Gözlerime Yazdım Sözlerimi
.
Mürekkeple kolay oluyor kelimelerin cümleye dönüşmesi. Sözcükleri daha ne kadar zorlayarak iliştireceğiz birbirine. Cevabı gecede arıyorum. Çünkü her şeyi o zaman duyuyorum.
..
Bilmediğim bir yerdeydim. Mum ışığındaki eşyaların puslu görüntüsü beklediğimce belirginleşti. Bir rüyaya uyanmanın meraklı mahmurluğuyla etrafı incelemeye koyuldum.
Tahtadan barakaydı tabanı üstünde yükseldiğim yer. Gerçi baraka demek buraya hakaret sayılabilirdi. İçerisi ahşap bir mükemmellik örneğiydi. Bu düşüncemle hatamı telafi ettiğimi düşünüyorum. Ne kadar istem dışı buraya getirilsem de kabalık etmek bana bir şey kazandırmazdı. Tabii pürüzsüz bir kibarlık ta çok gerçekçi değildi benim için.
Bir an tahta duvara çakılı bir çerçeve gözüme ilişti. Yakından bakmak amacıyla biraz daha yaklaştım. İçindeki resim tanıdıktı. Şaşırtıcıydı. Benim evimdi. Neden biri benim evimin tablosunu yapmıştı. Madem böyle bir hataya düşmüştü. Hataya düşmüştü diyorum çünkü asılası bir güzelliği olduğunu düşünmüyorudum. Niye bu duvara asılmayası resim odanın en görünen yerine yerleştirilmişti.
Soru sormayı bırakıp odayı araştırmaya devam etmeye karar verdim. Odanın diğer duvarı tamamen kitaplıktı. Fakat kitapların pek normal olduğunu söyleyemem. Önce ışık oyunu olduğunu düşündüm. Evet anlayamadığım bir oyun vardı ama bunun ışıkla alakası yoktu. Harfler kelimeleri, kelimler cümleleri, oluşturuyordu. Tabii normali de buydu kanaatimce. Bana garip gelen oraya her baktığımda kendimi okuyor olmamdı. Geçmişim sadece gerçeklerle kaleme alınmıştı. Ben yazmış olsaydım bu kadar dürüst olamazdım. Milyonlarca ışık yılı uzağa fırlattığım, kendime verdiğim sözlerim, yerin altında magma tabakasına kadar kazıp, kavurduğum hayallerim. Hepsi oradaydı. Kitapların hafızası benden daha güçlüydü.
Anlaşılması zaten yeterince güç olan durumum, ipuçlarıyla daha da karmaşıklaşıyordu. Sakinleşmek için kendime verdiğim telkinler artarken, kitaplık ve tablo duvarını birleştiren duvarı fark ettim. Bu varlığı belli olmayan duvarın önünde odayı aydınlatan tek mum yanıyordu. Ama arkası alabildiğine karanlıktı. Duvar o kadar boştu, boşluktu, zifiriydi ki yaklaşmaya korktum. Işığın aydınlık tarafında olduğum için kendimi şanslı hissettim.
Dışarı çıkma fikri belirdi kafamda. Kendimi dışarı atma fikri. Gözüm kapı aradı. Yoktu. Peki o zaman içeri nasıl girmiştim. Her gelişin bir gidişi, her çıkışın bir girişi yok muydu? Güldüm kendime bu basit eşleştirme için. Ama içimden. Sanki fark edecek biri varmış gibi. Güldüm çünkü hala ısrarla mantık arıyordum. Sanırım bunu yaparken bir şeyleri başka bir yerimden anlıyordum.
Kendimle gülüşmem pencereden süzülen ay ışığıyla kesildi. “Pencere” dedim kendime. Kapıyı ararken dikkatimden kaçmıştı. Karanlık duvarın tam karşısında ortadaydı. İki yana açılan kanatları olanlardandı. Ama hiç kolu yoktu. Sağında ve solunda birbirine bakan, cevizden iki sandalye vardı. Aslında cevizden olup olmadığını bilmiyordum. Ağaçlarla ilgili hiç ihtisasım olmadı. İllaki de tanımlamam gerekirse; pencereden dışarıyı izlerken saatlerce huşu içinde oturabilirdiniz. Yani bana gayet rahat gözüktü.
