- 860 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DAHA BEDDUA ETMEK Mİ..? TÖVBE...
Acizane kendi halinde bir kulum ben,amellerim tastamam olmasa da inancımdan zerre misal şüphem yok çok şükür,kulluğun temeli haddini bilmek,saygı,nezaket,hüs-ü zan diye öğrendim çocukluğumda.Kabalık,kul hakkı,su-i zan,dedikodu ve iftira gibi şeytan işlerinin toplumsal yıkımının zelzeleden beter olduğu işlenmiş kodumuza taa çocukluğumuzdan,Yaradan’ın ’benden şahsi kusurlarınız için af dileyebilirsiniz,toplumsal kusurlar için bu hak zarar verilen bireyindir’ dediği boş değil elbet düşündürücü.allerji yapıyor kulaklarımı tırmalıyor bu yüzden başkası üzerine yapılan bariz kabalıklar,hak yemeler,toprağı bol olsun rahmetli ananım.Soğan ekmekle geçti dertli ömrü ama paha biçilmez bu miraslarını bırakarak göçtü bu dünyadan.
Bu temel değerlerin rehberliğinde yıllar içinde büyürken bu gözlükle baktım hep duygulara,insanlara,sosyal yaşama.Kendi izlenimlerimin ve etütlerimin birikimleriyle ’lanet’,’beddua’ gibi kelimelerin ve ithamların kulluk sınırında inceden haddini aşmak olduğunu,şık olmadığını gözlemledim,hayat bu ya,öğrenmenin sonu yok ya hani...
İşte bu yüzden haddime değil diye kimseye beddua etmezdim ben,etmem de.Adalet sahibi,herşeyin hakimi ve benim de vekilim Yaradan varken sanki bu nizam yokmuş gibi,sanki üzüldüğüm yanıma kar kalacakmış gibi sabırsızlıkla fevri davranıp bana kötülük edene beddua etmem şık değil ki ama,etmek hak ise de etmemek çok daha şık bir faziletti kanımca,hala da öyle düşünmekteyim.Ama günün birinde bir hata yaptım galiba,acısını hala içimde hissetmekteyim.
Yaklaşık yedi sene evvel,Akdeniz bölgesi’nde bir vilayette görev yaparken üç yıl oturduğum apartmandan iki sokak aşağıya taşındık.Bilirsiniz apartman hayatlarını;herkes kendi halinde yada şekilsel diyaloglarla geçer günler.biz zaten kendi halindeyiz her zaman,hele de yabancı şehirde pek galeye alan olmaz ki ahbaplık olsun apartmanlarda.İşte böyle böyle üç yıl oturduktan sonra taşındık o binadan.yöneticimiz yirmibeş yıllık öğretmendi üstelik!Ne ilk oturduğumuzda hoşgeldine gelen olmuştu bize haliyle nede sonradan oturup kalkmamız oldu apartman sakinleriyle,herkes bir garip herkes kendi dünyasındaydı işte.
Taşınacağımız akşam yönetici öğretmen beyin kapısını çaldım;hem ortak hesap işlerini sıfırlayalım hem de nezaketen vedalaşayım istedim.İçeri buyur etti sağolsun,’sağolun,girmeyeyim’ dedim,ısrar edince kırmamak adına girdim içeri.Beni salonlarında misafir ettiler,üç bardak çay ikram etti mutfağa kalkarak ara ara,biraz hasbıhal ettik,ve yakıt vs hesap işleri...O günün parasıyla bozuk çıkışmadı dedi,3 ytl alacaklı kaldım. ’Önemli değil komşum,yeğenlerime benim adıma çikolata vs alın lütfen o parayla’ diyerek helalleşip vedalaştım.Tek diyaloğumuz buydu anlayacağınız...
...Ve taşındık.Taşındıktan iki gün sonra,bir pazar günü sabah saat on sularında zil çaldı.Kapıyı açtım ki bizim eski yönetici,şaşırdım tabi ki,anlam veremedim,üstelik yüzünün rengi nahoş ve mimikleri keyifsizdi.İçimden ’danışacağı bir hastası mı var acaba?’ diye geçirdim ilk önce,’yok yok,ahbaplığımız ne ki pazar günü sabahı gelsin bunun için’ dedim,sonra ’hesapta hata mı yaptı ki acaba?’ diye yorumladım,anlamsız anormal ya adamın ziyareti,ne kadar safım be yaaa,ne kadar safım sahiden...?
adamı kapıda görünce beynimden hızla bunlar geçtikten sonra ’buyrun komşu içeri’ dedim,bir kahve ikram ettikten sonra da konuyu aydınlatma adına ’hayırdır komşu,önemli birşey yoktur umarım’ diye yuvarlayıp konuyu açmak istedim.’Valla hayır değil’ demesin mi pişkin mimikleriyle,bencil -iftiracı-edebi yitirmiş mimikleriyle...’Eeee’ dedim haliyle ve pis bakla çıkıverdi pis ağzından: ’Ben yakıt paralarını toplamıştım 420 ytl,salonda vitrinin üzerinde duruyordu,yarın kömürcüye verecektim çalındı’ deyiverdi.
(devamı yarın inşallah dostlarım,uzadı azıcık)