bile esiyor.
Hayal değil mi; bırak özgür kalsın, tüm zıtlar burada buluşsun. Tıpkı ‘biz’ gibi.
Gözlerini kapatıyorsun sonra ve
beyazlık gittikçe yoğunlaşıyor.
Ve kar birdenbire bem
beyaz bir ışığa dönüşüveriyor.
Kendini içinde hisset! Ruhunu ise benim içimde, beni sende
…
Etrafındaki maddeler bile yok oluyor biranda.
Gece mas
mavi, lacivert bir karanlık ve loş bir gökyüzünde bem
beyaz bir
yıldızın içinde buluveriyorsun kendini.
Ani oluyor biraz.
Tarifsiz
beyazlıklar içinde…
Yıldız dediysek öyle yanan kayalardan da değil ha..
Bir ışık kümesi.
Kolların iki yana açık. Farz et ki sarılmışım sana. Sahibim tüm varlığına.
Ama, sadece öyle hisset. Güzel olur.
Ama yine de yalnızsın orda.
Ayağının altında var sandığın yer; aslında yok. Titrediğini bile hissetmiyorsun artık, sevinsene.
Sesim senin melodin.
Belki de salt huzurdu bu. Ya da ilahi bir şey.
Düşün;
Sanki lazer ışıklarından inşa edilmiş bir şehir var. Ben; oraya gidiyorum. Sessizce
ölüme çekiliyorum. Ama yenilmiyorum. Kapıldığım çekimin oradan geçiyor senin.
Buna ütopya mı demeli,
cennet mi. Benim için ikisi de aynı.
Boğazımdaki o hayali kütle bir eriyor bir büyüyor. Bedenimin bana dar geldiğini işaret ediyor.
İlginç;
Senin o lazer ışıklarının altında dans etmen ise bana değer verdiğini gösteriyor. Sanki bir müzik kutusuna çivilenmiş gibi dönüyorsun.
Beynim hayaller kuruyor.
Hangisi doğru ayıramıyorum. Lazer ışıklarından kurulan maddesiz şehirde sen mi?
Ölüme çekilirken senin hayalinin oltadaki av gibi havada asılı kalması mı? Önüme çıkman mı?...
Bilmediğin bir şey seni havada tutuyor. Ama hissediyorsun onu, seni saran kollarım gibi.
Ya da iki yana açık olan kollarına bağlanmış, ucu bucağı görünmez kurdeleler gibi bir şey. Ve havadaki sabitliğin…
Havadasın işte, önemli olanda bu zaten.
Kendi çaban olmadan o ışığın içinde;
İçindeki artık sabitlenmiş olan çucuksu, olgunsu ya da isimsiz -su ama
hüzünlü…
Acı, keder, heyecan…. Hepsiyle işte.
Ama güzel bir neşeyle ayağının altında olmayan yer senin hiçbir şey yapmana gerek bırakmadan döndürüp duruyor. Görmüyorsun; bedenine sarılmış kollarımdan aşağı tüller uçuşuyor… bıraksam düşeceğim.
Garip bir huzur bu.
Huzursuz bir huzur belki de insanın boğazını gıdıklayanından.
Belki de
aşk; her şeyi, her yeri temizler. Çamurları bile!..
Adını göstermeyen, gerçeği gizleyen bilmem ki huzuru bakimidir ama o engin ışık denizinde… say ki kalbinin enerjisinden yayılan ‘nur topunda’ seni saranın keyfine vararak kaburgalarında, kollarını daha da gerginleştirerek ki yine başın dönmeden değişik bir zevkle dönüp duuyorsun. Düşün!
Mutluluk tanımlaması değil ha! Neyse sonra;
- yeter. Dedin sen bana. Hayali ben değil, hayal beni yönetiyordu oysa.
- Neden?
- Bu, çok huzurlu.
- Yani…
- Bana göre değil, hak ediyor muyum sence? Bilmem ki hak ediyor muydun. Sana layık bile değilim. ‘Aileni düşün.
’ Diye yazdın sonra.
Saçmaydı ya.
- hem huzuru burada oturup, düşündüğümde de bulabilirim ben. Anladın mı?
- Evet. Doğru, sen her zaman mutluydun zaten dimi? Sorununda yok.
Ama hala kolunun altında hissediyorum kendimi. Daha da sıkıyor şimdi kolların beni. Belki de boğuyordur. Bilmem ben ayırt edemiyorum bazen niyetleri.
Hatırladım. Mutsuz olan bendim.
Şizofren mi oldum dersin?
- ama bende onu diyorum işte. Her yer ‘temiz’. Bilirsin karanlığı severim. Ama kainat beynimin karanlıklarına inat, o derece aydınlık işte. Onu sadece anlattığım kadarıyla bilebilirsin belki de. çok fazla aydınlığı sevmiyorum.
Yani ışık işte, daha ne olsun?!..
Eğer bir çocuğum olursa bcinsiyeti ne olursa olsun adını Işık koyacağım. Bana inat.
Tam dalarken, daha uyumadan kalktı sonunda.
Uyandı sanki birden, beyni kanıyordu.
- hayaller yan etki yapıyor. Dedi. Sanki her yer ‘kıpkırmızı.’ Zaman geçmiyor, boğucu.
Saç telleri kana karışmış, yastığa işliyor.
Huzur ise yine eriyordu
doğan
güneşin altında odaya giremese de..
Sularından
hüzün doğuyor…
Dilindense şarkısı düşmüyor… yarım yamalak.
Yine kar yağıyor sokaklara
Sana kavuşmak…
…yol bulamıyorum
Dinlenmiyor şu gözlerim
…sana kavuşmak endişesi
(yaşar)
— kar içime yağıyor. Her şey sadece hayal. Acemi anlatışlarımda…
Hüzün perisi… 4kasım’06cts.-2.yeni/yarını…
Düzenleme
27haziran’07-eskiyen2.yeni….
salina