Önce oturup düşüncelerimi gözden geçirmek geçti aklımdan. Sonra pencereden kısa bir bakış fırlattım. Dışarısı o kadar da karanlık değildi. Ay ışığı sağ olsun. Bu ışığın bana verdiği hevesle kısa bakışımı biraz daha uzatmam gerektiğini düşündüm. Kafamı dışarıdan duvarı görebilecek pozisyona getirdiğimde pencerenin biraz ilerisinde bir kapı olduğunu fark ettim. İçerden görünmeyen ama dışarıda varolan bu şey “Ben gerçekten bir kapıyım” diyordu. Ama bu kapıyı anlatmak için ağacından yada işçiliğinden bahsetmeyeceğim.
Kapının önünde bir patika uzanıyordu. Bu patika muntazam kıvrımlarla görebildiğim son noktaya kadar gidiyordu. İleride sağ tarafta küçük bir göl vardı. Göl, ayın kendi görüntüsünü izlemesi, nasıl görüneceğine karar vermesi veyahut ta “Bugün yeterince iyi dolunay olabildim mi” diyerek kendi kritiğini yapabilmesi için oraya yerleştirilmiş bir aynaydı sanki. O da çok güzeldi. Sol tarafta ise birbirinin benzeri irili ufaklı ağaçlar boy gösteriyordu. Tatlı bir rüzgarla oynaşan gölgeleri insanı ürkütmüyor, aksine huzur veriyordu.
Her şey biçimli ve muntazamdı. Bu manzara tam duvarıma göre diyordum ki, apartman dairemdeki tablo aklıma geldi. Ne kadar da ona benziyordu. Benzemekle kalmayıp tıpatıp aynısıydı. Şu an olduğum yer; her zaman kaçıp sığınmak istediğim, keşke orda olabilseydim dediğim, karşısına geçip hayaller kurduğum yerdi.
Kafamı çevirip duvardaki tabloya baktım. Demek buradaki manzara anlayışı oradakinden farklıydı.
...
Evet gelelim cevizvari iki sandalyeye. Birinin benim için olduğuna karar verdim ve esrarengiz kitaplığı arkama alarak oturdum. Daha fazla kafamın karışmasına izin veremezdim ama izin almayan şeyler de vardı hayatta. O yüzden kolları olmayan bu pencereyi neyin açabileceğini düşünmeye fırsatım olmadı. Çünkü kendiliğinden açıldı. Rüzgarla beraber içeri süzülen, çok ta parlak olmayan toza benzeyen ışıktan zerrecikler karşımdaki sandalyeyi doldurmaya başladı. El ele tutuşup sanki bir şeyi meydana getirmeye çalışıyorlardı.
Sessizce beklemenin iyi olacağını düşündüm. Sanki başka bir şansım varmış gibi. Başka bir şansım yoktu. Rüyada attığın çığlığı kimse duymazdı. Ben de kendimi olacakların kollarına bıraktım. Işıktan zerreciklerin oluşturduğu şeyi tepeden tırnağa süzdüm. Bu işleme gerek yoktu aslında. Açıkça görülüyordu ki bu benim bir kopyamdı. En azından dış görünüşü. Benim gibi oturan, benim gibi giyinen bendim. Çokta parlak olmayan ışıktan gözleriyle o da beni süzüyordu. Pencere usulca kapanırken bir soru yuvarlanır gibi oldu dilimden.
- Kims…?
- Geceyim
- Neden karanlık değilsin?
-
Aldatıcıdır renkler
Nasıl görürsen odur
Sen karanlıksan eğer
Karanlığın nedeni budur
Sesi de bana benziyordu. Kendimi uzun süredir dinlemediğim için unutmuştum neye benzediğini. Keşke daha iyi anlayabilseydim bu olanları.
- Peki niye buradayım?
-
Buraya aydınlık geldim
Kararmam senin elinde
Soruların olduğunu duydum
Cevapları belki dilimde
- Bu şekilde, şiir gibi mi konuşacaksın? Şiir kitabı okurken bile arka arkaya okumaya pek tahammülüm yoktur.
-
Anlamsız mıdır kafiyeler
Fon müziği olmayınca
Melodisiz heceler
Taşımaz yükünü duyguların
Sadece sen duymayınca
- Beni yanlış anladın. Tabi ki güçlendirmek için sözleri biraz müzik etkili olur. Ama ne bileyim. Sürekli böyle konuşmak garip geldi.
