Çoban...
Güneş doğuyor. Tepelerin arkasından yüzünü gösterirken, dünyayı ışığa boğuyor. Tepeler, çam ormanları, tarlalar alacakaranlıktan çıkıp aydınlanıyorlar. Güneşin ışıkları, karşı tepelerdeki çam ağaçlarının üzerinden, dalları arasından geçerek çoban Alinin yüzüne vuruyorlar. Işıklar çizgi çizgi..
Bir çimenliğin üzerine yan yatmış Ali, sabahın tadını çıkarıyor, güneşin doğuşunu seyrediyordu. Tepelerin arkasına baktı, derin bir nefes çekti çiğerlerine. Şu tepenin, şunun değilse bile öbürünün arkası deniz. Derin nefesler çekti içine, burnuna deniz kokusu gelir gibi oldu. Şimdi gireceksin denize diye düşündü, sabahın bu saatlerinde gireceksin, insanlar hücum edip kirletmeden. Durudur bu saatlerde, dalgasız, tertemiz.
Aşağıda, tepenin düzlüğünde otlayan koyunlarına baktı, koyunların çıngırakları ötüyordu çın çın, çok severdi bu sesi Ali, beni buralara, bu köye bağlayan şey bu seslermi acaba diye geçirdi aklından, gözleriyle süzdü, araştırdı, saydı koyunlarını, sağa sola dikkatle baktı, gözleri köpeğini aradı. Köpek koyunların arasından çıktı, ileriye doğru sallana sallana yürüdü gitti. Bana çoban derlerye aslanım dedi yüksek sesle, köpeğe bakarak, asıl çoban sensin aslında.
Ayağa kalktı, yukarıya baktı, bu tepeye her geldiğinde tırmandığı bir kaya vardı, kaya tepenin en yüksek noktasıydı, oracıkta dururdu kendini bildi bileli, havada asılıymış gibi, aşağıya düşecekmiş gibi hafif eğikti kaya. Usta hareketlerle tırmanıverdi kayaya, gitti en uç noktasına oturdu, bir sigara yaktı.
Çam ormanlarının, zeytinliklerin ardından, iki tepenin arasından geçen iki şeritli anayol görünüyordu. Yolun biri bursaya gidiyor, öbürü ise bursadan yalova ve istanbula. Bursa dediğin şurası, yarım saatlik yol, akranlarını, çocukluk arkadaşlarını çalan şehir, çoğu oraya gittiler, bazısı istanbula ankaraya gitti, memleketin dört bir yanına dağıldılar, bir o kaldı bu köhne köyde, yaşlılarla , birkaç çocukla birlikte. Yıllardan beri hep aynı şey, çocuklarda birer birer gidiyorlar, yaşlılarda ölüyorlar, bir o kalıyor bu lanet köyde. Nedense bir o gidemedi, bırakamadı, nedense bir o anlayamadı şu dünyayı.
Mesela şu yollardan geçen araçlar. Yıllardan beri kendini bildi bileli şu yoldan gidip gelirler, şu yolu gece gündüz, yağmur kar olsun boş göremezsin. Nereye gider, nereden gelir bu insanlar, nedir bu acele, bu telaşları, bir türlü çözemez, belkide onun için kaldı bu köyde. Herkes gitti, bir o kaldı. Belkide herkes bu bulmacayı çözmüştüde bir o çözememişti. Belkide hepsi ondan daha akıllı, ondan daha cesurdular. Belkide en korkaklarıydı çoban Alicik, kimbilir.
Yine akşam oluyor be Alim, akşam oluyor işte. Bir harekette indi kayadan, bir ıslıkta çağırdı köpeğini, koyuldular fakir, köhne, terkedilmiş köylerinin yoluna. Önde çoban Ali, arkada koyunlar, en arkada köpek. Bir sevinç doldu içine, şimdi köye gidecek, bir güzel yemek yiyecek, sonra kahvede saatlerce ihtiyarlarla batak çevirecekler, ihtiyarlar dört gözle onu bekliyorlardır şimdi. Sonra belki bu akşam birkaçta bira alır kafayı çeker ha Alim? Neden olmasın be bir yorganınmı var şu dünyada Ali?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.