Biraz asabi bir benle karşı karşıyaydım. Bir de üstüne üstük bu şekilde konuşunca duyularımı %500 çalıştırmak zorunda kalıyordum. İnsanlar belki de konuşurken bu kadar dinleyici olsalar daha iyi anlarlardı birbirlerini. Ben de bununla ilgili konuşmaya karar verdim.
- Sence, kendimi yalnız hissetmemin sebebi insanları yeterince dinlemem mi?
-
Kulaklar yeterli değildir
Anlamaya bazı şeyleri
Her şey apaçık olsa
Kaybolurdu hayatın gizleri
Sen ve senin gibileri
Kapatıyor tüm izleri
Fark etmeden artıyor
Yalnızlığın sisleri
- Sen ve senin gibileri derken kendini de bu işin içine sokuyor musun yoksa sen de sadece anlatıp hiç dinlemeyenlerden misin?
-
Senin anlaşılmayanların
Oluşturdu bedenimi
Düşünemediklerinse
Sıkıştırdı yüreğimi
Beni sorguladıkça
Sönecek ışığım
Son bulacak
Soruları cevaplayışım
- Özür dilerim seni kırdıysam. Fakat elimden bir şey gelmiyor. Sorguladıkça sorguluyor, kayboldukça kayboluyorum. İnsanların her şeyi basitleştirmesi incitiyor yüreğimi. Anlatmaya çalıştığım her güzel hikayenin sonu kayboluyor komik sözlerde. Değer denilen şey sadece 5 harfli bir kelime. Benim içinse ruhun olgunlaşması. Ama karşılıksız değer zamanla eritiyor kalbin hazinesini. Hissiz olmaktan korkuyorum. Ben de onlara dönüşeceğim. Birbirine değer vermeyen insanlar arasında yolumu yitireceğim.
-
Okumayı öğrenir insanlar
Harf harf, hece hece
Konuşmayı öğrenir insanlar
Hata yaptığını bile bile
Ama düşünmeyi öğrenmeden
Parayı öğrenirler bilmeden
Menfaattir tek dostları
Kalbe ışık vermeden
Zaman ilerledikçe
Kaybolur ruhun nefesi
Umudun ateşi
Öğrenmek te unutulmuştur
Öğrenilenlerse
Yoz olmuştur.
- Yavaş yavaş anlıyorum galiba demek istediklerini. Uzun süredir arıyorum cevapları. Mazur gör benim açgözlü anlama isteğimi. Kendimle konuşmak bile o kadar zor ki benim için. Kendimle derken seni kastetmiyorum. Aslında ağzımdan dökülen kelimeler zorlama değildir. Hissettiğimce konuşurum. Yüreğe sahip olmayan, ruh taşımayan hiçbir harf süzülmez benim dilimden dünyanın nefesine.
-
Seni senden iyi tanıyorum
Kitaplarındaki her satırı biliyorum
Ama mutlu edecekse seni
Anlat bana kendini
Kelimelerin söyleyemediklerini
- İnsanlar kırılgan olduklarını unuttular. Senin yaklaşımındaki inceliğe sahip değil artık sözcükler. Birbirlerini kıran kırılgan insanlar aslında kendilerini kırdıklarının farkında değiller. Eskiden olsa espri yapardım bu söylediğim cümle karşısında. Gülüp geçme köprüm yıkıldı. Yenisini yapmaya da zamanım olduğunu düşünmüyorum. Zamandan bahsetmişken insanlar zamanın hızla akıp gittiğinin farkında değiller biliyor musun? İstedikleri her şeyi elde etmeye o kadar programlandılar ki bunun neye mal olacağını hiç düşünmüyorlar.
-
Bahsettiğimiz zaman içinde
Bir varmış bir yokmuş
Anlatılan masallar içinde
Çıkarılacak dersler çokmuş
Doğru şekilde
Bir araya getirilmiş sözcükler
Anlatırlar gerçekleri
Doğru zamanda
Bir araya getirilmiş sözcükler
Birleştirir yalnız tekleri
Eğer
Doğru şekilde ve doğru zamandaysa
Kahramanı yaratır
Kahramanın sonu yoktur
Öğrenirsen yolunu kahramanlığın
Zamanla sorunun yoktur
- Kahramanlık mı? Zor iş. Ben kahramanların her zaman yalnız olduğunu düşünmüşümdür. Yalnızlık beni yüceltir mi? Zaten yeterince yalnızım. Hem yorgun hem de çok yalnızım. Omuzlarımda taşıdığım artık anlamsız gibi görünen yük git gide ağırlaşıyor cevaplarınla birlikte.
-
Cevapların hafif olduğunu
Kim söyledi sana
Amacın kolaya kaçmaksa
Cevap anahtarına baksana
Her yükün bırakılacağı
Bir nokta vardır
Benim görevimse
Oraya kadardır
Her sorunun cevabı da
Soru olabilir
Aksini düşünen
Kolaya kaçandır
- Sana sinir bozucu derecede haklı olduğunu söyleyen oldu mu hiç? Benim bir insan olduğumu unutma lütfen. Düşüncelerime güneş girmiyor artık. Ama hala düşünebiliyorum. Sen de çaresizliğimin bir ürünüsün. Beni daha çok karanlığa gömme ve diğerleri gibi acımasız olma.
-
Hala tanıtamadım
Kendimi Sana
Ben en çok
Senin kadar acımasızım
Anlasana
Gözyaşlarından
Önünü göremiyorsun
Kendine
Gerçeği söylemiyorsun
Yüreğinden
Yardım alamıyorsun
Kayboluyorsun kardeşim
Kayboluyorsun
....
Sessizlik vardı. Upuzun sessizlik. Belki kısa ama bir şeyler yapmam gerektiğini hissedecek kadar uzundu. Huzur bulmam için öğrenecek çok şey vardı. Gidecek yerimin haritası yavaş yavaş çiziliyordu. Yola çoktan çıkmıştım. Sislerin dağılmasını ümit etmiştim. Dağılıyordu. En azından bir kısmı.
Karşımdaki ben ayağa kalktı. Bir an için durdu. Hızla yanımdan koştu. Rüzgarıyla sandalyemi 180 derece döndürdü. Kitaplığa çarptı. Kitaplık titreyerek onu içine aldı. Çok geçmeden kitapların hafızası bilincime kelimeler göndermeye başladı.
- PAYLAŞ!
- Kimseyle hiçbir şey paylaşmıyordum. Nasıl paylaşabilirdim? Kimseye güvenmiyordum.
- GÜVEN!
- Güvenemiyordum. Güvenmeyi unuttum. Erişilmez dağların ardında yitip gitti. O dağlara baktıkça sadece yalnızlığım yükseldi onlar kadar.
- ERİŞ!
- Kaç kere hız alıp o bayırlara doğru koştum. İlk başlarda güçlüydüm. Her şey bana başarabilirsin diyordu. İnanmak yeter. Halbuki her şeyin bir yolu yordamı vardı. Ulaşmak istediğim şeylere tüm gücümü toplayıp koşmak yetmedi. Çünkü uzaktan küçük görünen şeylerin yakınlaştıkça ne kadar büyüyeceğini tahmin bile edemedim.
- GÜÇLEN!
- Başarısız oldukça gücüm azaldı. Gücüm azaldıkça başarabilirsin sesleri tam aksini söyler oldu. Ulaşmak istediklerim bana koşarak gelse de fark edemedim. Çünkü başarısızlığımı duymamak, görmemek için kulaklarımı ve gözlerimi o kadar sıkı kapatmıştım ki duyduğum sessizlik ve gördüğümse sadece karanlık olmuştu.
- FARKET!
- Ritmi duyamıyordum. İlkönce adımları şaşırdım. Sonra ayaklarım birbirine dolandı. Düştüm. Düştükçe daha derine. Benliğimi kaybedecek kadar derine.
- YÜKSEL!
- Kanatlanıp havalara uçacak kadar hiç mutlu olmadım. Mutluluk vermeyi denedim. Zaten bende de yoktu.
- İZLE!
- Evet bunu başaran insanlar gördüm. Onlar gibi olmayı denedim. Onlarla beraber oldum. Gülüp eğlenmeye çalıştım. Sonra bir yerlerde maskelerini düşürdüler. Yalanlar çarptı yüzüme. Gerçek yüzlerine bir daha asla bakamadım.
- GÜL!
- Gülümseyen kelimeler kulaklarıma değmez oldu. Boş konuşmalar kilitledi sözlerimi. Umudum anahtarımdı. Birilerine ödünç verdim. Geri alamadım.
- AÇ!
- Zırhımı çıkardıkça yaralandım. Yaralarımı gösterdikçe sarılsın diye başkalarına anlattılar zayıflığımı. Ben de uzaklara kaçtım.
Daha ne kadar uzağa gidebilirdim. Gidemezdim. Zaten en uzaktaydım. Ama konuştukça hafiflemiştim. Bu konuşmaların bir sonuca varması bile önemli değildi artık benim için. İçime attığım ağırlıklar dışarı çıkarken onlarcasını da beraber götürüyordu.
Kitapların söylediği emir kipinde gibi olsa da öyle hissettirmiyorlardı. Acaba cevap söylediklerinin sıralanmasında mı gizli diye tekrar hatırlamaya çalıştım. Yerlerini değiştirdim. Öyle dizdim. Böyle dizdim. Hiçbir anlam çıkaramadım. O son söz ise çabalarımın son noktasında geldi.
- ÖĞREN! Tıpkı bir çocukmuşsun gibi. Yeni doğmuşsun gibi. Hiçbir şey bilmiyormuşsun gibi.
.....
Oturduğum rahat sandalyeden kalktım. Kitaplık tekrar titremeye başladı. Havai fişekler gibi ruhumu okşayan ışık oyunlarının büyüsüne kapıldım.
İnsanın mutlu olabilmesinin ne kadar kolay olduğunu işte o zaman anladım. Tabi ki hayat eşit davranmamıştı herkese. Hadi mutlu ol, unut her şeyi demek kadar kolay değildi bu iş. Mutlu olacak zamanı var mıydı herkesin? Hayat uzlaşması kolay bir birey değildi. Kolay olansa kendini kandırmaktı. Ben kendimi uzun süre kandırdım.
Aslında kandırılmak ta mutlu ediyor. Bile bile yutuyor bu yalanları insan. Ama hayat, öyle bir zamanda çarpıyor ki yüzüne insanın, yıkılışın başlangıcı oluyor belki de bu.
Ama kendimi tekrar inşa etmeye çalışken yıkılışımdan bahsetmek pek te hoş olmayabilir. O zaman hikayeme geri döneyim siz de uygun görürseniz.
Titreşimlerle kendini gösteren bu kitaplık, ışığı bir araya topladı. Mum ışığı arkasındaki zifiri duvarın arkasına fırlattı. Bu duvar geçmişimden hiçbir şey göstermedi. Geleceğimden de bir şey göremedim. Oysa bu duvarda her şeyin aydınlanacağını ummuştum. Gerçi duvar aydınlandı. Bembeyaz bir ışığın esiri olmuştu. Kitaplığın fırlattığı ışık mumu da beraberinde alıp götürmüştü.
Ama ne kadar aydınlık olsa da mumun alevini görürdünüz ve o alevde yüreğime düşmüştü. Bana benim dilimle anlatılmak istenen şeylerin vücudumda dolaştığını hissediyordum ve beyaz duvara doğru yürüdüm.
Şimdi anlıyorum ki; Geçmişten kalemim, gelecekten mürekkebim ve bitirilecek bir hikayem var. Kitabımsa kitaplıktaki yerini almaya henüz hazır değil.
......
Yeniden evimdeyim. Bunun bir rüya yada başka bir şey olup olmadığını tartışmayacağım. Pencereden dışarıyı seyrediyorum. Yağmur yağıyor. Yapraklardan damlalar süzülüyor yere. Bazı insanlar kaçışıyor. Bazılarınınsa şemsiyeleri var onları koruyacak. Otobüsler duraklarında duruyor ve yoluna devam ediyor.
Bende şiir yazacağım artık;
Yağmur yağıyor yine
Tüm güzelliğiyle
Her şeyi boyuyor
Kendi rengine
- SON -
Yazan: İbrahim Hakan Sezer
YORUMLAR
HAYAT UPUZUNNNN,SONU KİMBİLİR NERDE NE ZAMAN BİTECEK OLAN BİR HİKAYE...NASIL BİTECEK,NERDE ,KİMİNLE?
BUNLARIN ODAĞINDAKİ CEVAP ?TABİKİ BİZDE!
BİZ DEĞİL MİYİZ HER ŞEYE İYİSİYLE KÖTÜSÜYLE YÖN VEREN,ELBETTE HAYAT UZLAŞMASI KOLAY BİR BİREY DEĞİL,KEYFİMİZE GÖRE DAVRANMAYAN ACIMASIZ KİMİ ZAMAN!İŞTE BUNA RAĞMEN SARIL İÇİNDEKİ BEN E!SENİ İYİYE DE KÖTÜ YE DE GÖTÜREN O DEĞİL Mİ?...